ÜskÜdar harem semtİnİn tarİhİ...
TRANSCRIPT
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI
ÜSKÜDAR HAREM SEMTİNİN TARİHİ GELİŞİMİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
KADİR ÖZTÜRK
İSTANBUL 2008
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TÜRK SANATI ANABİLİM DALI
ÜSKÜDAR HAREM SEMTİNİN TARİHİ GELİŞİMİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
KADİR ÖZTÜRK
Tez Danışmanı: Prof. Dr. SELÇUK MÜLAYİM
İSTANBUL 2008
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………….……II ÖZET…………………………………………………………………………...……....IV ABSTRACT………………………………………………………………………..….. V KISALTMALAR……………………………………………………………..……..…VI
İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ…………………………………………………………………………………1
1.1. KONUNUN ÇERÇEVESİ .................................................................................... 1 1.2. ARAŞTIRMA VE YAYINLAR............................................................................ 2 1.3. YÖNTEM .............................................................................................................. 3
2. İLK YERLEŞMELER ............................................................................................... 5
2.1. HAYDARPAŞA .................................................................................................... 5 2.2. HAREM................................................................................................................. 7
3. 16. YÜZYIL VE SONRASI ESERLERİ ................................................................ 12
3.1. DİNİ YAPILAR................................................................................................... 12 3.2. KAMU YAPILARI.............................................................................................. 21 3.3. SİVİL MİMARİ ................................................................................................... 28
4. 19. YÜZYIL ESERLERİ.......................................................................................... 38
4.1. DİNİ YAPILAR................................................................................................... 38 4.2. KAMU YAPILARI.............................................................................................. 55
4.2.1. Askeri Yapılar ....................................................................................... 55 4.2.2. Eğitim ve Sağlık Yapıları ..................................................................... 61 4.2.3. Su Yapıları............................................................................................. 76 4.2.4. Ulaşım Yapıları ..................................................................................... 87
4.3. SİVİL MİMARİ ................................................................................................... 94
5. DEĞERLENDİRME .............................................................................................. 103
5.1. YAPI TİPLERİ VE KENTLEŞME ................................................................... 103 5.1.1. Çeşmeler .............................................................................................. 103 5.1.2. Dini Mimari ......................................................................................... 108 5.1.3. Sivil Mimari......................................................................................... 112 5.1.4. Eğitim ve Sağlık Yapıları ................................................................... 115 5.1.5. Askeri Mimari ..................................................................................... 118 5.1.6. Ulaşım .................................................................................................. 118
5.2. KOMŞU YERLEŞMELER ............................................................................... 121 5.2.1. Üsküdar................................................................................................ 122 5.2.2. Kadıköy................................................................................................ 126
6. SONUÇ .................................................................................................................... 130
7.EKLER ..................................................................................................................... 132
7.1. KİTABELER ..................................................................................................... 132 7.2. RESİM LİSTESİ................................................................................................ 145 7.3. HARİTA LİSTESİ ............................................................................................. 149 7.4. TABLO LİSTESİ............................................................................................... 150
8. KAYNAKÇA .......................................................................................................... 152
ÖNSÖZ
Özellikle Osmanlı saray hayatına hasredilerek “harem” isimli veya konulu pek
çok eserin kaleme alındığı bilinen bir gerçektir. Elbette araştırmamızın da kastedilen
harem ile bir ilişkisi bulunmaktadır. Fakat bu araştırmayı farklı kılan sarayın bir birimi
olan haremde yaşanılanlar yerine harem kadınlarının isimlendirilmesine sebep oldukları
bir bölgenin anlatılmasıdır.
Üsküdar Harem Semti, yapılan yazlık saray nedeniyle yaklaşık iki asır
padişahlar, hanım sultanlar ve paşalar için önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur. Mavi
ve yeşilin birleştiği, İstanbul’un bütün güzelliğiyle seyredildiği bu güzide mekan; saray,
kasır ve köşkler yanında Mescid, namazgah ve çeşmelerle de süslenmiştir. Zamanla
gözden düşen semt, kısmen halka açılarak ilk yerleşim yeri oluşmuştur. Yarım asır
sonra ise ikinci kısımda da şehirleşme başlamış ve bölge günümüzdeki halini almıştır.
Haydarpaşa ve Salacak arasında kalan, Üsküdar ve İstanbul için dünden bugüne
misyonu değişerek de olsa hala önemini koruyan ve görünenden ibaret sandığımız
Üsküdar Harem Semti’ni sekiz bölüm içerisinde inceledik.
Birinci Bölüm’de konumuzun sınırlarını belirledikten sonra araştırmamız için
müracaat ettiğimiz çalışmalardan önemli olanlarını kısaca aktardık. Son olarak da
çalışma esnasında nasıl bir yol takip ettiğimizi belirttik.
İkinci Bölüm, eserlerden ziyade yerleşim açısından önem taşımaktadır. İki alt
başlık altında Haydarpaşa ve Harem hakkında bilgi verdik. Haydarpaşa, kısmen
araştırmamızın konusu olduğu için genel bilgileri verdikten sonra bizim için önemli
olan bölümünü belirttik. Bugünkü Harem semti, konumuzun merkezini oluşturmaktadır.
Özellikle isimlendirilmesi üzerindeki tartışmalara yer verdik ve kanaatimizi açıkladık.
Üçüncü Bölüm, Üsküdar Sarayı’nın yapıldığı 1551 tarihinden Sultan III.
Selim’in tahta çıktığı 1789 tarihi arasındaki zaman dilimini kapsamaktadır. Sarayla
birlikte pek çok eserin de yapıldığı dikkate alınarak üç alt başlık altında bu eserleri
gruplandırdık ve tek tek ele aldık. Eserin bulunduğu yer, banisi, mimari özellikleri ve
günümüze geliş süreçleri hakkında bilgi vermeye çalıştık.
Dördüncü Bölüm, Sultan III. Selim (1789-1807) devrinden Cumhuriyet
dönemine kadar geçen zaman dilimini içermektedir. Selimiye Kışlası bölge tarihi
II
açısından bir dönüm noktası sayılabilecek nitelikte bölümün en önemli eseridir. Kışla
ile başlayan ve zamanla çeşitlilik arz eden bütün yapıları önceki bölümde olduğu gibi
ilgili alt başlıklar haline gruplayıp genel özellikleriyle aktardık.
Beşinci Bölüm, iki ayaktan oluşan değerlendirme bölümüdür. Öncelikle
bölgemizde bulunan eserlerden yola çıkarak yapı tiplerini alt başlıklar halinde inceledik.
Ayrıca bu yapı tiplerinin şehirleşme açısından önemine değinmek koşuluyla önceki
bölümlerde ele aldığımız her bir eserin bölge kentleşmesine olan katkısını saptamaya
çalıştık. Son olarak da komşu yerleşmeler adı altında Üsküdar ve Kadıköy’ün kısaca
tarihine yer verdik.
Altıncı bölümde sonuç olarak araştırma boyunca bizde oluşan kanaati belirttik.
Yedinci bölümde yararlandığımız kaynakları verdik. Son bölümde ise metin içerisinde
sadece tarih mısralarını aldığımız uzun kitabelerin, ilgili yerlerde kullandığımız resim,
harita ve tabloların listesini vererek tezimizi tamamlamış olduk.
Öncelikle araştırmanın her safhasında yardımlarını esirgemeyen, ufuk açıcı
teşvik ve tavsiyeleriyle beni yönlendiren, her istediğim zaman kapısını çalabildiğim,
sanatın inceliğini güzelliğini şahsında toplayan, soyadı ile müsemma değerli hocam
Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM’e teşekkür ederim. Lisans döneminden bu güne
üzerimdeki emeklerini inkar edemeyeceğim muhterem hocalarım Prof. Dr. Ömer
AYDIN ve Doç. Dr. Mehmet DALKILIÇ’a, tez boyunca görüşlerinden istifade ettiğim
Yrd. Doç. Dr. Nalan TÜRKMEN’e, teknik bilgilerinden yararlandığım dostlarım Ali
HÜSEYİNOĞLU, A. Yasin OKUDAN, Cüneyt SAPANCA, Hulusi YİĞİT, Kamil
COŞTU ve Ali MASRAF’a, sürekli kendisiyle ilgilenilmesini isteyen cennet gülü kızım
ve her türlü fedakarlığa katlanan mutluluk abidesi eşime şükranlarımı arz ederim.
İSTANBUL 2008 KADİR ÖZTÜRK
III
ÖZET
Bizans döneminde güneşin batışını ve İstanbul’u seyredebilmek için yapılan
Heraeum Sarayı, bölgedeki ilk yapı olarak bilinmektedir. Fakat uzun süre ihmal edilen
bölge, en güzel ve en hareketli günlerine ancak Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)
döneminde kavuşmaktadır. Üsküdar Kaymakamlığı ile Haydarpaşa Garı arasında kalan
geniş bir alan Mimar Sinan eliyle Üsküdar Sarayı ile taçlandırılmaktadır. Sultan III.
Selim (1789-1807) dönemine kadar çeşitli tamirat ve eklemelerle gelen bu saray, 1800
yılında yıktırılmaktadır.
Sarayın yıktırılmasıyla yapılan Selimiye Kışlası, bölgenin gelişimi için yeni bir
dönem başlatmaktadır. Aslında bölge yerleşime ilk olarak Sultan III. Osman (1754-57)
döneminde kurulan İhsaniye Mahallesi ile açılmaktadır. Fakat kışla ile birlikte kurulan
Selimiye Mahallesi, şehirleşme açısından yeni bir anlayış getirmektedir. Bugünkü sokak
düzeni, mahallenin ilk kurulduğu döneme aittir.
Her iki mahallenin kurulmasından sonra yapılan pek çok eser bugün varlığını
sürdürmektedir. Özellikle Sultan III. Selim ile başlayan yenileşme hareketinin yapıların
çeşitlilik ve ebatlarında da etkili olduğu görülmektedir. 19. yüzyıl içerisinde Selimiye
Kışlası’ndan Haydarpaşa Garı’na kadar eğitim, sağlık, ulaşım, dini ve askeri alanda
bırakılan pek çok eser bugün de varlıklarını sürdürmektedir. Üsküdar Sarayı’nın
yapıldığı 1551 tarihinden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bölgede yapılan bütün
eserlerin asıl işlevleri yanında hiç şüphesiz bölgenin şehirleşmesine de bir katkısı
bulunmaktadır.
IV
ABSTRACT
The Harem Palace, which was built in the Byzantine period in order to watch the
sunset and Istanbul, is known to be the first construction in the region. However, after
being ignored for a long time the region becomes a place of attraction only by the era of
Kanuni Sultan Suleyman- Suleyman the Magnificent- (1520-1566). The place in
between the Head of the Uskudar Province and the Haydarpasa Train Station is crowned
by the Uskudar Palace, constructed by Mimar Sinan. Until the era of III. Selim (1789-
1807) there had been different restoration and reparations on this palace but it was
destructed in 1800.
After its destruction, the Selimiye Barrack, which starts a new period for the
development of this region, was built. Indeed, the region had been opened for habitation
in the period of III. Osman (1754-57) with the establishment of the Ihsaniye District.
However, Selimiye District, built with the establishment of Selimiye Barrack, brought a
new way of understanding in terms of urban life. The today's structure of its streets goes
back to the first establishment of this district.
A great number of historical buildings constructed after the establishment of
these two districts still survive. The effect of modernization started with III. Selim are
quite obvious in the differences and dimensions of these constructions. In the region
between the Selimiye Barrack and Haydarpasa Train Station, historical buildings related
with education, health, transportation, religion and military and that had been
constructed within the 19th century are still alive. From the construction of the Uskudar
Palace in 1551 until the establishment of the Republic of Turkey, all of buildings of this
region, in addition to their original functions, have also had a contribution to the
urbanization of this region.
V
KISALTMALAR
a.g.e.: Adı geçen eser.
a.g.m.: Adı geçen makale.
Bkz.: Bakınız.
C.: Cilt.
Çev.: Çeviren.
Ed.: Editör.
Haz.: Hazırlayan.
M.Ö.: Milattan Önce.
Öl.: Ölümü.
s.: Sayfa.
Sad.: Sadeleştiren
Terc.: Tercüme.
vd.: ve diğerleri.
VI
1. GİRİŞ
“Üsküdar Harem Semtinin Tarihi Gelişimi” başlıklı çalışmamızda amaç;
mümkün olduğu kadar tarihin derinliklerine inerek, bölgenin bugüne geliş serüvenini
ortaya koyabilmektir. “Bu şehr-i stanbul ki bi mislü behadır/Bir sengine yekpare acem
mülkü fedadır.” beytiyle tarif edilen İstanbul’un, üç yerleşkesinden biri olan Üsküdar’ın
iki önemli özelliği vardır. Üsküdar’ı Üsküdar yapan bu iki önemli özellikten ilki,
boğazın kenarında olması, diğeri ise İstanbul’u seyretmesidir. İkinci özelliği nedeniyle
Üsküdar’a, “Bir ulu rüyayı görenler şehri” denilmiştir. Gördüğü asırlar önce
müjdelenen kutlu bir fetihtir.
Tarihi kaynaklara, yerli ve yabancı seyyahların eserlerine bakıldığında Üsküdar,
güneye doğru Salacak’a kadar anlatılarak buradan genelde Haydarpaşa’ya
geçilmektedir. Belirtilen eserlerde nadiren yer alan Salacak ile Haydarpaşa arasındaki
bölge, gizemli bir kutu gibi kalmıştır. Oysaki Üsküdar’ın İstanbul’u görmesi özelliğini
gerek Bizans, gerekse Osmanlılar çok iyi değerlendirmişlerdir. Her iki dönemde de bu
bölgeye güneşin batışını ve İstanbul’u seyretmek için saraylar yapılmıştır. Konumuzu
oluşturan bölgenin “Harem” olarak isimlendirilmesi de bu saraylardan
kaynaklanmaktadır.
1.1. KONUNUN ÇERÇEVESİ Araştırmamızda; Salacak ile Haydarpaşa arasında, bölgenin isimlendirilmesine
sebep olan sarayların sınırları içinde kalacağız. Batıda İstanbul Boğazı, kuzeyde
Üsküdar Adliyesi ve Tunusbağı Caddesi, doğuda Tıbbiye Caddesi ve güneyde
Haydarpaşa Garı araştırma alanımızın uç noktalarını göstermektedir. Bugün bu sınırlar
içerisinde Üsküdar “Selimiye ve İhsaniye Mahalleleri” bulunmaktadır.
Bizans dönemine ait Heraeum Sarayı’ndan sonra 16. yüzyılda Kanunî Sultan
Süleyman tarafından yeni bir saray yapılması, bölgeye sınırlı bir hareketlilik getirmiştir.
17. yüzyılda sarayda çeşitli ekleme ve değişiklikler olurken çevreye de cami,
namazgâh ve çeşme gibi eserler yapılmaya başlanmıştır. Bölgenin daha çok padişah ve
paşaların tasarrufunda olduğu görülmektedir.
18. yüzyılda, Sultan III. Osman tarafından Üsküdar Sarayı bahçesinin bir
bölümü ordu komutanları ve paşalara hediye edildiğinden İhsaniye ismini almış ve artık
bölge, halka açılmaya başlanmıştır.
Sultan III. Selim döneminde Nizam-ı Cedit hareketi ile çehresi hızla değişen
bölgenin, Kavak Sarayı’nın yıkılıp yerine Selimiye Kışlası’nın yapılmasıyla daha bir
hareketlendiği görülmektedir. Kışlanın çevresi; cami, tekke, hamam, mektep ve
çeşmelerle bir külliye gibi donatılmıştır. Planları bizzat Sultan III. Selim tarafından
çizilen Selimiye Mahallesi’nde matbaadan kumaş tezgâhlarına kadar yeni tesislere yer
verilmektedir. Selimiye’nin Doğancılar tarafı halkın konutlarıyla dolarken Haydarpaşa
tarafına ise Askeri Hastane ve Lise yapılmaktadır. Bu tarihlerden sonra Üsküdar
Kadıköy arasındaki şehirleşme artık iyice dikkat çekmektedir. Haydarpaşa İskelesi ve
Gar binasının yapılmasıyla birlikte bölge Osmanlı dönemindeki son şeklini almıştır.
Cumhuriyet döneminde ise 19.yüzyıl eserleri bölgenin vazgeçilmezleri arasında en üst
sırada yer almış ve işlevlerindeki değişikliklere rağmen hiçbir zaman terk edilmemiştir.
Bugün mevcut olmasa ve ismi yukarıda zikredilmese de bütün eserlerin
bölgenin şu andaki halini almasında katkı sağladığı görülmektedir. Bölgenin coğrafi
konumu dikkate alınarak yapılan saraylardan çeşmelere kadar hepsi bütünün birer
parçasıdır. Bütün bu eserleri müstakil olarak dönemlere ayrılmış bir şekilde ele aldıktan
sonra bütün içerisindeki yerine koymak, daha önce yapılan araştırmalara göre
araştırmamızın temel farklılıklarından biridir.
1.2. ARAŞTIRMA VE YAYINLAR Üzerinde çalıştığımız bölge ile ilgili müstakil ve kapsamlı bir araştırma ve yayın
olmadığını gördük. Örneğin Selimiye Kışlası hakkında doktora çalışması yapılmasına
rağmen, bunun dışındaki eserler hakkında ancak başka kaynaklardan detaylı bilgi
derleyebildik.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi (1093/1682)’nde Harem bölgesi ile ilgili bilgi
yok denecek kadar azdır. Osmanlılar için çok önemli bir yazlık saray olmasına rağmen
Üsküdar Sarayı’ndan bahsedilmez. Dolayısıyla Seyahatname’den yararlanamadık.
Hüseyin Ayvansarayî’nin İstanbul’un camilerine yer verdiği Hadîkatü’l
Cevâmî’i1 (1864/1281), Kolağası Mehmed Raif’in, fethinden yazıldığı güne kadar
İstanbul’un tarihi, coğrafyası ve önemli eserlerine yer verdiği Mirât-ı İstanbul’u
(1900/1314) yararlandığımız önemli kaynaklar arasındadır.
1 Ayvansaraylı Hüseyin Efendi, 1768/1182 yılına kadar bizzat gezip dolaşarak kaleme aldığı 821 cami ve Mescidi 1779/1193’te temize çekmiştir. Ali Satı’ Efendi 53 yıl sonra 1832/1248’de bu esere zeyl yazmaya başlamış ve 1838/1253’te tamamlamıştır. Süleyman Besim Efendi ise bundan 40 yıl sonra yeni bir zeyl yazmıştır.
2
Bölge ile ilgili araştırmaların başında İbrahim Hakkı Konyalı’nın Abideleri ve
Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi (1976) gelmektedir. İki cilt halindeki eserde; camiler,
mektepler, çeşmeler, bölgemizdeki kışla ve saraylar tematik bölümler halinde
incelenmektedir. Ele alınan eserler hakkındaki teknik bilgiler genelde kısa tutulmuştur.
Üsküdar’a ait bütün eserlerin yer aldığı çalışmada mümkün olduğunca kitabeler
verilmiştir.
Hadikatü’l- Cevami’ ve Mirât-ı İstanbul’da incelenen konu ile ilgili farklı
rivayet ve yanlış bilgiler varsa belirtilmiş, kitabeler çözümlenerek düzeltilmiştir. Ancak
Üsküdar Tarihi’nde de kitabeler konusunda ciddi eksiklik ve yanlışlar bulunmaktadır.
Yararlandığımız kaynakların en önemlisi şüphesiz Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi’dir (1993). Sekiz ciltlik bu eser, sayısı yüzleri bulan değişik bilim ve
sanat dallarında uzman bir kadro tarafından hazırlanmıştır. Alfabetik bir sıra ile ele
alınan konular, eserin dörtte birini oluşturacak kadar zengin görsel malzeme, gravür,
fotoğraf ve haritalarla desteklenmiştir. Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait; fiziki
mekân, doğal yapı, semt, cadde, sokak, saray, cami, köşk ve çeşme gibi pek çok eser
yanında yaşamın bütün alanlarına yönelik konular uzmanlarınca işlenmiştir. Genelde
her konunun sonunda kaynakça ve yazarın ismi bulunmaktadır. Bu eserin 23
maddesinden yararlanılmıştır.
Diğer bir çalışma Mehmet Nermi Haskan’a ait Yüzyıllar Boyunca Üsküdar’dır
(2003). Üç cilt halindeki bu eser de tematik bölümlere ayrılmıştır. Her bölüm içindeki
eserler alfabetik sıra ile incelenmiştir. Konu hakkındaki bütün rivayetlere yer verilen
eserde kitabeler yeni harflerle aktarılmıştır. Hemen hemen her esere ait fotoğraf
bulunurken, bazen de eserin yerini gösteren küçük bir plan veya kroki verilmiştir.
Görsel malzeme ve kaynak açısından son derece zengin bir çalışmadır. İncelenen konu
ile ilgili kaynakça konu sonunda verilirken gerek görüldüğünde metin aralarında ilgili
kaynaklara atıfta bulunulmuştur.
1.3. YÖNTEM
Bugünün Harem’i dikkate alınarak hareket edildiğinde araştırmamız, Harem
Otogar ve Defterdar Mehmet Tahir Efendi’ye ait cami, mektep, çeşme gibi birkaç eserle
sınırlı kalacak ve 1826’dan geriye gidemeyecek, ansiklopedilerde madde olarak
zikredilen bilgilerin tekrarından başka bir şey de olmayacaktı. Ama bölgenin
3
isimlendirilmesi dikkate alındığında bu çalışma, Bizans dönemine kadar uzanan bir
yolculuk demekti.
Bugün mevcut olan eserleri inceleyerek mümkün olduğu kadar geriye gittik.
Bilinen ilk esere ulaştığımızda elde ettiğimiz verileri tasnife tabi tuttuk ve insanlığın bu
bölgeye bıraktığı en erken tarihli iz ve kalıntılar/belirtilerden başlamak suretiyle yapılan
ekleri, değişiklikleri zikrederek günümüze doğru gelmeye çalıştık. İncelediğimiz
eserlerin teknik bilgilerine yüzyıllara göre adlandırdığımız bölümlerde yer verirken,
şehirleşme sürecini ayrı bir bölümde ele aldık. Mimari eserler ve bu eserlerin bölgenin
kentleşmesine olan katkısını incelememiz, çalışmamızı ansiklopedik bir eser olmaktan
kurtarmış ve bir gelişim fikrini öne çıkarmıştır.
Bölgemizin daha iyi anlaşılabilmesi için üzerinde çalıştığımız alanın
çevresindeki yerleşmeler hakkında da bilgi vermeyi uygun gördük. Üsküdar ve
Kadıköy’ün tarihini bölgemiz açısından önemine dikkat çekerek aktardıktan sonra
Salacak, Doğancılar ve Karacaahmet mezarlığı ve Haydarpaşa hakkında da bilgiler
verdik.
Değerlendirme bölümünde Harem Bölgesi’nin tarihini gelişim sürecini kısaca
özetledik. Çalışmamız esnasında, kaynakçada belirttiğimiz yayın ve araştırmalar dışında
bölge ile ilgili görsel malzemelerden de yararlandık. Değerlendirme ve sonuç kısmından
sonra bu malzemelerin listesi kullandığımız sıra ile yer almaktadır.
4
2. İLK YERLEŞMELER
Üzerinde çalıştığımız bölgenin 16. yüzyıl öncesi tarihine bakıldığında karşımıza
iki yerleşim yeri çıkmaktadır. Bunlardan biri bugünkü ‘Harem’, diğeri ise
Haydarpaşa’dır. Bizi ilgilendiren yönleriyle her iki bölgeyi, yerleşim alanı olarak
kullanılmaya başlandıkları tarihleri dikkate alan bir sıra ile ele almak gerekmektedir.
Öncelikle, bölgelerin bugünkü sınırlarını belirtmek, isimlendirilmesine değinmek ve
bilindiği kadarıyla tarihini aktarmak konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Çalışmamız
‘Harem’ başlığını taşıdığı için bu bölgeye daha fazla yer ayrılmaktadır.
2.1. HAYDARPAŞA Kolağası Mehmed Raif’in, “İstanbul halkının minelkadim ruz-ı Hızır’da ve
Kadıköy ahalisinin her mevsimde mesiresi”2 olarak tanıttığı Haydarpaşa; Dr. Eyüp
Aksoy Caddesi, Ankara Asfaltı (D-100), Marmara Denizi ve Haydarpaşa tren yolu
arasındaki bölgedir.
‘Haydarpaşa’ olarak anılan bölgenin ismini nereden aldığı konusunda çeşitli
rivayetler bulunmaktadır. III. Selim devri vezirlerinden Haydar Paşa’nın, Haydarpaşa
Askerî Hastanesi’nin bulunduğu yerde bir kışla yaptırması veya çok daha önce, 1533’te
vezirliğe yükseltilen Hadım Haydarpaşa’nın bu bölgede bahçesinin bulunması3
bölgenin isimlendirilmesi için delil gösterilse de Haydarpaşa ismi 1510 yılına kadar
geriye götürülmektedir.4
Evliya Çelebi, veziriazamlık nasip olmayan kubbe vezirlerini anlattığı bölümde
Hadım Haydarpaşa’yı “Harem-i Hâs’da kapıağası iken taşra çıkıp Şehzade Mustafa
katlinde, yakınlıkla itham edilerek görevden alınıp Hersek Sancağı’nda emekli oldu.
Maarif sahiplerinden söz ve kelam sahibi, fakirleri seven himmetli bir vezir idi.”
şeklinde tanıtmaktadır.5
Ortaylı; hamam, medrese ve camiler yaptıkları için her semtin ayrı bir paşanın
ismiyle anılmasına binaen “İstanbul paşalar şehridir” demektedir.6 Fakat Haydarpaşa
2 Mehmed Raif, Mir’ât-ı İstanbul, Alem Matbaası Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul 1900/1314, s.33. 3 M. Rıfat Akbulut, “Haydarpaşa”, Dünden Bugüne…, (Haz:, İlhan Tekeli vd,), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, C.3, s. 27. 4 M. Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Proje koordinatörü Veli Saylam, Redaksiyon Süleyman Nevzat Özdemir, Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2001, C.3, s.1285. 5 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Haz.: Ahmed Cevdet), Dersaadet İkdam Matbaası, 1896 /1314, C.1, s.167. 6 İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları (5. Baskı), İstanbul 2006, s.118.
semti, bir paşanın ismini taşımasına rağmen burada bu paşanın bizzat yaptırdığı
herhangi bir eser görmek mümkün değildir. Sultan III. Selim’in veziri Haydar Paşa’ya
ait kışla ve kasır da günümüze gelememiştir. Daha sonra yapılan “Haydarpaşa” isimli
eserler bölgenin ismiyle anılmışlardır.
Haydarpaşa’nın tarihini Kadıköy’den ayrı düşünmek gerekmektedir. Marmara
Bölgesi’nin bilinen en eski yerleşkesinden biri olan Fikirtepe, ilk olarak M.Ö. 5500
yıllarına tarihlenmektedir.7 Haydarpaşa’nın tarihini M.Ö. 7. yüzyıla kadar götürmek
mümkünse de aşk ilahesine ait bir mabedin yapılmasıyla yaklaşık M.Ö. 2. yüzyılda
önem kazanmaya başladığı görülmektedir. Bu günlerde Haydarpaşa; halkın panayır,
ziyafet ve ayin günlerinde kullandığı vazgeçilmez bir mekândır.8
4. Konsil’in toplanmış olduğu Sainte Euphemie Kilisesi, Saint Christophe
Kilisesi ve 17 yaşında İmparator olan Arcadius’un (395-408) nazırı ve hocası Rufin’e
ait olduğu düşünülen Bizans İmparatorlarının yazlık sarayı, Haydarpaşa’da bulunan
önemli Bizans eserleridir.9 Bu dönemde Anadolu’ya sefere giden ve o seferden dönen
ordular için uğurlama ve karşılama törenleri buradaki çayırda yapılırdı. Halk için
önemli bir mesire yeri olan Haydarpaşa’nın bu dönemde ticari herhangi bir rolü
bulunmamaktadır.10
Haydarpaşa, İstanbul’un fethinden sonra da orduların hareket ve dönüş
noktasıdır. Surre Alayı denilen hac kervanlarının uğurlanması, 19. yüzyıl boyunca
(bed’i besmele) ilk okumaya başlama
töreni, Adile Sultan ile Mehmet Ali
Paşa’nın düğünleri, Comashi’nin
İstanbul’da ilk defa balon uçurması,
Avusturyalı bir canbazın hünerlerini
sergilemesi ve çeşitli ziyafetlerin
düzenlenmesi gibi merasimlere şahit
olan Haydarpaşa; ordu ve saray
atlarının da beslendiği yerdir.11
Resim 1 1900’lerde Haydarpaşa Çayırı. 7 Semavi Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2006, s.19. 8 Rauf Miral, “İstanbul’da Haydarpaşa Semtinin ve Limanın Tarihçesi”, Tedrisat Mecmuası, C.6, S. 51-52, s.226-27. 9 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1285. 10 Rauf Miral, a.g.m., s.226-27. 11 Adnan Giz, Bir Zamanlar Kadıköy, İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s.66.
6
Çevresindeki bağ ve bahçeleri ile Verem hastaları için şifa yeri olarak kabul
edilen Haydarpaşa’da, Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde nüfus artırma
çalışmaları başlatılsa da belirli belirsiz sokak dokuları ancak Sultan III. Selim (1789-
1807) döneminde görülmektedir. Tanzimat sonrası yönetim yapısının değişmesi ile
birlikte çayırların kullanım ve idaresinde de önemli değişikliklerin olması, bölgenin
gözde bir sayfiye yeri olma özelliğini kaybettirmez. 1873’te İstanbul-İzmit demiryolu
hattının hizmete girmesi, 1899-1903 yılları arasında denizin doldurularak bir liman
oluşturulması ve 1908’de yeni gar binasının açılması Haydarpaşa Çayırı’nı büyük
ölçüde küçültmüştür. 1922’de çıkan bir yangında 100’den fazla bina kül olmuştur.
Cumhuriyet sonrası ise yangından geriye kalanlar ile gar ve liman tesisleri varlıklarını
devam ettirmiştir. 1970’li yılların başlarında getirilen imar haklarıyla birlikte bölgede
yoğun bir apartmanlaşma ortaya çıkmıştır. 12
Çalışmamızın ilgili bölümlerinde
konumuz gereği Gar binasından İbrahim
Ağa Camii’ne kadar olan düzlükten
ziyade bu düzlük ile Kavak Deresi
arasındaki Haydarpaşa Sahrası, Tıbbiye
Caddesi, Ankara Asfaltı ve Marmara
Denizi ile sınırlı yüksek platformda
bulunan eserler üzerinde duracağız.
Resim 2 1955’lerde Selimiye ve Haydarpaşa.
2.2. HAREM
Harem, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne açıldığı bölgede, iki yakayı
birbirine bağlayan feribot iskelesi ve Anadolu otobüsleri otogarı ile tanınan, Selimiye
Kışlası eteklerinde, Üsküdar’ın en güzel manzaralı semtlerinden biridir. Güney ve
güneydoğusunda Selimiye, doğusunda Çiçekci, kuzeyinde İhsaniye ve batısında
Marmara Denizi bulunan Harem; iskele-otogar ve çevresi olarak bilinmektedir.
Herkesin girmesine izin verilmeyen, herkese açık olmayan yer manasındaki
harem; saray, konak ve evlerin yalnız kadınlara ayrılan bölümleridir. Bu kısımda olan
kadınlara da harem denmektedir. Farklı olarak Topkapı Sarayı’nın harem dairesine,
12 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.3, s. 27-29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1286.
7
camilerde iç avlu duvarıyla çevrili kısma harem dendiği gibi müslüman olmayanların
giremediği mukaddes yer Kâbe’ye de Harem-i Şerif denmektedir.
İslam dinince örtünmeleri gerektiğinden, hanımlar özel dairelerde yaşarlardı.
Yabancı erkeklerin girmesi kesinlikle yasaklanan bu daireler sadece Topkapı Sarayı’na
mahsus olmayıp bütün müslümanların konak ve köşklerinde görülürdü. Buralarda
kadınların yaşamlarını sürdürdükleri özel bölümlere harem denirken erkeklerin oturup
kalktıkları yere ise mabeyn denirdi. İslam devletleri dışında da kadınlara ayrılan
bölümlerin var olduğunu görmekteyiz. Farslı ve Hintlilerin Zenane’si ile Eski Yunan’ın
Yinekiyon’u kadınlar için ayrılmış olan bölümü ifade etmektedir.13
Araştırmamızın temel kısmını teşkil eden “Harem Bölgesi”nin isimlendirilmesi
noktasında farklı rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin biri İstanbul’un Fethi’nden
önceki döneme ait iken diğer rivayetler fetih sonrasına aittir.
Bölgenin isimlendirilmesine gösterilen ilk gerekçe, Bizans İmparatoru Teodoros
Laskaris’in (1204-1222) bugünkü Harem bölgesinde “Heraeum” isimli bir sarayının
bulunmasıdır.14
Osmanlı dönemi ile ilgili olarak verilen bilgilere bakıldığında bunları iki
bölümde incelemek mümkündür. Her iki rivayet de harem kelimesine yüklenen manalar
ile alakalıdır. Günümüzde dar bir alana sıkışmış olan bu bölgede Osmanlılar
dönemindeki yazlık sarayların Harem Dairesi’nin bulunması sebebiyle “harem” olarak
adlandırıldığını söyleyenler yanında, Topkapı Sarayı’ndaki harem mensuplarının
kayıklarla bu yazlık saraya gelip-gitmede kullandıkları yol olması sebebiyle
adlandırıldığını ileri sürenler de vardır. Hatta Şair İzzet Efendi, bu güzergahın kadınlar
tarafından kullanıldığını dikkate alarak, Harem İskelesi tarafına gidilmemesini kaleme
aldığı bir beyitle tavsiye etmektedir.15 Diğer taraftan Harem-i Şerif olarak adlandırılan
Kâbe’ye gönderilen Sürre-i Hümayun’un buradan geçmesinden dolayı bölgenin harem
ismiyle anıldığını kabül edenler bulunmaktadır.
13 Celal Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, C.2, s.688; Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, s. 463. 14 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, İstanbul Sarayları, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul 1954, s.31. 15 “Tevbe it varma Harem İskelesi cânibine Saklasun herkesi nâ-mahrem olandan Tevvâb”
(Harem İskelesi tarafına gitmeye tevbe et, kulların tevbesini kabül eden Allah, herkesi haram olandan korusun).
8
Kaynaklarımızda
geçen bu bilgileri
irdeleyecek olursak,
öncelikle bölgeye verilen
“Harem” isminin Heraeum
Sarayı’nın Türkçe’de
uğradığı değişiklik sonucu
olduğu düşünülmektedir.
Harem ismi, Bizans
İmparatorluğu zamanında
kullanıldığı halde Osmanlı
döneminde kullanılmamıştır. Bizans döneminin Heraeum’u, Osmanlı döneminde
Hünkâr İskelesi ismini almıştır. Kaynaklarımızda bu bilgileri destekleyecek fazla veri
olmaması sebebiyle bölgenin isimlendirilmesi açısından şüpheli görenler
bulunmaktadır.16
Resim 3 Harem Sahili, Kavak Bayırı ve Selimiye Kışlası.
Resim 4-5’te görülen arazi şartları Sürre-i Hümayun’un buradan geçmesine
elverişli değildir. Saraya ait Harem Dairesi’nin burada olması sebebiyle Harem diye
isimlendirildiği dikkate alınıp Resim 4-5’e bakıldığında bunun da imkânsız olduğu
ortaya çıkmaktadır. Çünkü Selimiye Kışlası yıktırılan sarayın yerine yapılmıştır. Saray
yapılırken bölgenin temiz havası ve doyumsuz manzarasından istifade edilmek
istenmektedir. Bu şartlarda sarayın yüksekte, Harem Dairesi’nin ise bir derenin
içerisinde yapıldığı mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bölgenin isimlendirilmesi
noktasında en isabetli görüş; harem ehlinin Topkapı Sarayı’ndan Üsküdar Sarayı’na
gelip-giderken kullandıkları yol olmasıdır.
Bölgedeki ilk yerleşimler konusunda kaynaklarımız, Bizans döneminde
İmparator Teodoros Laskaris’in (1204-1222) burada yazlık bir sarayının bulunduğu
bildirmektedirler. Zevkine düşkünlüğü ile tanınan imparator, yaz akşamlarının çoğunu
burada Konstantinopolis’i ve güneşin batışını seyrederek geçirmektedir. Sarayın tam
olarak yeri ve özellikleri hakkında hiçbir bilgimiz bulunmamaktadır. Genelde Salacak
dolayları uygun görülür. Osmanlılar’dan önce Arapların İstanbul’u kuşatmaları, 16 Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi XVII. Asırda İstanbul, (Çev:, H.D. Andreasyan, Haz.: Kevork Pamukciyan), Eren Yayıncılık, İstanbul 1988, s. 284; Dünden Bugüne…, C.3, s. 552; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1374; Davut Hut, “Üsküdar’da Yer Adları”, Üsküdar Sempozyumu II, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.168.
9
Türklerin Bizans tekfurlarına yardım etmeleri esnasında bölge, kaynaklarda yer
almamaktadır. İstanbul’un fethinden yaklaşık yüz yıl kadar önce Üsküdar Osmanlılar’ın
eline geçtiği halde, bu dönemdeki fonksiyonu da bundan önceki dönemler gibi
bilinmezliğini korumaktadır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın yazlık bir saray yaptırmasına kadar bu çevrede eski
saraylardan hiçbir iz kalmamıştır. Kanuni sonrasında çeşitli padişahlar tarafından
onarılan ve ilavelerle büyütülen saray, yabancı seyyahların gezip gördüğü ve eserlerinde
yer verdikleri bir mekân olmuştur. Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’un en büyük
sarayı olan Üsküdar Sarayı’nda devlet işlerine yer verilmemiş, sadece dinlenme yeri
olarak kullanılmıştır. Saray ve sarayların yeri, özellikleri, yapılan değişiklikler vb. pek
çok detay ilgili bölümlerde işleneceğinden burada sadece dönemlere göre bölgenin kısa
bir tarihçesinin verilmesi yeterli görülmektedir.
17. yüzyıldan sonra terk edilmeye başlanan saray, Sultan III. Selim tarafından
1794 yılında yıktırılmış ve buradan çıkan mermerlerin bir kısmı Topkapı Sarayı’na
taşınırken bir kısmı da Selimiye Kışlası inşaatında kullanılmıştır. Harem bölgesinin
bundan sonraki gelişimi kışlanın varlığına bağlı olarak sürmüş ve planlarının bizzat III.
Selim tarafından hazırlandığı söylenen Selimiye Mahallesi imar olunarak cami, mektep,
hamam, çeşme gibi pek çok eser askerlerin ve halkın hizmetine sunulmuştur.
Resim 4-5 Denizden ve Karadan Selimiye Kışlası ve Harem Sahili.
1826/1242 yıllarında Defterdar Tahir Mehmet Efendi tarafından bölgeye kendi
ismiyle anılan bir cami, mektep ve iki çeşme kazandırılırken Kırım Savaşı esnasında da
(1853-56) Selimiye Kışlası’nda kalan İngiliz askerleri tarafından kendi ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için Harem sahiline bir rıhtım yapılmıştır. Selimiye Kışlası, Selimiye
Camii, Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii ile Harem İskelesi’nin durumu, 1855
yıllarında deniz ve kara tarafından çizilmiş iki farklı gravürde (Resim 4-5)
görülmektedir.
10
1970’lere kadar orta halli ve altı gelir gruplarının, küçük memur ve askerlerin
yaşadığı bir semt olan Harem; bu tarihlerden sonra manzarasının eşsizliği nedeniyle
yüksek gelirli kimseleri kendine çekmeyi başarmış ve çehresi tamamen değişmiştir.
Araba vapuru iskelesi ve otogarın üstündeki setlerde bulunan mütevazı ahşap evler hızla
yenilenerek lüks konutlar haline gelmiştir.
Resim 6 İhsaniye Sahili.
11
3. 16. YÜZYIL VE SONRASI ESERLERİ
Üsküdar Sarayı’nın yapıldığı 1551 tarihi ile başlayan bölüm, Sultan III. Selim’in
tahta çıktığı 1789 yılı ile tamamlanmaktadır. Yani Üsküdar Sarayı’nın yapılmasından
zamanla terk edilip yıkılmasına kadar geçen yaklaşık 250 yıllık bir dönem
incelenmektedir. Saray bahçesi bu süreç içerisinde farklı yapı tipleri ile donatılmıştır.
Üç alt başlık halinde incelediğimiz eserler; saray, köşk, cami, Mescid ve çeşmelerden
oluşmaktadır. Bu bölümdeki tüm eserler aşağıdaki tabloda genel hatları ile
örülmektedir. g
Tablo 3.1 16. Yüzyıl ve Sonrası Eserleri.
Yapının Adı Banisi Tarihi Hali 1 Kavak Sarayı Mescidi K i anûnî Dönem Yıkıldı 2 Tazıcılar Ocağı Mescidi ‐ K i anûnî Dönem Yıkıldı 3 Harap Mescid El‐hac İbrahim Ağa 1639 / 1040 Yıkıldı 4 Kavak İskelesi Mescidi Lala Beşir Ağa 1666 / 1077 Yıkıldı 5 İhsaniye Camii III. Osman 1 756 / 1169 Mamur 6 Küçük İhsaniye Camii III. Osman 1 75 696 / 11 Mamur 7 Salih Efendi Türbesi Salih Efendi 1757‐1772 Mamur 8 Haydarpaşa Camii Mehmed Efendi 1780 Yıkıldı 9 Tazıcılar Ocağı ve Çeşmesi ‐ K i anûnî Dönem Yıkıldı 10 Müsahip Ali Ağa Namazgâhı Müsahip Ali Ağa 1654 / 1064 Yıkıldı 11 Tunusbağı Menzil Çeşmesi ‐ 1681/1092 Mamur 12 Müsahip Ali Ağa Çeşmesi Müsahip Ali Ağa 1654 / 1064 Mamur 13 Ayşe Hanım Namazgâhı Silahşör Ahmed By 1 767 / 1181 Mamur 14 Hatice Sultan Çeşmesi Hatice Sultan 1 764 1178/ Mamur 15 Üsküdar Sarayı Kanûnî S. Süleymn 1551/958 Yıkıldı 16 Mehmed Paşa Sarayı Mehmed Paşa ‐ Yıkıldı 17 Hatice Sultan Sarayı Hatice Sultan ‐ Yıkıldı 18 Dürrizâdeler Konağı Dürri Mehmed Efn 1719‐20/1132 Yıkıldı
3.1. DİNİ YAPILAR
Sarayla birlikte görevlilerin ibadetlerini yapabilmeleri için saray çevresinde dört
adet Mescid yapıldığı görülmektedir. Farklı dönemlerde tamir gören bu mabetlerden ilki
sarayla birlikte yapıldığı düşünülen Kavak Sarayı Mescidi’dir. Dördüncüsü ise
1666/1077 yılında yaptırılan Kavak İskelesi Mescidi’dir. İhsaniye Mahallesi’nin
kurulmasıyla 1755/1169 tarihinde bir cami ve bir Mescid daha yapılmıştır ki bugün her
ikisi de cami olarak hizmet vermektedir. Ayrıca bölgede iki tane de namazgâh
bulunmaktadır.
Kavak Sarayı Mescidi; Harem İskelesi ile Haydarpaşa Lisesi arasındaki sahilde
eski kavak (gümrük) bölgesi içindedir. Genelde Mescid olarak17 karşımıza çıkan
mabedin, cami olarak18 da ele alındığı görülmektedir. Kavak Sarayı’nın Kanuni Sultan
Süleyman tarafından yapıldığına dikkat çekilerek bu Mescidin de ahşap olarak bu
sıralarda inşa edilmiş olabileceği ihtimali düşünülmektedir. Sultan I. Ahmed (1603-
1617) tarafından da tahminen 1614 yıllarında kârgir olarak ihya edilmiştir.19 Vakfı,
sultanın kendi büyük camiine (Sultanahmet Camii) bağlıdır.20 Mescidin yerini ve birkaç
özelliğini Evliya Çelebi’nin Sultan Ahmed Camii başlığı altında yer verdiği “Hünkâr
Bahçesi yakınında Tazıcılar içindedir. Bir minareli ve eski tarz bir camidir.”
ifadelerinden öğrenmekteyiz.21 18 metrelik Üsküdar Suyolları Haritası’nda Kavak
Sarayı ile birlikte bu Mescidin resimleri de görülmektedir. Haritadaki bir ve iki katlı
ahşap yapıların sağ tarafındaki tek kubbeli ve minareli mabet, Kavak Sarayı
Mescidi’dir.
Resim 7 Kavak Sarayı Gravürü. Resim 8 Üsküdar Suyolu Haritası.
1700 tarihlerinde harap olan Mescid, Sultan III. Selim döneminde yıktırılmış;
Kavak Sarayı ve bu Mescidin bulunduğu yeri de kaplayan geniş bir alana Selimiye
Kışlası yaptırılmıştır.22
Tazıcılar Ocağı Mescidi; Tıbbiye Caddesi ile Çeşme-i Kebir Sokağı’nın
birleştiği yerde ve sokağın sol köşesinde idi. Karşısında ve kapısının mukabilinde bir
namazgâh çeşmesi olan ve esası çok eski olan Hasip Paşa Çeşmesi, sol tarafında Sultan
II. Abdülhamid tarafından yaptırılan ve bu ocağın atlarına bakan Baytar Mektebi ve
1812/1227 tarihli Nevnihal Hatun Namazgâhı ve Kavak Deresi yakınlarında ve bu 17 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 18 Evliya Çelebi, a.g.e., C.1, s.473; “Kavak Sarayı Camii”, Dünden Bugüne…, C.8, s.249. 19 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 20 Ayvansarayi, a.g.e. C.2, s.224. 21 Evliya Çelebi, a.g.e., C.1, s.473. 22 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232.
13
Mescidin gerilerinde Zağarcılar Ocağı ve Harap Mescid adıyla anılan mabet
bulunmakta idi.
Tazıcılar Ocağı Mescidi, Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) tarafından
yaptırılmıştır. Fevkânî bir yapıdır. Bostancıbaşı Ömer Ağa (ö. 1730-31/1143) ise
Mescidi yeniden bina ettirmiştir.23
Esb-i Tazı denilen çok süratli koşan atların yetiştirilmesi için kurulan ocağın bu
mabedinden hiçbir iz kalmamıştır. Yalnız ahırların orta yerinde bugün de hala duran
meydan çeşmesi mevcuttur.24
Harap Mescid; Kavak İskelesi yakınında bulunmaktadır. Mescidin banisi,
Darüssaâde Ağası el-hac İbrahim Ağa’dır. Kavak Deresi ile Mescidi ayırmak için
yapılan istinad duvarının üzerindeki düzlükte bulunan Mescid, Tazıcılar Ocağı ile
Zağarcılar Ocağı arasındaki meydanda kalan kapısı üzerindeki kitabenin son iki mısrası
şöyledir (Kitabe 1);
Hâtif-i kudsî didi Cevrî anın tarihini
Mescid-i vâlâ zihi darü’s-sevab-ı abidîn
1639-40 (1049)
Bu kitabede görüldüğü üzere Mescid, 1639-40/1049 yıllarında yapılmıştır.
Mescidin zamanla harap olması ile İbrahim Ağa Mescidi ismi unutulmuş ve Harap
Mescid olarak anılmaya başlanmıştır.
Mescid görevlilerinin maaşları Ayasofya Camii Vakfı tarafından veriliyordu.
Mescide vakıf olması düşüncesiyle Kavak Deresi yanına yedekçiler için Çömlekçiler
işyeri yapılmıştır.25
Harap Mescid, gümrük bölgesinde bulunduğu için gümrük memurlarının ve
gümrükte işi olanların beş vakit namazlarını kılabilmeleri için yapılmıştır.26
Kavak İskelesi Mescidi; 1666/1077 yılında Üsküdar Harem’de Sultan IV.
Mehmed’in hazinedarlarından Lala Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Darüssaade
Ağası ve Şeyhü’l Harem Hacı Beşir Ağa tarafından 1721/1133 tarihinde minber
konularak camiye çevrilmiştir.27 Bu dönemde camideki İmam-hatibe 4, Ser mahfile 2,
23 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224. 24 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.361. 25 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.225. 26 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.207. 27 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.224; “Kavak İskelesi Mescidi”, Dünden Bugüne…, C.8, s.249.
14
Devirhan ve na‘than bir kişiye 1, Muarrife 4, Katibe 2, Müezzine 2, Kayyime 1 olmak
üzere sekiz görevliye toplam 17 akçe verildiği görülmektedir.28
Muntazam kesme taştan tuğla hatıllı olarak yaptırılan Mescid, fevkani bir yapı
olduğundan kapı sahanlığına 22 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. İç aydınlık sekiz
pencere ile sağlanmıştır. Minberi ahşap, minaresi Mescid gibi kesme taştandır. Altında
altı dükkân bulunmaktadır.
Resim 9-10 Mekteb-i Tıbbiye ve Kavak İskelesi Mescidi.
1855 yılında Kırım Savaşı esnasında Selimiye Kışlası’nda bulunan İngiliz
askerlerine depo olarak verilen Mescid, kasıtlı bir şekilde yakılmıştır. “Altında dükkân
ve hademe odası olmak üzere” 1895/1313 tarihinde yeniden yapılmıştır.29
Kavak İskelesi Mescidi, (Resim 9-10) Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin hemen
önünde yer almaktadır. Diğer fotoğraf ise Mescidin detayları hakkında birkaç ipucu
vermektedir. Denize sıfır bulunan Mescidin batı cephesi, minaresi ve çatısı
görülmektedir. İki katlı olan Mescidin alt katında dükkânlardan birine ait olduğu
düşünülen bir kapı yer almaktadır. Üst katta ise, güney batıdaki ağaç nedeniyle bir
tanesi tam olarak görünmese de üç adet pencere bulunmaktadır. Sekiz pencere ile
aydınlandığı dikkate alındığında üç tane doğu cepheye ve mihrabın sağ ve solunda
olmak üzere iki tane de güney cepheye pencere bırakıldığında kuzey cephede pencere
bulunmamaktadır. Kuzey batıda bulunan minare Mescidden fazlaca yüksek değildir.
Minarenin şerefesi ile çatı aynı hizadadır. Minarenin alemi Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
üzerindeki alemlere benzemektedir.
28 Mustafa Güler, Gülay Karadağ, “Dârüssâde Ağası Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayrâtı”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.231. 29 “Kavak İskelesi Mescidi”, a.g.e., C.8, s.249; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232.
15
Kavak İskelesi Mescidi, 1959 yılında Harem İskelesi’nin yapımı sırasında
yıktırılmış ve arsası yola katılmıştır.30
İhsaniye Camii; İhsaniye Mahallesi’nde, Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı ile
Neyzenbaşı Halil Can Sokağı arasındadır. Cami, Sultan III. Osman (1754-1757)
tarafından 1755/1169 yılında yapılmıştır.31
Resm-i Osmanî ile tarih yazdı kilk-i dil
Hak için Sultan Osman yapdı İhsaniyye’yi 1755 (1169)
Camiye ait kitabeden (Kitabe 2) anlaşıldığı üzere İhsaniye Mahallesi’ni kuran
Sultan III. Osman, tahta çıktığında dükkânlarla birlikte bu camiyi de yaptırmıştır.
Cümle kapısı üzerindeki dört satır halindeki sekiz mısralı kitabeye göre (Kitabe 3);
Senih ihyasına tekbir ile tarih ider inşâd
Metin oldu yine âlâ yapıldı bu ibadetgâh”
1287
Resim 11 İhsaniye Cami Kitabesi.
Resim 12 İhsaniye Camii'nin dıştan görünüşü. Resim 13 İhsaniye Camii'nin içten görünüşü.
Daha sonra da onarımlar gören cami, iki katlı olup harimi kare planlıdır. İç
aydınlığı alt ve üst pencereler tarafından sağlanmaktadır. Batı ve doğu cephelerinde
üçer, kuzey ve güney cephelerinde ikişer pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin üst
hizasına kadar çini döşenmiş olan caminin tavanı beton olup orta kısmı kubbelidir.
Mihrabı mermer ve hafif dışa baskındır. Çatısı kiremit örtülü olan caminin minaresi
30 “Kavak İskelesi Mescidi”, a.g.e., C.8, s.249; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 31 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.228.
16
orjinalliğini korumaktadır. Kare bir kaide üzerinde kısa ve silindirik olan minarenin
şerefesi üzerinde kabartma çiçek motifleri bulunmakta ve yivli bir külahla
sonuçlanmaktadır.
Caminin güney doğusunda bulunan hazirede, Sultan III. Mustafa’nın
ikballerinden Habibe Hatun (öl. 1783/1197) ile ceyb-i hümâyun hazinedarı Hacı Ahmed
Efendi (öl. 1880/1297)’nin mezarları vardır. 32
Küçük İhsaniye Camii; İhsaniye Mahallesi’nde İhsaniye İskele Sokağı ile
İhsaniye Camii Sokağı’nın birleştiği yerde ve İhsaniye Camii Sokağı’nın sağ tarafında
bulunmaktadır. Üsküdar Sarayı bahçesine Sultan III. Osman tarafından cami ile birlikte
1755/1169 yılında Mescid olarak yaptırılmıştır. III. Osman eseri olduklarından her iki
mabedin görevlileri, Nuruosmaniye Camii’nden tayin edilmiştir.33
Ahşap olarak yapılan Mescid; günümüze kadar ancak farklı dönemlerde
geçirdiği tamiratlarla gelebilmiştir. İlkin Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından
1765-66/1179’da tamir görmüştür. Tamir kitabesi bugün İhsaniye Camii’nin kadınlar
bölümünde minareye açılan kapı üzerinde bulunmaktadır (Kitabe 4).
Resim 14 Küçük İhsaniye Camii Kitabesi.
Bu mahalde sâhibu’l-hayre du’a tarihidir
Cami’in tamiri oldu cümleye ihsan-ı Mescid” 1179
Mescid; Derviş Ahmet Efendi’nin minber koymasıyla cami haline gelmiş ve
kendisine 5 Eylül 1803/18 Cemaziyelahir 1218 tarihli vakıf tahsis edilmiştir. İlk
tamiratından yaklaşık 128 yıl sonra, 1892-93/1308 yılındaki tamirinde ise girişin sol
tarafına tuğla bir minare ilave edilmiştir. 1935’de mevcut olduğu bazı haritalarda
görülen cami, seksenli yılların sonuna kadar sadece minare kaidesinin durduğu bir arsa
haline dönüşmüştür. Emin Türkeli’nin girişimleri ve Remzi Kökler (Resim 17)’in
32 “İhsaniye Camii”, Dünden Bugüne…, C.8, s.215; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.218. 33 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.228.
17
annesi Elmas Hanım hayrına yapmış olduğu maddi katkılarla 1988 yılında caminin
yeniden yapımına başlanmış ve 1989 yılında tamamlanarak ibadete açılmıştır.
Cami, meyilli bir arazide
bulunduğundan, fevkânidir. Alt ve
üst pencereli olup alttakiler ahşap,
üsttekiler vitraylıdır. Alt
pencerelerin üstüne kadar çinilerle
kaplı olan camide kalem işleri ve
hat gibi tezyini unsurlarla
mükemmel bir atmosfer
oluşturulmuştur. Mihrabın içi ve
çevresi çinilerle süslenmiş iken
minber ve kürsü tamamen ahşaptır.
Minaresi sağda olan caminin bir lojmanı, şadırvanı, tuvaleti ve aynı sokakta bir de
arsası vardır. Camide hazire bulunmamaktadır.34
Resim 15 Küçük İhsaniye Camii.
Salih Efendi
Türbesi, Mustafa Nevzat
Eczacılık Tıp ve Kültür
Evi’nin altında, Köprülü
Konak olarak bilinen
Mabeyinci Hafız Mehmet
Bey Konağı’nın karşısında,
Bestekar Selahattin Pınar
Sokağı ile Hafız Mehmet
Bey Sokağı’nın birleştiği
köşede bulunmaktadır. Üzeri
açık olan türbe içerisinde biri Salih Efendi’ye diğeri Hafız İbrahim Efendi’ye ait o
Resim 16 Salih Efendi Türbesi.
lmak
üzere iki lahit yer almaktadır.
El-Abbasî, el-Kureyşî, El-Merakeşî ve el-Mağribî olarak adlandırılan Salih
Efendi’nin türbenin bulunduğu İhsaniye Mahallesi’ne gelişi Sultan III. Mustafa (1757-
1774) dönemine rastlamaktadır. Üsküdar’a gelmeden yapmış olduğu uzun yolculuk
34 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.219.
18
esnasında Şazeliye, Bayramiyye-i Nakşibendiye gibi tarikatlardan ve pek çok Allah
dostundan istifade etmiştir. Üsküdar’a geldiğinde Sultan III. Mustafa kendisine türbenin
bulunduğu yeri ikram etmek istese de kabul etmemiş, satın alarak zaviye olmak şartıyla
vakfetmiştir.35
-Allahu Bi-lûtfihi. Sene sitte ve semanîn ve mie ve elf Şaban 10”
yazmaktadır.
e
Şam Kadısı iken 1797/1212’de vefat
türbedar meşrutası bulunmaktadır. Türbe
a
harap haldeydi. 2007 y
7’de Tekke’nin bugünkü şeyhi Bedrettin Efendi ve Küçük İhsaniye
Camii’
vezir Haydarpaşa’nın
tasarruf
yıktırılmıştır.37 Yıktırılan Haydarpaşa Camii’ne karşılık 1995 tarihinde demiryolunun
6 Kasım 1772/10 Şaban 1186 tarihinde vefat eden Salih Efendi’nin şahidesi
üzerinde; “Kad intekale min dâri’l-fenâ İlâ dâri’l-beka. Âlim el-merhum el-mağfur El-
Merakeşî eş-şeyh Salih ibn-i Yahya bin Yusuf el-Abbasî el-Kureyşî El-Merakeşî el-
mağribî ahsen
Salih Efendi’nin yan tarafında is
eden Hafız İbrahim Efendi
bulunmaktadır.
Türbe bahçesi içerisinde iki katlı ahşap
ve meşruta, ilk gördüğüm 2006 yılınd
ılında türbe ve
meşruta yeniden düzenlendi.
Resim 1
Resim 17 Şeyh Bedrettin Efendi ve Remzi Kökler.
ni son haliyle yaptıran Remzi Kökler görünmektedir.
Haydarpaşa Camii; İngiliz Mezarlığı ile Haydarpaşa Garı arasında
bulunuyordu. Mehmet Efendi tarafından Sultan III. Mustafa dönemi Cebehane Ocağı
memurlarından olan babası Ömer Efendi’nin ruhu için 1780 yılında yaptırılmıştır.
Bulunduğu yer aslında sultan bahçelerinden biri olduğu halde
una geçmiş ve camii de vezirin ismiyle anılır olmuştur.36
Cami, 1873 tarihinde Haydarpaşa-İzmit tren hattının yapımı sırasında
35 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.381. 36 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.241. 37 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.162.
19
diğer tarafına yeni bir cami yaptırılmıştır. Haydarpaşa Camii, Manisa’nın meşhur
Karaosmanoğulları ailesinden Hacı Eyüp Ağa tarafından tecdiden tamir edilmiştir.38
Musahip Ali Ağa Namazgâhı; Osmanlı mimarisinde bulunan farklı bir yapı
tipinin en güzel örneklerinden biridir. 1654/1064 yılında yaptırılan çeşme ile namazgâh
aynı yapıda bir araya gelmişlerdir. Çeşmenin yüksek alınlığı mihrab vazifesi görüyordu.
Çeşme, Selimiye Kışlası’nın nizamiye kapısının iç tarafında bulunmaktadır. Çeşme
arkasında kare planlı geniş bir podyum olarak düzenlenen namazgâh ise bugün mevcut
değildir.39
Ayşe Hanım Namazgâhı; Çiçekçi semtinde, Tıbbiye Caddesi ile Harem
İskelesi Sokağı’nın birleştiği yerde ve sokağın sağ köşesindeki 336 Ada 4 parsel sayılı
namazgâhtır. Karşısında Sultan III. Selim’in 1802/1217 tarihinde yaptırmış olduğu
büyük çeşme, sol tarafında meşhur Çiçekçi Kahvesi ve arka tarafında ise Karacaahmet
Mezarlığı’nın bir parçası bulunmaktadır.
Kabartma nakışlı zarif Namazgâh taşından 1767/1181 yılında yapıldığını
öğrenmekteyiz. Bu namazgâh taşının ön yüzünde;
Resim 18 Ayşe Veliyye Hanım Namazgâhı ön Resim 19 Namazgâhın diğer yüzü. yüzü ve arkada III. Selim Çeşmesi.
“Bismillahirrahmanirrahim
Küllema dehale aleyha Zekeriyyâ’l-mihrab”
38 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.210. 39 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.1008; İsmail Orman, “Osmanlı Çeşme Mimarisinde Namazgâhlı Çeşmeler ve Üsküdar’daki Örnekler”, Üsküdar Sempozyumu II, C.2, s.396.
20
yazarken arka yüzünde ise hayrat sahibinin kim olduğu bildirilmektedir:
“Sâhibu’l-hayrat Merhume Veliyyetu Ayişe Hanım rûh-ı Şerifi mukaddes ola amin”
Kitabesinde Ayşe Hanım’a ait olduğunu gördüğümüz namazgâh, kaynaklarda
“Silahşör Ahmed Bey ve Veliye Ayşe Hanım Namazgâhı” ismiyle de karşımıza
çıkmaktadır. 1766/1180 yılında vefat ettiği dikkate alındığında namazgâhın ölümünden
bir yıl sonra yapıldığı görülmektedir. Namazgâh, Ayşe Hanım’ın ölümünden sonra
kayın biraderi Silahşör Ahmed Bey tarafından yengesi adına yaptırılmıştır.
Namazgâh taşı ve seti, 1974’lere kadar etrafı demir parmaklıklarla çevrilerek
korunurken bu tarihlerden sonra sökülmüş ve yerine fıskıye yapılmıştır. Bugün İhsaniye
Muhtarlığı’nın tam önünde bulunan namazgâh, 2007 yılında Üsküdar Belediyesi
tarafından düzenlenmiş ve çevresi yeşillendirilmiştir.40
Saray çevresinde yapılmış olan Mescidlerden bugün hiçbir şey kalmamıştır.
Harem İskelesi’nin yapımı sırasında 1959 yılında yıktırılan Kavak İskelesi Mescidi’nin
arsası yola katılmıştır. Böylece bu dört Mescidin kaybolması üzerinden yarım asır
geçmiş olmaktadır. İhsaniye Mahallesi’nde yapılan İhsaniye ve Küçük İhsaniye
camileri ise tamirler sayesinde varlıklarını devam ettirmektedirler. Küçük İhsaniye
Camii, 1990 yılında yapıldığından yeri ve adı dışında eskiye ait hiçbir şey
bulunmamaktadır. Ayşe Hanım Namazgâhı, Üsküdar Belediyesi tarafından yeniden
düzenlenerek kaybolmaktan kurtulmuştur.
17. yüzyılda çeşme ile birlikte yapılan Musahip Ali Ağa Namazgâhı, dönemin
özelliklerini yansıtmaktadır. Ankara Asfaltı yapılırken yeri değiştirildiği için bugün
sadece çeşmesi durmaktadır. Ayşe Hanım Namazgâhı ise yukarıda belirtildiği gibi
belediye tarafından düzenlenerek belirgin hale getirilmiştir.
3.2. KAMU YAPILARI Bu bölümde kamu yapıları adı altında çeşmeler önemli yer tutmaktadır. İlki
Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait olup ismini taşıdığı ocakla birlikte
incelenmektedir. 17. yüzyıla ait olan çeşme bir namazgâh çeşmesidir. 18. yüzyıla ait
40 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.998; Mustafa Özdamar, “Üsküdar Namazgâhları”, Üsküdar Sempozyumu I, s.103-104.
21
olan iki çeşmeden biri mahalle, diğeri ise şadırvan çeşmesidir. Çeşmelerden sonra
bölgede sahil boyunca yerleştirilmiş iskeleler ele alınmaktadır.
Tazıcılar Ocağı; Esb-i Tazı denilen cins atlar yetiştirmek için Kanunî Sultan
Süleyman (1520-66) devrinde kurulmuş bir ocaktır. Tazıcılar Ahırı da denmektedir.
Dönemin mimarı Mimar Sinan’ın eseri olmalıdır.
Mimar Kasım Ağa tarafından 3050 kuruş harcanarak tamir edilen ahırlar,
zamanla harap olduğu için 1843/1259’de Sultan Abdülmecit (1839-61) ve 1891-
92/1309’da Sultan II. Abdülhamit (1879/1908) tarafından da tamir ettirilmiştir. Son iki
tamire ait kitabeler mevcuttur. Ahır kapısı üzerinde bulunan bu kitabeler, ahırın
yıkılması esnasında 1950 tarihinde ocağa ait çeşme üzerine alt alta yerleştirilmişlerdir.
Sultan Abdülmecit (1839-61)’in tuğrası da sonradan kazınmıştır.41
Manzumesi Şair Lebib Mehmet Efendi’ye, hattı Yesarîzâde Mustafa İzzet
Efendi’ye ait üç satır halindeki oniki mısralı Sultan Abdülmecit Han (1839-61) dönemi
tamir kitabesi (Kitabe 5)’nde şu tarih bulunmaktadır;
Bu târîhi Lebibâ askeriye eyledim müjde
Bu ıstabl-i metîni yapdı Şah Abdülmecîd ala
1259
Bu kitabe altında ise Sultan II. Abdülhamit (1879-1908)’in 1891-92/1309’da
yaptırdığı tamir kitabesi (Kitabe 6)’nin son iki mısrası ise şöyledir;
Temâşâ eyleyüb tarihini yazdı kulu Muhtar
Bu ıstablı Hamid Han eyledi i’mar ü esb-âbâd
1309
Tazıcılar Ahırı’nın 1891 tarihindeki
durumu hakkında Haskan; “Tazıcılar ahırına,
Hasip Paşa Çeşmesi karşısındaki ahşap büyük
kapıdan geniş bir avluyla giriliyordu. Dört
tarafında, önünde ahşap sütunlu bir revakın
bulunduğu ahırlar vardı. Çatısı kiremit döşeli
olup ahşaptı.” bilgilerini vermektedir.42
Harita 1 Kavak Deresi Köprüsü.
41 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1174. 42 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1175.
22
Tazıcılar Ocağı avlusunda; ocak ve ocağa ait Mescid ile birlikte yaptırılan bir de
çeşme bulunmaktadır.43 Ahırların ortasında kalan bu meydan çeşmesi, kesme taştan
yapılmıştır. Tonoz çatılı olan çeşmede şekilli olmayan bir silme saçak vazifesi
görmektedir. Dört tarafını çeviren mermer yalaklar günümüze gelememiştir. Çeşmenin
üç yüzünde birer lüle yeri görülmektedir.
Tazıcılar ahırının sağ tarafından Kavak Deresi akmaktaydı. İki yanı bostan olan
bu derenin üzerinde bostanlara geçişi sağlayan bir de köprü vardı. Zamanla yok olan,
dere, köprü ve bostanlardan geriye bugün sadece Kavak Deresi Caddesi ismi kalmıştır.
Müsahip Ali Ağa Çeşmesi; Müsahip ve darüssaade ağası Ali Ağa tafafından
1654/1064 yılında klasik üslupta inşa ettirilmiş tek yüzlü bir duvar çeşmesidir.
Kitabeler, ayna taşı, yalaklar ve set taşları mermer iken çeşmenin cephesi ve duvarları
kesme taştır. Sivri kemerli bir niş, iki yandan sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Çeşmenin
inşa kitabesi bu kemerin üstündedir. İki satır ve üç sütun halinde düzenlenen bu
kitabenin araları rumi ve palmet istifleri ile doldurulmuştur. Ayrıca çeşmede bir tamir
kitabesi ile yapraklarla süslenmiş yarım daire şeklinde bir de tuğralık bulunmaktadır.
Çeşmenin yalak kısmı üç bölümden oluşmaktadır. Suyun kendisine aktığı orta
yalak, set taşları ile diğer iki yalaktan ayrılmakta ve aralarındaki su geçişi set
taşlarındaki kanallar tarafından sağlanmaktadır. Bu yalaklar hayvanların sulanabilmesi
için düzenlenmiştir.
Çeşmenin inşa kitabesi (Kitabe 7):
Kerbela cengin anub Hâtif dedi ançün tarih
Daima suyun içen içsun İmameyn aşkına”
1064
Tamir kitabesine (Kitabe 8) göre çeşme;
Nazifâ tarihin gördükde Şat çekdi ayağın
Yed-i pakiyle buldı şem’-i Nur mâ-i hayatı” Resim 20 Müsahip Ali Ağa Çeşmesi.
1262 (1846)
Sultan Abdülmecid’in eşi Şeminur Kadın tarafından 1846/1262 tarihinde onarım
geçirmiştir. Çeşmeler üzerine hazırlanan bir eserde Şeminur Kadın Abdülhamid’in eşi
43 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1174.
23
olarak gösterilmiştir.44 Çeşmenin yalağı ve set taşları bu tamiratta yenilenmiştir. 1895
yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Binası’nın inşası sırasında çeşmenin kaynağı ve
suyolu tahrip olmuş ve çeşme susuz kalmıştır. Ankara Asfaltı’nın açılışı esnasında
Haydarpaşa Lisesi ile Selimiye Kışlası arasında Kavak İskelesi’ne inen vadinin
ortasında bulunan çeşme yerinden sökülerek, Selimiye Kışlası yanından Harem’e inen
yolun bitimine taşınmıştır. Üzerine çıkmak için eskiden var olan merdiven bugün
yoktur.
1943 yılında yayınlanan bir eserde; çatısız olan çeşmenin kenarlarının kornişle
çevrelendiğini ve bu kornişlerin kısmen döküldüğünü, teknenin yere gömülü olduğunu
ve musluğunun koparıldığını hem okumakta hem de yer verilen fotoğraftan
görmekteyiz. 1970’li yıllardaki durumu ise onarım yeni yapıldığını söylemektedir.45
Tunusbağı Menzil Çeşmesi; Ethem Paşa Sokağı’nın Tunusbağı Caddesi ile
birleştiği köşede bulunmaktadır. Çeşmenin hemen ilerisinde Tıbbiye Caddesi’ne
geçilmektedir. 1681/1092 yılında yapılan çeşme tamamen kesme taştandır. Ayna taşı ise
mermerdendir. Çeşme üzerinde iki tane kitabe bulunmaktadır. Asıl kitabe Ethem Paşa
Sokağı’na bakan cephede iken tamir kitabesi caddeye bakan cephededir. Kemeri
üzerinde bulunan tamir kitabesinin iki tane rozet arasına yerleştirildiği görülmektedir.
1681/1092 tarihinde yapılan bu çeşmenin banisi bilinmemektedir fakat kitabede
geçen “sâhibetü’l hayrat” ifadesinden bir hanıma ait olduğu anlaşılmaktadır. Kitabenin
(Kitabe 9) son iki mısrası şöyledir:
Görecek dedim anın tarihin
Çeşme-i âb-ı hayat-ı ra’nâ
1092 (1681)
Çeşme yapımından 226 yıl sonra Hacı Faik Bey tarafından 1907/1325 tarihinde
tamir edilmiştir. Bu tamir sırasında çeşmenin asıl kitabesi ön cepheden alınarak bugün
bulunduğu yere konulmuştur.46 Tamir kitabesinin (Kitabe 10) son mısrası aşağıdadır.
44 “Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.8, s. 319; Nuran Kara Pilehvarian, vd., Osmanlı Başkenti İstanbul’da Çeşmeler, Yem-yayın, İstanbul 2000, s.54. 45 İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul çeşmeleri : Beyoğlu ve Üsküdar Cihetleri, Maarif Vekaleti, Ankara 1945, C.2, s.270; “Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.8, s. 319; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1124; İsmail Orman, a.g.m., C.2, s. 396; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54. 46 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1181-82.
24
Resim 21 İnşa Kitabesi Resim 22 Tamir Kitabesi
Def’a-i sâniye olarak ihya eylediği çeşmedir. Fî gurre-i Ramazan-ı şerif, sene
1325
Resim 23 Tunusbağı Menzil Çeşmesi.
Hafız İsa Ağa Çeşmeleri; Sultan III. Osman (1754-57) tarafından İhsaniye
Mahallesi ile beraber 1755/1169 tarihinde yaptırılan Büyük İhsaniye Camii’nin batı
tarafındadır. Hafız İsa Ağa tarafından 1824/1240 yılında şadırvan olarak inşa edilmiştir.
Her gören der barekallah görmedik
Böyle zîba çeşme-i Kevser-nişan
1240 (Kitabe 11)
Büyük bir meydan çeşmesi gibi yapılan bu çeşme, büyük bir hazneye sahiptir.
Kuzey cephesinde beş, batı cephesinde dört musluk vardır. Her birinin de mermer ayna
taşı bulunmaktadır fakat bugün sadece kuzey cephesindeki çeşmeler hizmet
25
vermektedir. Batı cephesindekiler ise körlenmiş bir halde cami görevlilerinin lojman
girişleri içerisinde kalmaktadır.
Çeşme, 1883/1301’te Serasker Namık Paşa’nın oğlu Cemil Paşa tarafından tamir
edilen çeşmeye mermer abdest teknesi ile birlikte saçak da yapılmıştır. İnşa kitabesi
altında bulunan tarihsiz kitabe ise bu tamire aittir. 47
“Ferikandan müteveffa Cemil Paşa hazretlerinin hayratıdır.
Hatice Sultan Çeşmesi, İhsaniye Mahallesi’nde Bestekâr Selahattin Pınar
Sokağı’nda bulunmaktadır. Çeşme, 1764/1178 yılında Sultan IV. Mehmed’in
1743/1156 yılında vefat eden kızı Hatice Sultan adına yaptırılmıştır. Tek yüzlü bir
duvar çeşmesidir. Kesme taştan yapılan çeşmenin ayna taşı mermerdendir. Ayna taşı
üzerinde biri ilk inşa diğeri ise tamir olmak üzere iki kitabe bulunmaktadır.
Çeşme üzerindeki inşa ve tamir kitabeleri:
“Sahibü’l hayrat ve’l hasenat merhume ve mağfurün leha
Cennet mekân Şrdevs-aşiyan Hatice Sultan Bintü’s-Sultan
Mehmed Han aleyhimer’-rahmeti ve’l-ğufran
1764/1178
Muvaffak oldu tamir-i çeşmeye İffet Nihal
Haznedar usta-i devlet pür kerem Şevk-ı Nihal”
1258/1842 Ketebehu Mehmed Tahir Resim 24 Hatice Sultan Çeşmesi.
İlk tamirini 1842/1258 yılında gördüğü üzerindeki kitabeden anlaşılan çeşme
son tamirini ise 2007 yılında görmüştür.48
Ele aldığımız üç çeşme de bugün varlıklarını devam ettirmektedirler. Hatice
Sultan Çeşmesi ile aynı tarihlerde bu bölgede bir çeşmenin daha yapıldığı söylense de
günümüze gelememiştir. Bu çeşmeye yakın ve deniz tarafında olduğu düşünülse de tam
olarak yeri de bilinmemektedir.
47 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.270, s. 418; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1076. 48 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54.
26
İskeleler: Üsküdar Harem Bölgesi’nde dört önemli iskele bulunmaktadır.
Bunlardan üç tanesi Bizans dönemine tarihlenmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın
yazlık saray yaptırmasıyla tekrar
işlerlik kazanmışlardır. Kuzeyden
güneye doğru sırasıyla; Üsküdar
Sarayı İskelesi veya İhsaniye
İskelesi, Harem İskelesi, Kavak
İskelesi ve Haydarpaşa
İskelesi’dir.
Kanunî döneminde yapılan
Üsküdar Sarayı İskelesi,
İhsaniye İskelesi olarak da
bilinmektedir. İskelenin üst
tarafında yer alan Hatice Sultan
Sarayı, Üsküdar Sarayı olarak da
anılmaktaydı.49 Sultan III. Osman
döneminde sarayın yıktırılıp yerine
İhsaniye Mahallesi’nin
kurulmasıyla iskeleye İhsaniye
İskelesi denmeye başlanmıştır.
1802 tarihli İstanbul Kayıkçı
Esnafı Sayım Defterlerine göre bu
iskelede 16 kayık hepsi müslüman
olan 23 kayıkçı bulunmaktaydı.
Harita 2 İhsaniye ve Harem İskeleleri.
50 Harita 3 Kavak ve Haydarpaşa İskeleleri.
İskele ile saray bağlantısını sağlayan yol, bugün merdiven halindedir. Yakın
zamana kadar kalıntıları duran iskele bugün mevcut değildir. Çocukluğundan bu yana
mahallede yaşayan yaşlı sakinler, merdivenlerden inerek iskele yerinde yüzdüklerini
anlatmaktadırlar.
Harem İskelesi, bölgenin isimlendirilme sebeplerinden biri olan Heraeum
Sarayı iskelesiydi. Sultan III. Selim tarafından onarılan iskelenin eski yeri Harem
49 Bkz. Üsküdar Sarayı. 50 Mehmet Mazak, “1802 Tarihli Üsküdar İskeleleri ve Üsküdar Kayıkçılarının Demografik Yapısı”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.66.
27
Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii’nin hemen önünde idi. Kırım Savaşı esnasında
İngiliz askerleri tarafından yenilendiği bilinen iskele, 1956-58 yıllarında doldurularak
bugünkü halini almıştır.51 Hatta bölgede bulunan Kavak İskelesi Mescidi, Harem
İskelesi’nin yapımı sırasında yıktırılmıştır.52
Osmanlı Devleti hükümdarlarından Orhan Gazi (1326-1359)’nin Bizans
İmparatoru ile bu iki iskeleden birinde görüştüğü rivayet edilmektedir.53
Üsküdar Sarayı’nın Kavak Sarayı olarak isimlendirilmesine sebep olan Kavak
İskelesi, bir gümrük iskelesidir. Yapımı kesin olarak bilinmemekle beraber Kanuni
Sultan Süleyman döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir.54
Bölgemizde bulunan bir diğer iskele ise Haydarpaşa İskelesi’dir. Özellikle
ordunun kullandığı bu iskele, Roma ve Bizans dönemlerinde de bulunmaktaydı. Gar ve
liman yapımları esnasında denizin dolmasıyla yeri değişen iskele, aynı isimle bugün de
hizmet vermektedir.
3.3. SİVİL MİMARİ Harem bölgesinin ve hatta Üsküdar’ın yıldızını parlatan meşhur Üsküdar/Kavak
Sarayı ve diğer saraylar ele alınmaktadır. Sarayların banileri, yapılış tarihleri, zaman
içerisinde uğradıkları değişiklikler, son durumları vb. konular ulaşılan bilgiler ışığında
açıklanmaktadır. Sarayların sultanlar tarafından kullanılma şekilleri ve saraylarda
meydana gelen önemli hadiselere de değinilmektedir. Ayrıca 18. yüzyılın ilk yarısında
yapıldığı düşünülen ve 1922 yılında yanan özel bir konak da incelenen eserler
arasındadır. Başlık numarası verilmeyen konak, kalın karakterlerle belirgin hale
getirilmiştir.
Üsküdar Sarayı; ismiyle anılan saray veya saraylar topluluğu, Üsküdar
tarihinin en tartışmalı konularından biridir. Ne acıdır ki İstanbul’un üçüncü büyük
sarayı olarak zikredilen bir yapının günümüze gelmesi bir yana kaynaklarımızda bile
yeterince yer almamaktadır. Havasının ve manzarasının güzel olması sebebiyle bu
bölge; Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de değerlendirilmiştir.
Buraya ilk Osmanlı izlerini, bir döneme haklı olarak damgasını vuran Mimar Sinan
eliyle, Kanuni Sultan Süleyman bırakmıştır. Kanuni döneminde yapılması ve Mimar
51 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1492. 52 Bkz. Kavak İskelesi Mescidi. 53 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1492. 54 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1493.
28
Sinan’ın eseri olmasına rağmen ilk
saray hakkında yeterince bilgi
sahibi olamadığımız gibi bundan
sonrasını da tüm detaylarıyla
bilmemekteyiz.
Araştırmacılarımız yerli ve
yabancı kaynaklar içerisinden
adeta cımbızla cümle, hatta kelime
seçerek konuyu aydınlatmaya
çalışmaktadırlar. Seçilen bu cümle ve kelimeler ise kaçınılmaz olarak sarayın adı ve
yeri gibi konularda farklı tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
Haydarpaşa İskelesi ile Salacak arasındaki bölgede pek çok saray, köşk ve
kasrın bulunduğu bilinen bir gerçektir. Üsküdar ve Kavak Sarayı, üzerinde çalıştığımız
bölgede bulunan iki önemli saray ismidir. Her iki saray ismi ile de aslında aynı yapı
kastedilmektedir.55 Konu ile ilgili az sayıda arşiv belgesi, kısa seyyah notları, birkaç
tasvir ve tarihi bazı kayıtların bulunması saray hakkında sağlıklı bir değerlendirme
yapılması için yetmemektedir. Bu durum sarayları inceleyen bütün kaynaklarımızın,
haklı olarak bir şikayet konusudur ve bölgenin araştırılmaya muhtaç olduğunun da
önemli bir kanıtıdır.
Kaynaklarımızda; Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı ilk
saray, ne zaman yapıldığı bilinmeyen İhsaniye İskele Sokağı’ndaki Hatice Sultan Sarayı
ve Has Bahçe içerisinde sonradan yapılan eklerle meydana gelen “saray kompleksi”56
Üsküdar Sarayı olarak isimlendirilirken, aynı zamanda yine ilk yapılan saray, Mehmed
Paşa Kasrı ve saray kompleksine Kavak Sarayı ismi verildiği de görülmektedir. Eski
Saray ve Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’daki üçüncü büyük hanedan sarayı olan
Üsküdar Sarayı, ilk yapılan saray ve dolayısıyla Has Bahçe içerisinde sonradan yapılan
kasır ve köşklerden oluşan kompleksin genel adıdır. Hatice Sultan Sarayı ve Mehmed
Paşa Kasrı kompleksin birer parçasıdır. Kavak Sarayı ise, bölgedeki değişiklikler
nedeniyle zaman zaman Üsküdar Sarayı yerine kullanılan bir isimdir.57
55 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, a.g.e., s.34; Tülay Artan, K. Neumann Christoph, “Kavak Sarayı”, Dünden Bugüne…, C.4, s.494; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1445; İ. Aydın Yüksel , Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 2004, C.II, s. 495. 56 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s. 494. 57 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445.
29
Bazı kaynaklarda sarayın yapım tarihi olarak 1555 tarihi58 verilse de “Saray-ı
Üsküdar, ahd-ı Süleyman Han’da bina olunmuştur. Fî sene 958” ifadesinden anlaşıldığı
üzere Osmanlı Devleti döneminde bölgeye ilk saray, Kanûni Sultan Süleyman (1520-
1566) tarafından 1551 tarihinde yapılmıştır. Dönemin mimarı Mimar Sinan olduğu için
saray hakkında Tezkiretü’l Ebniye’de “Saray-ı Üsküdar müceddeden binâ olındı.”
denmektedir.59
Mimar Sinan’a kârgir olarak yaptırılan bu saray devrinin en güzel çinileriyle
süslenmiştir.60 Taştan yapılmış bir göçebe karargahı manzarası gösteren Topkapı
Sarayı, sağlam, rasyonel ve mütevazi ölçüleri dikkate alındığında çağının herhangi bir
Avrupa senyörünün şatosu yanında gösterişsiz kalmaktadır. Enlemesine, yatık, toprağa
yakın planlanan bu saray,61 sayfiye olarak kullanılan Üsküdar Sarayı’nın devrinin en
güzel çinileriyle süslenmesine rağmen basit yapılardan oluştuğunu göstermektedir.
Saray bahçesinin sınırları oldukça geniş olup, bugünkü Selimiye ve İhsaniye
mahalleleri içinde kalıyordu. Etrafı duvarlarla çevrili olan bahçenin dışa açılan dört
kapısı vardır. Yapıldığı yıllarda Salacak’ın merkeze yakın bir köy olduğu düşünülürse
saray, Üsküdar’ın epey dışında kalmaktadır. Kadıköy ile arasında ise Haydarpaşa
Bahçesi ve Kasrı vardır. Yaklaşık olarak 90.000 metre karelik bir alanı kaplamaktadır.
Sultan II. Selim (1566-1574) döneminde bir köşk ilave edilirken, Sultan III.
Murad (1574-1595) döneminde de saray ciddi bir tamirat geçirmiş ve bazı eklemeler
yapılmıştır. Sultan Selim Köşkü ile tamirat esnasında yapılan yapılan Sultan Murad
Köşkü de Mimar Sinan’ın eserlerindendir. Ayrıca sarayın ilk yıllarında yapılan Mimar
Sinan’a ait üç tane hamam bulunmaktadır.62
58 Kömürciyan, a.g.e., s.300. 59Sai Mustafa Çelebi, Yapılar Kitabı: Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye, (Tıpkıbasım-Çeviriyazı-Eleştirel Basım: Hayati Develi), Koçbank, İstanbul 2002, s.184. 60 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, a.g.e., s.31. 61 Selçuk Mülayim, Ters Lale Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2001, s.89. 62 Aptullah Kuran, “Tezkerelere Göre Mimar Sinan’ın Eserleri”, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri,”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988, C.1, s.164.
30
Sultan I. Ahmed (1603-1617) döneminde saraya bir cami eklendiği
görülmektedir.63 Sultan IV. Murad (1623-1640) tarafından 1636’da Revan Köşkü ve
1639’da Bağdat Kasrı yapılmıştır. Bu dönemde gerçekleştirilen onarım ve eklemelerle
saray, padişahların daha uzun süre burada kalmalarına imkân vermeye başlamıştır. Bu
devirde Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi burada da bir Revan Köşkü yapılması, ahırlar
inşası ve burada sürekli nöbetçi olarak kalan teberdaran dairelerinin onarımı 17.
yüzyılda sarayın önemsendiğine ve sık sık kullanıldığına işaret etmektedir. “1704’te
Sultan III. Ahmed (1703/1730) tarafından yaptırılan onarımlar öncesinde hazırlanan bir
keşif defterinden burada Mehmed Paşa Kasrı, deryaya nazır ve deniz kenarında bulunan
münhedim kasırlar, haremde hasoda, büyük şadırvanlı, dehlizli ve direkhaneli bir
divanhane, camekânlı bir hamam, Revan Köşkü, bir bülbül kasrı, Sultan Ahmed Odası,
valide sultana ait bir kış odası ve kaşili bir oda, dehlizli bir soba odası, denize karşı
çinili bir şahnişin odası ve efendilere, horendelere ve darüssaade ağasına ait çeşitli
odalar ile, kafesli bir köşk ve yakınında bir havuz, bahçe kenarında da bir hasoda
bulunduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen mahallerden mekân organizasyonu tam olarak
anlaşılamasa da Kavak Sarayı’nın tam teşkilatlı bir Osmanlı sarayı olduğu
görülmektedir.”64
Resim 26 Kavak Sarayı.
63 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1447. 64 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s.494.
31
1721-29 yıllarında mimar Kayserili Mehmed Ağa tarafından Valide Sultan
Dairesi’nin kârgir duvarı ile Sultan Süleyman, Revan ve Servi Kasırları onarılmıştır.65
Sultan III. Osman (1754-1757) dönemine gelindiğinde Has Bahçe içinde yer
alan Hatice Sultan Sarayı yıktırılmış ve arazisi halka dağıtılmıştır. Bu süreçte bölge,
halka açılmış ve “İhsaniye” ismini almıştır. Sultan III. Osman tarafından yaptırılan cami
ile Mescid tamiratlarla bugüne dek ayakta kalmayı başarmışlardır.
Üsküdar Sarayı, hangi tarihten itibaren Kavak Sarayı ismiyle anılmaya başlandı
belli değildir. Yakınına bir Gümrük Teşkilatı’nın kurulmasından sonra Kavak Sarayı
isminin kullanıldığı söylenmekte fakat bu teşkilatın ne zaman kurulduğu
bilinmemektedir. Sultan III. Ahmed
(1703-1730) döneminde hazırlanan
Üsküdar Su Yolu Haritası’nda geçen
“Şevketlü efendimizin Kavak’ta vaki’
saray-ı Hümayunudur” ifadeleri Üsküdar
Sarayı yerine Kavak Sarayı isminin ne
zaman kullanıldığına dair yaklaşık bir
tarih vermektedir. En azından 18. yy.
başlarına kadar indirilmektedir. Resim 27 Üsküdar Suyolu Haritası.
Kanuni sultan Süleyman döneminde yapılan sarayın çeşitli bölümlerinde 18.
yüzyıl boyunca onarımlar sürdürülmüşse de, bu dönemde saray genel olarak ihmal
edilmiş, bazı köşkler tamamen bakımsız bırakılmıştı. 18. yüzyılda Osmanlı padişahları,
hanedan ve devlet ricali Boğaziçi’nin Avrupa sahiline ilgi göstermiş, burada hızla yeni
sahil saraylar, köşkler ve biniş kasırları inşa edilirken Anadolu sahilindeki hasbahçeler
ve köşkler bir ölçüde terk edilmişti. Boğaziçi kıyılarının rağbet görmesiyle saray
terkedilmiş ve 18. yüzyıl sonlarında harap bir durumda iken Sultan III. Selim (1789-
1807) tarafından Nizam-ı Cedit kışlalarının yapımı için yıktırılmıştır.
Padişahlar ve saray halkı yaz aylarında bu saraya göç ederek İstanbul’un boğucu
havasından uzaklaşırlardı. Dinlenmenin de ötesinde Sultan I. Ahmed, divanın bu
sarayda toplanmasını, devlet işlerinin buradan yürütülmesini teklif etmiş fakat;
“Padişahım, ecdad-ı a’zamınız zamanında olmuş değildir. Divan yine İstanbul’da
65 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1447.
32
olsun.” denilerek kabul edilmemiştir. Yine aynı padişah döneminde Felemenk elçisinin
bu sarayda kabul edildiği görülmektedir.66
Sultan IV. Murad’ın Revan Seferi’ne gidiş ve dönüşünde (10 Mart 1635- 27
Aralık 1635) Üsküdar Sarayı kullanılmıştır. Sefer öncesinde padişahın tuğu Üsküdar
Bahçesi’ne çıkarılmıştır. Sefer dönüşünde ise İzmit’ten kadırgaya binen padişah,
Üsküdar Sarayı İskelesi’ne gelerek saraya girmiş ve tebrikleri burada kabul etmiştir. Bu
seferin hatırası olarak da 1636 yılında Revan Köşkü yapılmıştır. Ayrıca IV. Murad,
Beykoz taraflarında av yaparken hastalanmış, bu saraya gelerek on gün kadar istirahat
etmiştir.
Üsküdar Sarayı’nın, 1649’da Gürcü Nebi ve 1658’de Abaza Hasan Paşa
isyanlarında heyecanlı ve korkulu günlere tanık olduğu da bilinmektedir.
1704’te Sultan III. Ahmed tarafından yaptırılan onarımlar öncesinde hazırlanan
bir keşif defterinden burada Mehmed Paşa Kasrı, deryaya nazır ve deniz kenarında
bulunan münhedim kasırlar, harem hasoda; büyük şadırvanlı, dehlizli ve direkhaneli bir
divanhane, camekânlı bir hamam, Revan Köşkü, bir Bülbül Kasrı, Sultan Ahmed Odası,
valide sultana ait bir kış odası ve kaşili bir oda, dehlizli bir soba odası, denize karşı
çinili bir şahnişin odası ve efendilere, horendelere ve darüssaade ağasına ait çeşitli
odalar ile kafesli bir köşk ve yakınında bir havuz, bahçe kenarında bir hasoda
bulunduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen mahallerden mekân organizasyonu tam olarak
anlaşılamasa da Kavak Sarayı’nın tam teşkilatlı bir Osmanlı sarayı olduğu
görülmektedir. 1732’de Kavak Sarayı bahçesinde düzenlenen bir arz merasimi, buranın
İstanbul sarayları içinde ne ölçekte kullanılmış olduğuna dair son bir ipucu
olmaktadır.67
Mehmet Paşa Kasrı, Selimiye Kışlası’nın arkasında Talimhane Meydanı adı
verilen, Kavak İskelesi ile Harem İskelesi arasında kalan bir tepe üzerinde bulunuyordu.
Denize bakan tarafı dik bir yar idi ve deniz, yakın bir tarihe kadar bu tepenin eteğine
kadar sokuluyordu.68
Mehmet Paşa Sarayı/Kasrı/Köşkü isimleri Üsküdar Bahçesi içinde yer alan aynı
yapı için kullanılmaktadır. Üsküdar Sarayı’nın bir ünitesi olan ve zaman zaman Kavak
Sarayı olarak da anılan yapıyı Mehmet Paşa Kasrı ismiyle incelemek uygun
66 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1446. 67 Tülay Artan, a.g.m., C.4, s.494; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445. 68 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1370, 1445 .
33
görülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) döneminde Mimar Sinan tarafından
yapılan bu kasrın hangi tarihten sonra Kavak Sarayı ismiyle anılmaya başlandığı ise
bilinmemektedir.
Suyolları ile birlikte 1733/1146 yılında Kayserili Mehmet Ağa tarafından tamir
edilen Mehmet Paşa Kasrı, Sultan III. Mustafa (1757-1774) döneminde tamir
ettirilmiştir. Bu tamirattan sonra sultanın ara sıra gelip dinlendiği ve huzur bulduğu bir
yer olmuştur.69
Sultan III. Selim’in sır kâtibi Ahmet Efendi tarafından tutulan ‘Ruzname’,
“…Kavak Sarayı’nda Mehmed Paşa Kasrı’na teşrif buyurdular. Üsküdar’da Kavak
Sarayı’nda vaki’ Mehmed Paşa Kasrı…” vb. ifadelerle kasrın Kavak Sarayı içerisinde
bir ünite olduğunu göstermektedir. Sultan III. Selim, çok beğendiği bu sarayı istirahat
etmek ve kışladaki askerin talimini görmek için yıktırmamış ve her gelişinde güreş
tutturmakla birlikte tüfek ve ok yarışları da yaptırmıştır.70 Selimiye Kışlası yapılırken
yıktırılmayan, Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında yanmaktan kurtulan kasır, Sultan
Abdülmecid (1839-1861) devrinin sonlarına gelindiğinde yıkılmıştır.71
Hatice Sultan Sarayı; İhsaniye İskele Sokağı üzerinde bulunan sarayın tam
olarak kaç yılında yapıldığı meçhul olan bir saraydır. Patrona Halil İsyanı (1730)
esnasında Sultan III. Ahmed ve Damat İbrahim Paşa’nın bu sarayda bulundukları, bütün
devlet erkânının toplanarak durumun müzakere edildiği bilinmektedir. Genelde Mehmet
Paşa Kasrı, Kavak Sarayı ismiyle anıldığı gibi Hatice Sultan Sarayı da Üsküdar Sarayı
olarak anılmıştır. Üsküdar Sarayı bahçesinde bulunan saray, saraylar topluluğunun bir
parçasıdır.
Sultan III. Osman döneminde (1754-57) Hatice Sultan’ın vefatından yaklaşık 14
yıl sonra yıktırılmıştır. Bu sarayın yıktırılarak arsasının halka ihsan edilmesiyle ilgili
olarak kaynaklarımızda farklı bilgiler bulunmaktadır. Bugünkü İhsaniye Mahallesi’ni
Sultan III. Osman veya Sultan III. Mustafa’nın eseri olarak gösterenler yanında Sultan
III. Selim’e atfedenler de bulunmaktadır.72
69 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1375. 70 Ahmed Efendi, Ruzname, (Haz.: V. Sema Arıkan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993, s.89,127,165,335. 71 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1376. 72 P.Ğ İncicyan, İstanbul Tarihi, (Terc.: Hrand Andreasyon), s.136; Sarkis Sarraf Hauhannesyan, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi, s.68; İ. Aydın Yüksel, a.g.e., C.II, s.495; Semiha Ayverdi, a.g.e., s.396; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1448.
34
Dürrizâdeler Konağı; Üsküdar’ın en büyük ve en meşhur ahşap konaklarından
biridir. Dürrî Mehmet Efendi tarafından İstanbul kadısı bulunduğu (1719-20/1132)
yıllarda yaptırıldığı düşünülmektedir. Paşakapısı mevkiinde ve Üsküdar Paşakapısı
Ceza Evi, Üsküdar Adliyesi, Paşakapısı Orta Okulu ve Üsküdar Burhan Felek
Lisesi’nin üzerinde bulunduğu geniş alanı kaplıyordu. Harem ve selâmlık kısımlarından
oluşan bu konağın çok güzel bir manzarası vardı.
Şeyhülislâm Arif Efendi’nin oğlu Abdullah Efendi 1822/1238 tarihinde vefat
etmesinden bir müddet sonra konaklar istimlâk edilerek, 25 Haziran1832/26 Muharrem
1248 yılında kabul edilen Müşirlik Dairesi kurulmuş ve 1835/1251’te de burada
“Anadolu Redifi Ser Askerliği” tesis edilerek ‘Bab-ı Ser-askeri-i Anadolu’ adı
verilmişti.
Mutasarrıflığın tesis edilmesiyle de bu konaklardan biri mutasarrıfa, diğeri de
Şer’iye Mahkemesi’ne verildi. 1847/1263 tarihinde Mutasarrıflık binasının yerine
Paşakapısı Mektebi Rüşdiyesi’nin yaptırılması üzerine Mutasarrıflık, Doğancılar Parkı
karşısında bugün SSK Dispanseri’nin bulunduğu yerdeki büyük ahşap konağa
taşınmıştır. Şer’i Mahkeme olarak kullanılan ahşap yapı, şimdiki Üsküdar Adliyesi’nin
bulunduğu yerde idi. 1930’lardan bir müddet sonra yanan binanın yerine bugün mevcut
olan Adliye binası yapılmıştır. Binanın yapılması sırasında Adliye, Tosun Paşa Konağı
yerine yapılan III. Selim İlkokulu binasında vazife görmüştür. Adliye binası yanındaki
bina ise tamamen kârgir olup 1916 yılında hapishane olarak yaptırılmıştır. Mimar
Kemaleddin Bey’in eseri olup klâsik görünümlüdür. Cepheleri yer yer çinilerle
bezenmiştir. İçinde ayrıca bir de camii vardır.
Üsküdar İdadisi veya diğer adıyla Üsküdar Mülkiye İdadisi, 1847 tarihinde
kurulan Üsküdar Rüşdiyesi’nden sonra 1893/1309 yılında tesis olunmuştu. Okul,
Dürrizâdeler Konağı’nın harem kısmının tadil edilmiş şekli idi. İki katlı binanın altında
hamamı ve kârgir tonoz mahzenleri vardı.
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un işgali sırasında, tamamen ahşap olan
Jandarma Kumandanlığı binası ve yanındaki sonradan ilkokul olarak kullanılan bina
İngiliz askerleri tarafından işgal edilmiş ve 1922 tarihinde de yanmıştır. Bir müddet
sonra yanan bu binaların yerine şimdiki kârgir bina yapılmıştır.73
73Reşat Ekrem Koçu, “Dürrizadeliler Konağı”, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Ansikolopedisi Neşriyat, İstanbul 1968, C.9, s.4831; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1448.
35
Çiçekçi Kahvehanesi; Tıbbiye Caddesi ile Harem İskelesi Sokağı’nın birleştiği
yerde, Ayşe Veliyye Hatun namazgâhı yanında ve Sultan III. Selim Çeşmesi’nin
(1802/1217) tam karşısında bulunmaktadır. İsmini bulunduğu semtten almakta olup ne
zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bir rivayete göre Sultan III. Osman
(1754-57)’ın ara sıra tebdil-i kıyafetle bu kahveye gelmesi,74 kahvehanenin yapım
tarihini İhsaniye Mahallesi’nin kuruluş tarihi olan 1756/1169’a kadar götürmeye olanak
vermektedir.
Burhan Felek kahvehane hakkında şu bilgileri vermektedir: “Çiçekçi
Kahvehanesi köşede seddin üstünde bir küçük ahşap kahvehane idi. 3-4 ayak
merdivenle çıkılan ve şimal tarafı mezarlığa bakan set üzerinde idi. Yazın seddin üstü
serin olurdu. Kışın ise basık tavanı sebebiyle kahvenin içi iyi ısınırdı. Bu kahve Üsküdar
semtinin en meşhur kahvelerinden, adeta sosyal bir kulüp vasfında bir yerdi. Sonradan
hacca gittiği için Hacı denilen Ahmet isminde birisi tarafından işletilirdi. Ahmet, hem
kahveci, hem berberdi. Kapıdan içeri girilince solunda bir ayna ve birde berberkoltuğu
vardı. Tavana yakın bir yerde pirinç gerdan leğenleri asılı idi. Tâ delikanlığıma kadar
saçımı hep Hacı Ahmet kesmiştir. Koltuğunun yanında da kahve ocağı bulunuyordu.
(Hacı Ahmet’in çocukları iyi yetiştiler, yüksek mühendis oldular.) Kahve iki kısımdı.
Birisi 80-90 santim yüksek iç kısım. Burası çepeçevre peykelerle çevrilmiş ortada da bir
iki sandalye ve masa bulunanyüksek mahfildi. Burada mahallenin muteberanı otururdu.
Alt kısma da gene mahallenin esnaf tabakaları gelirdi. Bunlar üst kısımda konuşulanları
ibretle dinlerlerdi…”75
Çiçekçi Kahvehanesi, ilim, sanat, edebiyat ve marifet ehli kimselerin devam
ettiği, dedikodunun yapılmadığı önemli bir sohbet merkezidir. Üsküdarlı Ressam Hoca
Ali Rıza, Üsküdarlı Şair Talât Bey (öl. 1926), Muallim Naci(öl. 1893), Hattat İlmi
Efendi (öl. 1923), Mehmed Akif, Hattat Hakkı Bey (öl. 1946) ve Hattat Necmeddin
(Okyay) Efendi kahvehanenin müşterilerinden sadece birkaçıdır.
Meşrutiyetin ilanıyla birlikte başlayan İttihatçılık ve İtilafçılık akımları, samimi
dostları birbirine küstürmüştür. Zamanla kahvedeki sohbetler de ihmal edilince Çiçekçi
74 R.Ekrem Koçu, “Çiçekçi Kahvehanesi”, a.g.e., C.7, s.3960. 75 Burhan Felek, Yaşadığımız Günler, Milliyet Gazetesi, İstanbul 1974, s.82-83.
36
Kahvesi 1937-38 yıllarında kapanmıştır. Bir müddet sonra yıktırılarak yeni bir bina
yaptırılmıştır.76
76 Naciye Turgut, “Bir Zamanlar Üsküdar’dan Tarihe Düşen Notlar: Çiçekçi Kahvehanesi”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.87.
37
4. 19. YÜZYIL ESERLERİ Kanuni Sultan Selim ile başlayıp iki asırdan uzun bir süre devam eden saray ve
kasır gibi yapıların yerini, kışla merkezli ve çeşitli bir yapılaşma almaktadır. Bölüm
başlığı ‘19. yüzyıl’ eserleri olsa da başlangıç tarihi olarak Sultan III. Selim’in tahta
çıktığı 1789 yılı dikkate alınmakta ve Üsküdar-Harem bölgesinde Sultan III. Selim ile
birlikte başlayıp günümüzde de etkisini sürdüren yeni bir dönem anlatılmaktadır. Yüzyıl
içerisinde bölgede yapılan tüm eserler hakkında bilgi verilmektedir. Eserlerin bölgenin
şehirleşmesine olan katkısı bir sonraki bölümde incelendiğinden burada sadece mimari
özellikleri üzerinde durulmaktadır.
4.1. DİNİ YAPILAR Selimiye Kışlası’na ait bir cami olarak yaptırılan Selimiye Cami başta olmak
üzere Çiçekçi ve Defterdar Mehmed Tahir Efendi camileri ile bölgede bulunan
namazgâhlar bu bölümde incelenmektedir. Cami ve namazgâhların banileri, yapım
tarihi ve bulundukları yer, geçirdiği tamiratlar ve bugünkü durumları ele alınmaktadır.
u bölümde ele alınan yapılar ve genel durumları (Tablo 4.1)’de görülmektedir. B
Tablo 4.1 19. Yüzyıl Dini Yapıları.
Yapının Adı Banisi Tarihi Hali 1 Selimiye Camii Sultan III. Selim 1804‐5 / 1219 Mamur 2 Selimiye Tekkesi (Çiçekçi Camii) Sultan III. Selim 1804‐5 121 / 9 Mamur 3 Defterdar M. Tahir Efendi Camii M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Mamur 4 Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı Çeşmi Afet Kadın ‐ Yok 5 Nevnihal Hatun Namazgâhı Nevnihal Hatun 1812 /1227 Mamur 6 Sultan III. Selim Namazgâhı Sultan III. Selim ‐ Park 7 Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı Hacı Mustafa Ağa 1824 / 239 1 Park 8 Harem Ağası Ahmet Ağa Namazgâhı Ahmet Ağa ‐ Yok
Selimiye Camii; Selimiye Camii Sokağı, Şerif Kuyusu Sokağı, Selimiye Kışla
Caddesi ve Çeşme-i Kebir Sokağı arasında, dört tarafında birer girişi olan, geniş,
dikdörtgen bir avlu içinde yer almaktadır. Caminin görkemli ve som mermerden
yapılmış cümle kapısı üzerindeki Sultan III. Selim (1789-1807)’in, barok çerçeveli
tuğrası altında bulunan sekiz satırlık mermer kitabeden caminin, Sultan III. Selim’e ait
olduğu ve 1804-5/1219 yılında yapıldığı görülmektedir (Kitabe 12) .
Yapdı ‘âlâ tarh ile câmii imâmü’l-müttakîn
1219
Bir mücessem nûrdur bu ma’bed-i Sultan Selim
1219
Resim 28 Selimiye Camii Kitabesi.
Hadîkatü’l-Cevâmi’de cami inşaatına 1801-02/1216 yılında başlanıp 5 Nisan
1805/5 Muharrem 1220 tarihinde tamamlandığı söylense de buradaki 5 Nisan 1805
tarihi, Sultan Selim’in selâmlık77 tarihi olarak yorumlanmıştır.78 Yeniçelerin karşı
koyması nedeniyle yapımı tamamlanan Selimiye Camii, bir süre ibadete açılamamıştır.
Merasimin gecikmesi olayını Cevdet Paşa şu şekilde anlatmaktadır:
“Üsküdar’da yapımı biten Selimiye Camii’nin
açılışı için ilk cumasında Sultan Selim’in oraya
gitmesi gerekiyordu. Merasim için her türlü
hazırlık yapılmıştı. Bu sırada halk arasında
merasim esnasında yeniçeriler yerine Nizâm-ı
Cedid askerinin hazır bulunacağı sözleri
yayıldı. Bunun üzerine yeniçeriler hemen
silâhlanıp devlet adamlarını öldürmek ve
Nizâm-ı Cedid askerlerini ateşe tutmak için
Üsküdar’da hazırlandılar. Bu haberi alan devlet
idarecileri merasimden vaz geçtiler. Bir kaç
hafta sonra, merasim sırasında yeniçerilerin
hazır bulunacağı ve Nizâm-ı Cedid
askerlerinin kışlalardan dışarı çıkmayacağı
bildirildi. Bu şekilde bir defaya mahsus olarak Cuma merasim
Resim 29 Selimiye Camii.
i yapıldı.”79
77 Padişahların cuma namazlarına gidişlerinde yapılan merasim. (Mehmet Doğan, a.g.e., s.966.). 78 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.; Selçuk Batur, “Selimiye Camii”, Dünden Bugüne…, C.6, s.512; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.323. 79 Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, (Sad.: Tevfik Temelkuran), Üçdal Neşriyat, İstanbul 1966, C.8, s.91.
39
Caminin mimar veya mimarları bilinmemekle birlikte İstanbul ve Marmara’ya
hakim bir tepe üzerine barok üslupta, kışla camii olarak Ahmed Nureddin Efendi’nin
baş mimar olduğu dönemde yaptırıldığı genel kabul gibi görülmektedir.80 Fakat
Haskan’ın, dönemin baş mimarları hakkında verdiği bilgiler cami mimarının bilinmeme
nedenine bir cevap niteliğindedir.
“Selimiye Camii’nin mimarının adı hiç bir eserde geçmemektedir. Camiin
yapımına başlandığı sırada, yani 1801/1216 senesinde Hassa Mimar Başısı Ahmet
Nureddin Ağa idi. Plânlar, bu zat tarafından yapılmış olabilir. Ahmet Nureddin Ağa, bir
sene sonra bu görevden ayrılmış ve yerine 1802/1217 tarihinde İbrahim Kâmil Ağa
mimar başı olmuş ve bir sene sonra 1803/1218 tarihinde ayrılmıştır. Yerine Kasım Ağa
getirilmişse de çok kısa zamanda işten el çektirilmiş ve Mimar Halifesi Musa Ağa
Mimar Başı olmuştur. Musa Ağa, bu görevi 1805/1220 senesine kadar yürütmüş ve
mabet onun zamanında bitirilerek ibadete açılmıştır.”81 Ayrıca Foti kalfa ve oğulları,
inşaat boyunca hizmette bulundukları için rüsum ve vergilerden muaf tutularak gemi, at
ve kayıklarına dokunulmayacağı da padişahın emri olarak duyurulmuştur.82 Eyüp
Camii’nin tamirinde bina eminliği yapan Uzun Hüseyin Efendi’nin Selimiye Camii’nin
yapımında da bina eminliği yaptığı görülmektedir. Tahsin Öz, bina emini olarak Uzun
Yusuf Efendi ismini vermektedir. Yararlanmış olduğu Hadîkatü’l-Cevâmi’den yanlış
aktarmış olmalıdır. Aşağıda bilgisi verilecek olan minarelerin yıkılış tarihini de 1822
olarak göstermektedir.83
Kışla yanına yapılan caminin etrafı muvakkithane, şadırvan, sıbyan mektebi,
tekke, hamam, çeşme, sebil, ihtiyaca cevap verebilecek sayıda dükkânların bulunduğu
çarşı ve görevlilere ait meşrutalar ile bir külliye gibi donatılmıştır.
Kışlayı tamamlayan yapılardan olmasına rağmen 1803 tarihli bir belgede cami
inşaat giderlerinin ceb-i hümâyundan karşılanması nedeniyle Selimiye Camii’nin ismi
geçmemektedir. Diğer yapı ve tesislerin giderleri hazineden karşılanırken cami vakfa
bağlanmış hayrat bir eserdir. Osmanlı klasik yönetim ve hukuk sistemine göre hayrat
80 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.140; Selçuk Batur, a.g.e., C.6, s.512. 81 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.328. 82 Selçuk Mülayim, a.g.e.,, C.1, s.140; Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512. 83 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.194.
40
eserlerin inşa masrafları o eseri yaptıranın özel kaynaklarından karşılanması
gerekmektedir.84
Cümle kapısı Selimiye Camii Sokağı’na açılan mabedin diğer sokaklara da
açılan birer kapısı bulunmaktadır. Kuzey girişi olan cümle kapısına sokak kotu aşağıda
kaldığı için bir taraftan merdiven diğer taraftan ise rampa ile çıkılmaktadır. Şerif
Kuyusu Sokağı’na açılan takkapıdan avluya girmeden sağ ve sol tarafta tuvaletler yer
almaktadır. Avlu içerisinde kapının sağında muvakkithane ve şadırvan, solunda ise
dershane, meşruta ve bugün çocuk kütüphanesi olarak kullanılan sıbyan mektebi
bulunmaktadır. Şadırvan ile cümle kapısı arasında küçük bir havuzun yer aldığı
görülmektedir. Selimiye Kışla Caddesi’ne açılan kapının her iki tarafı hazireye ayrılmış
ve bu sokağa bakan avlu duvarında hâcet pencereleri açılmıştır. Çeşme-i Kebir
Sokağı’na açılan kapı ise kışlaya bakmakta ve genelde cami bahçesinde nöbet tutan
askerler tarafından kullanılmaktadır.
Selimiye Camii’nin genel kompozisyonu, başka elemanlarla aynı kütle içinde
eritilen fakat kendilerine ait bağımsız birer örtüsü olacak şekilde özerk bir kütlesel
bütüne sahip birimlerin gruplaşmasından meydana gelmektedir. Elemanların
ölçülendirilmesinde her zaman için hedef uyumlu bir bütünlüğü oluşturulabilmektir.
“Kare planlı harim
bölümü; kıble cephesinde
harim bölümüne eklenmiş olan
dikdörtgen biçimli mihrap nişi;
harimin doğusunda ve
batısında yer alan içe kapalı,
dışa açık yan galeriler; harimin
kuzeyinde yer alan, içe açık bir
galeri, bu galerinin kuzeyinde
yer alan son cemaat yeri; tüm
bu elemanların meydana
getirdiği gruba kuzey cephesinde Resim 30 Selimiye Camii giriş ve yan galeriler.
84 Mustafa Cezar, Osmanlı Başkenti İstanbul, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor ve Sağlık Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, s.475.
41
eklenen, batıda hünkâr mahfili bölümü ve bunun batı yan galerisi üzerindeki uzantısı,
doğuda konut bölümü; kuzey cephesinde bulunan minareler” Batur tarafından camiyi
oluşturan ana elemanlar olarak sıralanmaktadır. 85
Kare plânlı olan harim bölümü, dört kemer üzerine oturtulmuş 14.60 metre
çapında ve 25.70 metre yüksekliğinde bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, ölçüsünün
büyüklüğü ve tekrarlanmamış olmasıyla kompozisyonun en belirleyici elemanıdır.
Kalemişleri ile dilimlere bölünmüş ve her dilimin arası da süslenmiştir. Kesme küfeki
taşından örgülü duvarlarla kemerler üzerine oturan kubbe, Nuruosmaniye Camii’ni
hatırlatmaktadır.
Harimin güney tarafında, sahnın tam yarısı genişliğinde mihrap nişi
bulunmaktadır. Dışa taşmalı olan mihrap kısmı yarım bir kubbe ile örtülmüştür.
Caminin iki yanında kubbe basıncını azaltmak için kesme taştan yapılmış
galeriler bulunmaktadır. Her galeri kuzeyden güneye doğru genişleyen altı gözden
meydana gelmekte ve güneyde harimin kıble duvarı ile kapanmaktadır. Galerilerin
önünü kapatan bu duvarlarda birer tane mihrap nişi vardır. Son cemaat yerinin bir
uzantısı halindeki bu galerilerin üzerini, altı ince mermer sütunun taşıdığı beş beşik
tonoz örtmektedir. Bu bölümlere cami sahnının beşer penceresi açılmaktadır.
Tabandan başlamak üzere kemerlerin iki başına kadar yükselen ağırlık kuleleri
kare biçiminde ve kubbeciklerle örtülü olup alt kısımlarında barok kıvrımlı konsollor
vardır. Tepelerine alemlerin yerleştirildiği bu kulelerin üst kısımları pencereli oda
görünümündedir.86
Son cemaat yeri olan yapının kuzey tarafındaki ana girişe on basamakla
çıkılmaktadır. Son cemaat yeri, açıklıkları birbirine eşit olmayan beş tekne tonozla
örtülüdür. Bunları taşıyan dört mermer sütun ve köşelerindeki yarım payeler yuvarlak
kemerlerle bağlanmıştır. Girişi belirleyen açıklıktan öne doğru çıkıntı yapan, üç tarafı
basamaklarla çevrili ve üç yanı sonradan demir doğrama ile camekânla kapatılan bir ek
göz bulunmaktadır. Son cemaat yerinin ortasında bulunan üç göz ile harim bölümü
karşılanırken iki yandaki küçük gözle de ibadet mekânının doğu ve batı tarafındaki
galeriler karşılanmaktadır. Yan galeriler ile bağlantı kapılar ile sağlanırken esas girişte
harime bakan ve aralarında mihrap nişi bulunan ikişer pencere görülmektedir.
85 Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.513. 86 Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512-3; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.
42
Son cemaat yerinin iki tarafında bulunan iki katlı hünkâr dairelerine birer
merdivenle çıkılmaktadır. Bunlardan sağdaki namaz kılma, soldaki ise dinlenme yeridir.
Sağ taraftaki hünkâr dairesi bugün; 712 el yazması, 2917 Osmanlıca-Arapça-Farsça
matbu, 4200 Cumhuriyet Dönemi (yaklaşık), 5410 Arşiv belgesi, 1000 mükerrer olmak
üzere toplam 14622 eserle Konyalı İbrahim Hakkı Kütüphanesi olarak hizmet
vermektedir.
Girişin sağına denk gelen, yaldızlı kafesleri kısmen yerinde olan hünkâr mahfili
aynalı tonoz örtülüdür. İki katlı olan mahfilin alt katında bir salon, bir oda ve biri
hazireye diğeri kışlaya bakan iki kapısı vardır. Kışlaya bakan mermer söveli kemerli
kapının önünde dört ince mermer sütunun taşıdığı beşik kubbeli bir revak
bulunmaktadır.
Caminin sol tarafındaki mahfili ise onaltı sütun taşımaktadır. Son cemaat yerine
bakan avluya açılan kapısı önünde altı mermer sütunun taşıdığı bir revak görülmektedir.
Dört mermer sütunun taşıdığı kadınlar mahfiline ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.
Cami kubbesinin dışında bırakıldığından üç kubbe ile örtülüdür. Altında ise beş aynalı
tonozla örtülü olan müezzin mahfili bulunmaktadır. 87
Son cemaat yerinin
iki tarafında bulunan minareler
alemlere kadar kesme taştandır.
Yivli gövdeleri, boğumlu barok
taş külahları ile tek şerefeli iki
minaresi şiddetli lodostan
yıkılmış ve tamir görmüştür.
Minareler yapıldıktan sonra
kalın bulunduğu için dıştan tıraş
edilerek inceltilmiş fakat
şiddetli lodos sebebiyle
03.02.1823 tarihinde biri
dibinden diğeri yarısından
yıkılarak camiye hasar
vermiştir. Minareler cami vakfı Resim 31 Caminin Doğu Cephesi.
87 Oktay Aslanapa, Osmanlı Mimarîsi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1986, s.425-426; Selçuk Batur, a.g.m., C.6, s.512-3; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.
43
tarafından öncekilere nazaran daha güzel bir şekilde tamir edilmiştir. Bu dönemde
İstanbul’da on üç cami minaresi daha yıkılmıştır.88
Zengin ve titiz işçilik eseri olan minber, bir külahı andıran vaaz kürsüsü somaki
mermerden yapılmışlardır. Büyük ve ihtişamlı mihrap, duvarlar, pencere söveleri ve
içleri ise mermerdir.
Resim 32 Kürsü. Resim 33 Mihrap. Resim 34 Minber.
Alt pencerelerin üstünden dolanan Besmele ve Fetih Suresi’nin yazılı olduğu
kitabe kuşağı, yeşil zemin üzerine altın yaldızlı kabartmadır. Buradan yukarıya doğru
duvarlar, yaldızlar ve renkli kalemlerle süslüdür. Pandantiflerde yıldız ve yaprak
motifleri, son cemaat yeri ve mahfillerin üzerinde hatayî ve rumîler yanında geometrik
motifler, pencere kenarlarında ise yaprak ve rozetler görülmektedir. Motifler arasında
akant yaprakları dikene benzemektedir. Beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı ve
kirli sarı olarak hep koyu renklidir.89
Kubbe göbeğinde altın yaldızla yazılmış olduğu belirtilen Mülk Sûresi
görülmemektedir.90
Cami pek çok pencereden ışık aldığı için aydınlık ve ferahtır. Harim bölümünün
alt tarafından başlayarak ilk üç sırada beşer, dördüncü sırada üç pencere bulunurken
beşinci sıra olan kubbe kasnağında ise yirmi dört pencere bulunmaktadır. Pencereler,
yedi sıra halinde yer alan silmelerle birlikte harim bölümünün iç ve dış yüzeyinde 88 Ayvansarâyî, a.g.e., C.2, s.194. 89 Oktay Aslanapa, a.g.e., s. 425-426. 90 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.326.
44
dekoratif amaçlı kullanılan en önemli elemanlardandır. Camideki kandil ve askı tertibatı
ile mihrap önünde bulunan pirinç şamdanlar mekâna farklı bir güzellik katmaktadır.
Avluda bugün kullanılmayan ve kitabesi olmayan büyük bir şadırvan
bulunmaktadır. 4 x 2 adım boyutlarındaki bu şadırvan dikdörtgen tekne biçimindedir.
Üzerini kalın bir kapağın örttüğü bu teknenin dört yüzünde toplam 12 musluk yeri
vardır. Ayrıca yan galerilerin her birinin altında, mermer ayna taşlı 15 musluklu abdest
alma yeri bulunmaktadır.
Ketebesi okunamayan, siyah üzerine sarı talik hat ile ”İnnes-salâte kânet alel
mü’minîne kitâben mevgûtâ” yazılı, hicri 1283 tarihli hat levhası 30.06.2003 tarihinde
çalınmıştır.91
Cami yakınındaki konaklar ve evler, kumaş imalathaneleri ve dükkânlar camiye
akar olarak yapılmıştır. O esnada Galata Sarayı’n kullanılmayan fazla arazisi ziraı elli
kuruşa satılarak caminin vakfına katılmıştır. Başka yerlerde de camiye ait pek çok akar
ayrılmıştır.92
Resim 35 Selimiye Camii.
91 Zübeyde Cihan Özsayıner, “Üsküdar’dan Çalınan Vakıf Eserler”, Üsküdar Sempozyumu IV, İstanbul 2007, s.443. 92 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.194.
45
Küçük Selimiye Camii; Selimiye Hankahı Camii veya bulunduğu semtin ismi
ile Çiçekçi Camii olarak da bilinmektedir. Karacaahmet Mezarlığı’nın tam karşısında
Selimiye Camii Sokağı, Şair Nesimi Sokağı ve Tıbbiye Caddesi’nin kuşattığı arsa
üzerinde yer almaktadır.
Sultan III. Selim tarafından cami ile birlikte inşa ettirilen yapı, 1823’ten sonra
harap olmuş ve Sultan II. Mahmud döneminde 1834-36 yıllarında ihya edilerek
bugünkü halini almıştır.
Tekkenin mimari programı, halen yalnızca cami olarak kullanılan cami-
tevhidhanenin yanı sıra buna bağlı hünkâr kasrı, hazire ve bina emini şair Seyyid
Mehmet Pertev Paşa’nın hayır eseri olan kütüphaneden oluşmaktadır. Tekkede ayrıca
harem, selamlık, derviş hücreleri ve mutfak gibi bölümler de bulunmaktadır.
Tıbbiye Caddesi boyunca uzanan, moloz taş örgülü çevre duvarı üzerinde cümle
kapısı ile hepsi dikdörtgen açıklıklı olan on beş adet pencere sıralanmaktadır. Kapının
solundaki ilk pencere niyaz penceresi ve bundan sonra gelen iki tanesi ise tali niyaz
pencereleri olarak adlandırılmaktadır. Şair Nesimi Sokağı’nda bir kapısı daha bulunan
caminin diğer kenarları duvarlarla çevrilidir.
Resim 36 Küçük Selimiye Cami Kitabesi.
İki mısra ki yazdım dil-güşa beytü’l-kasîd oldu Bu dergâhı mücedded yapdı kutb-ı din Mahmud Han 1250 Bu zîba tekye-i Behcet-fezâ tarh-ı cedîd oldu 1251 Yesârîzâde Mustafa İzzet
Köşeleri kabartma rozetlerle süslü mermer sövelerin kuşattığı cümle kapısının
üzeri manzum metni M. Pertev Paşa’ya, ta’lik hattı ise Yesarîzade Mustafa İzzet
Efendi’ye ait altı satır, dört sütun halinde bir kitabe (Kitabe 13) bulunmaktadır.
Tekkenin Sultan II. Mahmud tarafından onarımı sırasında konmuş olan bu kitabede;
Mevleviliği ve Nakşibendiliği kendisinde toplayan Ali Behçet Efendi’nin ölümünden
46
sonra Sultan III. Selim tarafından yaptırılan bu hankahın harap olması, Sultan II.
Mahmud tarafından genişletilerek ihya edilmesi ile inşaatın başlama ve bitim tarihleri
gibi bilgiler yer almaktadır. Aynı kapının iç tarafında ise tekkenin yapımı sırasında
görülen bir rüyanın anlatıldığı sülüs hatlı, manzum metinli ikinci bir kitabe
bulunmaktadır. Ali Behçet Efendi’nin kabrine açılan niyaz penceresi üzerinde, ismi
geçen şeyhe ithaf edilmiş talik kitabe, yine Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi’ye aittir.
Avluya girildiğinde karşıda; musalla taşları ve cami görülürken sağ ve solda ise
hazireler bulunmaktadır. Girişin hemen solunda Ali Behçet Efendi ve haleflerinin kabri,
caminin güneyinde bugün imam meşrutası olarak kullanılan kütüphane ile sağında
sonradan bu avluya nakli yapılan Bandırmalı Ali Efendi ve yirmi kadar müridinin kabri,
batısında abdesthane ve imam meşrutası, kuzeybatısında okuma salonu, kuzeyinde Şair
Nesimi Sokağı’na açılan kapı ve doğusunda hazireler bulunmaktadır.
Dikdörtgen bir alanı (17.50x12m) kaplayan caminin sıvalı duvarları moloz taş
ve tuğla ile örülmüş, yapı kurşun kaplı kırma bir çatı ile örtülmüştür. Bir bodrum katı
üzerinde yükselen cami, harim ile kapalı bir son cemaat yeri ve ortadan kalkmış olan
hünkâr kasrından meydana gelir. Camiye iki kapıdan girilmektedir. Kuzey cephesindeki
kapı, cami cemaatı ve tekke mensuplarınca kullanıldığı bilinirken, hünkâr kasrının
altında biraz daha küçük olan doğu cephesindeki kapının ise padişah ve maiyeti
tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Son cemeaat yeri ile harimi ayıran duvarın
ortasında dikdörtgen açıklıklı harim girişi ve yanlarda yuvarlak kemerli ikişer pencere
bulunmaktadır. Üst kata, son cemaat yerinin batı duvarındaki merdivenden
çıkılmaktadır.
47Resim 37 Küçük Selimiye Camii.
Simetrik bir düzenlemeye sahip olan harimin güney duvarında dışarı çıkıntı
yapan yarım daire planlı mihrap nişi, yanlarda ikişer pencere, doğu ve batı duvarlarında
ise üçer pencere bulunmaktadır. Mihrabın, son cemaat girişinin ve yan duvarlardaki
üçlü pencere gruplarının ortasındaki pencerenin üzerinde yuvarlak birer tepe penceresi
yer almaktadır. Harim girişinin sağında ve solunda kare planlı birer maksure
bulunmaktadır. Yapının kuzeyinde yer alan asma kat, son cemaat yerinin üzerinde
dikdörtgen planlı bir nevi sofa görünümündedir. Kuzeydoğu köşesindeki hünkâr mahfili
ile kuzeybatı köşesindeki müezzin mahfili ahşap korkuluklarla harimden ayrılan
maksurelerden daire kesitli, kompozit başlıklı ikişer sütun ile desteklenmektedir. Her
iki mahfilin harime bakan yönleri ahşap korkuluk duvarları ile çevrilmiş ve bu
duvarların yüzeyi dikdörtgen göçertmelerle hareketlendirilmiştir. Ahşap bir bölme ile
sofadan ayrılan hünkâr mahfilinin doğu duvarında Sultan III. Selim ve Sultan II.
Mahmud döneminde revaçta olan yarım daire planlı bir niş bulunmaktadır.
Caminin kuzeybatı köşesinde çıkıntı yapan kare planlı kaide üzerinde yükselen
daire kesitli minarenin şerefesi süslemesiz olup konik ahşap külahı kurşun kaplıdır.
1930’lardan sonra ortadan kalkan hünkâr kasrı, caminin kuzeydoğu köşesinde
dışarı taşan yaklaşık 7x5m boyutlarında fevkani bir bölümdü. İnce mermer sütunların
taşıdığı hünkâr kasrı; ahşap duvarları, dikdörtgen pencereleri, doğu cephesindeki üçgen
alınlığı ve kurşun kaplı ahşap çatısı ile yapıya bir sivil mimari çeşnisi katıyordu.
Caminin cephelerindeki II. Mahmud dönemi ampir üslubunun sadeliğine karşılık
iç mekândaki mimari ayrıntılara ve süsleme unsurlarına Osmanlı baroğunun
hareketliliği hakimdir. Minber ve kürsü ahşaptır. Mihrabın içi sadeliği ile dikkat
çekerken alınlıkta iki mermer sütun üzerinde duran ayet-i kerimenin etrafı dönemin
anlayışına göre süslenmiş olup son derece hareketlidir.
Yaklaşık olarak 9x7m boyutlarında, kârgir duvarlı, beşik çatılı mütevazi bir yapı
olan kütüphanenin kitapları bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nde Pertev Paşa
bölümünde yer almaktadır.93
Nakşibendiliğe bağlı olarak faaliyete geçen, 1925 yılında tekkelerin
kapatılmasına kadar bu tarikata hizmet eden bu tekkenin ilk postnişini Kangırlı
(Çankırılı) Şeyh Abdullah Efendi, ikincisi Şeyh el-Hac Nimetullah Buhari ve üçüncüsü
Konyalı Ali Behçet Efendi’dir. Ayin günü Perşembe olan tekkenin postuna A. Behçet
93 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.264.
48
Efendi’den sonra oğlu Şeyh Mehmed Hidayetullah Efendi ile torunu Şeyh Mehmed
Said Efendi geçmişlerdir.
Geç devir Osmanlı mezarları açısından ilginç örnekler barındıran hazirede gerek
tasarımı, gerekse süslemeleri bakımından dikkate değer kabirler bulunmaktadır.
1940’lardan sonra yıktırılan Üsküdar’daki Salı Tekkesi’nin haziresi ve abdest teknesi de
Selimiye Tekkesi’nin avlusuna taşınmıştır.
Defterdar Mehmet Tahir Efendi Camii; Harem Vapur İskelesi’nden
Karacaahmet’e çıkarken Selimiye İskele Caddesi’nin solunda Harem Palas Otel’inin
önünde Defterdar Mehmed Tahir Efendi94 tarafından yapılmıştır. Eskiden vapur iskelesi
caminin hemen önünde bulunduğu için Harem Camii veya İskele Camii olarak da
bilinmektedir.
Resim 38 1860’larda Harem ve Defterdar M. Tahir Efendi Camii.
Defterdar Mehmed Tahir Efendi Camii inşa tarihinin Sultan II. Mehmed (1451-
1481) dönemi olarak gösterilip Sultan II. Mahmud döneminde yenilendiğinin
94 Mehmed Tahir Efendi, Defterdarlık Mektûbi Kalemi’nde hizmete başlayıp, yükselerek Tuğrakeş oldu. 1236/1820 yılında kendisine hocalık verilen Mehmed Tahir Efendi, bir sene sonra Sağ Ulufeciler Kâtibi, 1240/1824 yılında da Şıkk-ı Evvel Defterdarı oldu. 1244/1828 yılında orduya alınarak Sadaret Kethüdalığı, birkaç ay sonra ikinci defa Birinci Şık Derterdarlığı verildi. 1245/ 1829 yılında istifa etti. 1246/1830 yılı Evkaf Nazırlığı, 1247/1831 Şevval’inde ise Tevkıî (Nişancılık) ve Mısır Ordusu Defterdarlığı verildi. 1248 yılı Safer’inin ikisinde Payas’da öldü. Mehmed Tahir Efendi oraya gömüldü. Naaşının İstanbul’a getirilip banisi olduğu cami haziresine defnolunduğunu söyleyenler bulunsa da genel kabul Payas’da defnedildiği ve hazirede kendisine ait bir makam taşı bulunduğudur.( Süreyya Mehmed, Sicill-i Osmanî yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, [Haz.: Aktan Ali, Yuvalı Abdülkadir, Hülagü Metin], Sebil Yayınevi, İstanbul 1996, C.3, s.279).
49
belirtilmesi gerçeği yansıtmamaktadır.95 Camii, 1826/1242 yılında yapılmıştır. İ.Hakkı
Konyalı; “Caminin cadde tarafındaki sol köşesindeki 1248 rakamları ma’bedin 1248 H.
1832 M. yılında yapıldığını gösterir.”96 ifadeleriyle belirttiği tarihi, birkaç satır sonra
Defterdar Mehmed Tahir Efendi’nin ölüm tarihi olarak vermektedir. Doğru olan ölüm
tarihidir. Zira belirttiği köşede 1242 rakamları bulunmaktadır ki bu da miladi olarak
1826 yılına denk düşmektedir. Ayrıca Selimiye Camii’nin 1804-5’te tamamlandığı
dikkate alındığında Konyalı’nın “Bu cami Selimiye’den 22 yıl sonra yapılmıştır.”97
sözleri de yanlışlığı ortaya koymaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde camiye ait “Üsküdar’da Selimiye Vakfı
mülhakatından mûşârun ileyhin arazisind Harem İskelesi mahallesinde kain Defterdar
şıkk-ı evvel esbak merhum es-Seyyid Mehmet Tahir Efendi’nin Camii Şerifi Vakfı”
ismiyle kayıtlı 1243 tarihli bir vakfiye bulunmaktadır.
Bir zamanlar denize oldukça yakın olan cami, denize doğru eğimli bir arazide
halen nakliyat büroları olarak kullanılan bir alt yapı üzerinde fevkani bir yapıdır.
Özellikleri tüm detaylarında fark edilen ampir üslubunda inşa edilmiştir.
Cami, kuzey ve doğu tarafını saran bir
avluya sahiptir. Güney ve batı tarafından olmak
üzere avluya iki kapı açılmaktadır. Çeşitli ağaç,
çiçek, gül ve bodur bitkilerle son derece yeşil
olan avlunun caddeye açılan kapısının üstünde
yuvarlak mermer bir madalyon içinde nefis bir
sülûs ile “Ve hüves-Semîu’l-Alîm” yazılıdır.
Selimiye İskele Caddesine bakmakta olan bu
girişin önünde dört mermer sütunun taşıdığı
üzeri düz sundurma bulunmaktadır. Sivri bir
kemere sahip olan avlu kapısından içeri
girildiğinde; solda cami duvarına paralel bir
hazire, sağda tuvalet ve abdest muslukları ile bunların üzerinde bir teras, karşı köşede
kesme taş ve tuğladan yapılmış büyük bir su haznesi ile avlunun ortasında halen
kullanılmakta olan bir kuyu bulunmaktadır.
Resim 39 Defterdar Harem Camii.
95 Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İstanbul Fetih Derneği, İstanbul 1953, s.28. 96 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.298. 97 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., C.1, s.299.
50
Dörtkenarı yuvarlatılan yapı; kesme taş ve tuğlanın belirli bir sıra ile
dizilmesiyle renk ve hareket kazanmış mükemmel bir işçilik ürünüdür. Caminin
etrafında altlı üstlü otuz üç tane pencere bulunmaktadır. Alt sıradaki pencereler
dikdörtgen olup üzerlerinde tuğladan yapılmış içi doldurulmuş bir bölüm vardır. Üst
sıradaki pencerelerin tepeleri kemer şeklinde olup üzerlerinde ise ayrıca yine tuğladan
kemerler bulunmaktadır. Camide pencerelerin çokluğu iç mekânın son derece aydınlık
olmasını sağlamıştır.
13,95x12,35 boyutlarındaki oldukça ferah bir mekândır. Batı tarzı süslemelerle
taçlandırılan harim kapısının solundaki küçük mekân Mescid haline getirilmiştir. Dört
tane ahşap sütunla enlemesine ayrılan alt kat mahfili üzerindeki geniş ama özelliği
olmayan üst kat mahfiline arz kapısı sağından taş basamakları olan bir merdivenle
çıkılmaktadır. Göbeğe altı kollu yıldız biçimi verilen tavan ahşap olup küçük karelere
ayrılmıştır.98
Zengin süslemeleri
ile ampir üslubunun
özelliklerini kuvvetle
hissettiren mihrap, basit bir
niş halindedir. Mihrabın
içinde asma bir kandil tasviri
bulunmaktadır. Vaaz kürsüsü
gibi minber de ahşaptır.
Oldukça sade ve onbir
basamaklı olan minberin;
kenger yaprakları ile bezeli,
sivriltilmiş külah görünümlü girişinde “Bismillahirrahmanirrahim” yazılı bir tablo
asılıdır. Aynalıkta küçük bir çiçek vardır. Aynalığı çeviren en dış bordürde ise aynı
çiçeğin yarım olarak birkaç yere yerleştiril
Resim 40 Defterdar Tahir Efendi Harem Camii.
diği görülmektedir.
Cami içindeki bütün hat levhaları Mehmet Tahir Efendi’ye aittir.99 Bunlardan
“Ya hazreti Bilal-i Habeşî radıyallahü anh” yazılı ve 1242 tarihli yaklaşık 100x30 cm
ebadındaki talik hat levhası ile 19. yüzyıla ait ahşap üzerine kazıma tekniğinde
98 Enis Karakaya, “Tahir Efendi Camii”, Dünden Bugüne…, C.7, s.190. 99 Enis Karakaya, a.g.m., C.7, s.190.
51
yapılarak yaldız ile boyanmış 75 cm çapındaki 6 adet (Allah, Ebubekir, Osman, Hasan,
Abdurrahman, Ebubeyde) hat levhası 28.02.2005 tarihinde çalınmıştır.100
Caminin kuzey batı tarafına yapılan minare, daha sonra camiye ek yapılmasıyla
batı tarafta kalmıştır. Soğan bir kaide üzerinde taşların düz ve diyagonal yerleştirilmesi
sonucu yükselen minare için de renkli ve hareketli görünümden bahsetmek mümkündür.
Deniz tarafından bakıldığında alt sıradaki pencerelerin hizasından başlayan minarede;
şerefeye kadar beş, şerefeden sonra üç olmak üzere toplam sekiz sıra taş kuşak vardır.
Eski fotoğraflar minare üzerinin sıvalı olduğunu göstermektedir. Tek şerefeli, ince
gövdeli minarenin alemine doğru uç kısmı külaha benzer şekliyle göze çarpmaktadır.
Cami, kiremitle örtülü meyilli bir çatıya sahiptir.
1962 yılına kadar mabed, deposu ve avlusu harap halde idi. Mehmet adlı bir
hayırseverin gayretiyle ve halkın yardımlarıyla cami, minaresi, avlusu tamir edilerek
yenilenmiş, bahçesi düzenlenmiş ve abdesthanesi yapılmıştır.101 Caminin kuzey tarafına
iki katlı bir ek yapılmıştır. Bu ek; üç bölüm olup yanlar kapalı birer son cemaat yeri,
ortadaki alan ise camiye ilk giriştir. Yan bölümlerin üzeri kapalı iken girişin üzeri
açıktır. Girişte hem kadınlar bölümüne çıkan bir merdiven hem de ana mekâna ve yan
odalara birer giriş vardır. Girişin solunda kalan odaya dışarıdan özel bir kapı ile
girilebilmektedir. Vakit dışında gelen cemaatin namazını kılabilmesi için burası sürekli
açıktır. Diğer bölümler ise vakitlere göre açılıp kapatılmaktadır.
Minarenin eski fotoğraflarına baktığımız zaman üzerinde yarı dökülmüş sıvalar
görmekteyiz. Genel tamiratta minare de bugünkü haline getirilmiştir.
Avlu içerisinde sonradan yapılan düzenlemeler ile mükemmel bir atmosfer
oluşturulmuştur. Çiçek, gül ve ağaçlar caminin manevi havasını kuvvetlendirmektedir.
Bugün Vapur İskelesi ile cami arasında Harem Otogarı bulunmaktadır.
Otogardan Selimiye Kışlası’na doğru bakıldığında parktaki ağaçların arkasında
minaresiyle varlığını hissettiren cami etrafında; Harem Otel, harap durumda olan bir
çeşme, cami lojmanı, Mini Harem Otel, Harem Park ve çeşitli dükkânlarla birlikte
apartmanlar bulunmaktadır.
100 Zübeyde Cihan Özsayıner’in verdiği bilgiler cami cemaatinin anlattığı hırsızlığı doğrulamaktadır. Ancak çalınan talik hat levhasını doğru belirtirken özellikleri ve içeriğini (Mehmet Sami ketebeli, H.1307 tarihli, kağıt üzerine yaldız ile “Garik i bahr i isyanem, dehalek ya resul Allah’’) aynen Kaptanpaşa Camii’nden çalınan levhalar için de zikretmektedir.( Zübeyde Cihan Özsayıner, a.g.e., s.443,) 101 İ. HakkıKonyalı, a.g.e., s.297.
52
Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı; Selimiye Haydarpaşa Caddesi’ndeki
Darüssaade Ağası Namazgâhı ile aynı bölgede bulunmaktadır. Namazgâh hakkında
Özdamar, “benim tahminlerime göre bu caddenin çevresindeki park ve bahçelere
tekabül ediyor.”102 demektedir.
Nevnihal Hatun Namazgâhı; Selimiye’den Haydarpaşa’ya giderken Duvardibi
durağının biraz ötesindeki soldaki köşede, Sultan Selim-i Salis Vakfı’na bağlı 293 ada 8
parsel sayılı namazgâhtır. Bugün ayakta duran namazgâh taşı, halk tarafından kabir taşı
sanıldığı için yeşile boyanmış ve bir de yanına mum yakma yeri oluşturulmuştur.
Kitabesinde: “Küllema dehale aleyha Zekeriyya’l-mihrab şevketlü efendimiz cariyesi
merhum? Ve mağfurun leha saraylı Nevnihal Hatun’un hayratıdır. Ruhu şad olmak içun
rızaen lillah el-Fatiha 1227 H. (1812)” yazmaktadır.103
Sultan III. Selim Namazgâhı; Selimiye Mahallesi Harem İskele Sokağı’nda 12
ada 1 parsel sayılı namazgâhtır. Sultan III. Selim Namazgâhı, şehir imar planında yeşil
alan olarak gözükmektedir.104 Bu namazgâhın yakında çeşmesi bulunan Daya Kadın’a
ait olduğu da söylenmektedir. Önündeki küçük dökme çeşme, sonraları yok olmuştur.
Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı; Selimiye Mahallesi’nde Daye Kadın, Selimiye
Camii ve Selimiye Hamam sokakları ile çevrili bir park içerisindedir. Kıble taşının bir
yüzünde ayeti kerime ve tarih, diğer yüzünde ise üzerinde ise ruhuna istenilen fatiha ile
birlikte banisinin ismi yer almaktadır.
102 Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 103 Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 104 Mustafa, Özdamar,, a.g.m., s.103-104.
Resim 42 Kıble Taşı. Resim 41 Nevnihal Hatun Namazgâhı.
53
“Külle mâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâb”
1239
Sâhibu’l-hayrat merhum el-hac Mustafa Ağa
ruhuna Fatiha.”
Yapıldığında 10.75 metre eninde ve 8
metre boyunda olan bu namazgâhın set duvarları
yıkıldığından park içerisinde sadece halkın yatır
olarak bildiği kıble taşı kalmıştır. Namazgâhın
bulunduğu park yerinde Sultan III. Selim tarafından
Selimiye Camii’ne gelir getirmesi için yaptırılan
kumaş tezgâhları bulunmaktaydı. Yüzden fazla
tezgâhın çalıştığı bu yerde namazgâh bir nevi
yazlık mabed olarak kullanılmaktaydı.105
Resim 43 Mustafa Ağa Namazgâhı.
Namazgâhın sol tarafında parkın köşesinde bir büfe bulunmaktadır. Büfenin
önünde ise namazgâha ait olduğu söylenen kuyu yer almaktadır. Hatta büfe kenarında
bir duvar yükselmekte ve kuyunun namazgâha bakan kısmında beton içerisinde üzeri
kırılmış mermerler görünmektedir. Belediye tarafından Mayıs 2008 tarihi itibariyle park
düzenlemesi yapılmaktadır. Çiçekçi’deki Ayşe Veliye Hanım Namazgâhı’nda olduğu
gibi Mustafa Ağa Namazgâhı’nın da düzenlemesi önemli bir kültür hizmeti olacaktır.
Harem Ağası Ahmed Ağa Namazgâhı; Selimiye Mahallesi Selimiye
Meydanı’ndadır.106
19. yüzyıl dini yapılarından camiler, bulundukları yerlerde hizmet vermeye
devam etmektedirler. Selimiye Camii, kışla cami olarak yapılsa da mahalle sakinlerinin
ibadet ettiği bir mabeddir. Ayrıca asker emeklilerinden vefat edenlerin cenaze namazları
da genelde burada kılınmaktadır. Çiçekçi Cami, Selimiye Tekkesi’nin bazı
değişikliklerle camiye dönüştürülmüş şeklidir. Cami avlusu içerisindeki kütüphane
binası, kitaplar taşındığı için lojman olarak kullanılmaktadır. Ayrıca hazireye sonradan
eklemeler yapılmıştır. Defterdar Mehmed Tahir Efendi Camii ise bölgenin nabzını
tutmaya devam etmektedir. Bölge sakinleri yanında çalışanların ve yolcuların ibadet
mekânıdır. 1960’lı yıllarda geçirdiği tamiratta kuzeybatısına ekleme yapılmıştır.
Namazgâhlara gelince bir kısmı kaybolurken varlığını sürdürenler de yapılış amacına
105 Mehmet Mermi Haskan, a.g.e., C.2, s.1003; Mustafa, Özdamar, a.g.m., s.103-104. 106 Mustafa Özdamar, a.g.m., s.103-104.
54
uygun bir şekilde kullanılmamaktadır. Uygunluk olarak düşünülürse mihrab taşını
gören halkın bir kısmı yatır düşüncesiyle fatiha okuyarak geçmektedir.
4.2. KAMU YAPILARI Selimiye Kışlası bölgede yapılan cami, hamam, mektep ve matbaa gibi pek çok
eserin hiç şüphesiz merkezini oluşturmaktadır. Kamu yapıları olarak ele aldığımız bu
yapılar; askeri, eğitim, kültür, sağlık, ulaşım ve su yapıları olarak sınıflandırılmaktadır.
Birkaçı istisna edilirse geneli günümüze gelmiş olan bu yapıların kısa bir şekilde hayat
hikâyeleri irdelenmektedir. Yapının yeri, banisi, biliniyorsa mimarı, mimari özellikleri,
geçirdiği tamiratlar ve yapılan değişiklikler fazla ayrıntıya boğmadan sunulmaya
alışıl aktadır. Bu dönemin eserleri genel hatları ile Tablo 4.2’te belirtilmektedir. ç m
Tablo 4.2 19. Yüzyıl Kamu Yapıları
Yapının Adı Banisi Tarihi Hali 1 Selimiye Kışlası Sultan III. Selim 25.08.1800 Mamur2 Matbaa Sultan III. Selim 03.05.1803 Yıkıldı 3 Pertev Paşa Kütüphanesi Pertev Paşa 1836 /1252 Mamur4 Haydarpaşa Askerî Hastanesi Sultan Abdülmecid 1846 Mamur5 Mekteb‐i Tıbbiye‐i Şahane S. II. Abdülhamid 1900‐1 / 1318 Mamur6 Haydarpaşa Numune Hastanesi S. II. Abdülhamid 1901 Mamur7 Baytar Mektebi S. II. Abdülhamid 1894 / 1311 Mamur8 Selimiye Sıbyan Mektebi Sultan III. Selim 1804‐5 / 1219 Mamur9 Defterdar M. Tahir Efendi Mektebi M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Yıkıldı 10 Haydarpaşa Garı S. II. Abdülhamid 19.08.1 08 9 Mamur11 Haydarpaşa Limanı S. II. Abdülhamid 1899‐1 03 9 Mamur12 Haydarpaşa İskelesi ‐ ‐ Mamur
4.2.1 Askeri Yapılar
Toplumsal bozulmaların ıslahına ordudan başlayan Sultan III. Selim döneminde
iki önemli askeri yapı ile karşılaşmaktayız. İlk olarak Haydarpaşa Kışlası yapılır fakat
zamanla ihtiyaca cevap veremez hale gelince bölgenin kaderini değiştirecek Selimiye
Kışlası’nın yapımına başlandığını görmekteyiz. Mimari yapısıyla güçlü bir devlet
görüntüsü verecek olan yeni kışlanın kısaca mimari özellikleri, inşa edildiğinden bu
yana ne gibi değişiklikler geçirdiği ve zaman içinde kullanım şekilleri anlatılmaktadır.
Haydarpaşa Kışlası; Selimiye Kışlası’ndan önce Haydarpaşa Askeri
Hastanesi’nin bulunduğu yerde Sultan III. Selim’in vezirlerinden Haydar Paşa
tarafından yaptırılan kışladır. Ahşap ve küçük olduğu bilinen bu kışla, 24 Şubat 1793/13
Recep 1207 tarihinde kurulan Nizam-ı Cedid askerleri için yaptırılmış ilk yapıdır. On
55
yıl içerisinde Selimiye Kışlası’nın da yapılması; beklentilerin ve asker sayısının artması
gibi nedenlere dayanmaktadır. Yarım asırlık bir ömrü olan Haydarpaşa Kışlası’nın
yerine, 1845/1261 tarihinde Sultan Abdülmecit (1839-1861) tarafından yeni bir
hastahane yaptırıldı.107
Selimiye Kışlası; Kavakderesi vadisiyle Harem İskelesi’ne inen vadinin
arasında yükselen bir tepe üzerine yapılan kışla; bugün adıyla anılan mahallenin
Bükücüler Hanı Sokağı, Çeşme-i Kebir Sokağı ve Kavak İskelesi Caddesi ile çevrili çok
geniş bir alanını kaplamaktadır.
Türkler, devlet olmaktan
önce ordu oldukları için bu kurum,
genellikle devlet örgütünün ana
ekseninde yer almıştır. Ordu,
Osmanlı ülkesinin maddi varlığını
ve halkın manevi değerlerini
korumakla yükümlü olduğu için
dönemindeki bütün devletlerde
olduğu gibi silahlı bir güçtür. Bu
yapı, sadece iman gücüyle hareket
eden kuru kalabalıktan ziyade
çağının ileri teknolojisini de kullanan
esnek ve işlevsel bir mekânizmadır. Dünya jeopolitiğinin en hassas bölgelerini elinde
tutmak isteyen bir devletin, mevcut durumunu koruyup sürdürebilmesi için sadece
silahlı gücüne dayanması elbette ki yeterli olmayacaktır. Bunun yanında bütün
kurumlarını da sürekli savaş halindeki bir ordu gibi örgütlemek z
Resim 44 Selimiye Kışlası.
orundadır.108
Osmanlı Devleti’nde ordu ve yönetimin batı örneğine göre yeniden
örgütlenmesi, işlevlerine uygun yeni binalar yapılmasını gerektirmiştir. Selimiye
Kışlası’nın yapılış ve günümüze ulaşan biçimini alış süreci ile modern düzenli ordunun
kuruluş tarihi iç içedir. İlk girişimler Sultan III. Ahmet (1703-1730) döneminde
Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın çabalarıyla başlatılmıştır. Patrona Halil
Ayaklanması ile çalışmalarına son verilen 300 kadar talimli asker, Haydarpaşa Çayırı
olarak bilinen az meyilli arazide çalışıyordu. Burası aslında eski Kavak Sarayı’nın
107 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1361. 108 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.59,67.
56
bahçesidir. Sultan III. Selim (1789-1807) döneminde Nizam-ı Cedid askerinin
oluşturulma girişimleriyle birlikte (1793), bu bölgenin kullanılması tekrar gündeme
gelmiştir.109
Selimiye askeri sitesi; parlak geçmişe sahip bir imparatorluğun, yüzünü Batı’ya
çevirip çağdaşlaşmaya çalışırken, ordu konusunda geniş çaplı ve sağlam bir yapılanma
içinde olduğunu göstermektedir. Bu site, özellikle de ana kışla yapısı, yüzyılların
deneyiminden geçmiş Osmanlı yönetim geleneğinin, çağdaşlaşmak isterken orduyu yine
en büyük umut olarak gördüğünün, onu baş tacı ettiğinin bariz bir işaretidir. Askeri yapı
ve sitelerin; genellikle kare veya dikdörtgen planlı, iki veya üç katlı ve orta avlulu
olarak tasarlanması, yatay bir kütle halinde uzanan cephe düzenlerinin köşelerine birer
kule yerleştirilmesi, yükseltilip genişletilerek köşelere belirginlik kazandırılması,
Osmanlı’daki büyük devlet imajının, adeta binalara yansımış görüntüleridir.110
Selimiye’de ilk kışla 24 Şubat 1793 tarihinde kurulmasına karar verilen Nizam-ı
Cedid askerleri için Sultan III. Selim tarafından yaptırılmıştır. (13 Recep 1207) bu kışla
için hazırlanan için hazırlanan kitabe (Kitabe 14), bugün mevcut olmasa da cümle
kapısı üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.111
Aynî fitil mısra’ım dâ’im serîr-efşan olur
Ceyş-i mu’allem kışlası bünyad kıldı Şeh Selim
1215(1800)
Kışlanın tamamlanması üzerine şu tarih düşürülmüştür:
Sürb-i tüfenk-hânedir bil bu tarihte
Cend-i muallem kışlası yabdı yeniden Han-ı Selim
Bodrum ve zemin katları taş, tavanları ahşap malzemeyle yapılan kışla, 1807
Yeniçeri Ayaklanması’nda yandı. Sultan II. Mahmut, en ve boyları ilk kışla ile aynı
olacak şekilde kârgir olarak yeniden yapımını başlattı. Bir cephesi yapıldıktan sonra
Sultan II. Mahmut’un ölmesi sonucu Sultan Abdülmecit tarafından devam ettirilen diğer
üç cephe, ancak uzun bir sürede (1842-1853) tamamlandı.
109 Afife Batur, “Selimiye Kışlası”, Dünden Bugüne…, C.6, s.515. 110 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478; Kıymet Giray, XIX. Yüzyıl Mimarî Arayışlar, Thema Larousse-Tematik Ansiklopedi, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993-4, C.6, s.337. 111 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1259-60.
57
Resim 45 Selimiye Kışlası ve Camii.
Harem’deki Kavak Sarayı arazisi üzerinde 25 Ağustos 1800’de temeli atılarak
inşaatına başlan kışlanın mimarı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bu askeri sitedeki
yapıların planlamasının, Hassa Başmimarlığı’nda bulunmuş iki mimar olan Ahmet
Nurullah ve Mehmet Arif Efendi ile mühendis Abdurrahman Efendi’ye ait olduğu
belirtilmekle birlikte112 Kirkor Balyan’ın eseri olduğu da söylenmektedir. Bu eserlerde
sadece yanan kışlayı Kirkor Balyan’a atfedenler113 olduğu gibi sadece yenilenen
kışlayı114 veya her iki kışlayı (yanan ve yenilenen) da atfedenler vardır.115 Kirkor
Balyan’ın, 1825’te mimarbaşı olup kışlanın planlarını çizen Abdülhalim Efendi
nezaretinde kalfa olarak116 çalıştığı bilgisi ise yenilenen kışlanın mimarının kim
olduğunu ve Kirkor Balyan’ın kışlaların yapımındaki rolünü belirtmeye çalışmaktadır.
1847’de çıkan yangından sonraki tamir ise; İngiliz mimar Simith tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Selimiye Kışlası, genellikle portal ve kulelerde belirginlik arz eden eklektisist
anlayışın egemen olduğu döneme ait bir yapıdır. Cephelerde Rönesans, kulelerde Barok
üslubu hâkimdir. Barok öğeler ağırlıkta olmakla birlikte bu gruba girmeyecek
112 Mustafa Cezar, a.g.e., s.474. 113 Oktay Aslanapa, a.g.e., s.426-428. 114 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478. 115 Afife Batur, a.g.m., C 6, s.515. 116 M. Nermi Haskan, a.g.e. C.3, s.1263.
58
süslemeler de bulunmaktadır. Büyük cephe duvarlarının tuğla ve taş sıralardan
oluşması, binaya dekoratif bir görünüm kazandırmıştır.117
Sultan II. Mahmut ve
Sultan Abdülmecid dönemi
eseri olan günümüzdeki
Selimiye Kışlası; katların
hepsi manzaraya açık ahenkli
cepheler halinde, her
cephesinde kat sayısı değişik
olarak İstanbul’a ve
Marmara’ya hâkim, geniş ve
meyilli bir arazi üzerinde
oturmaktadır. Temel duvarının
yüksekliği her tarafta aynı değildir. Kat boyundan yüksek yerler olduğu gibi, yok
denecek kadar sıfırlaşan yerler de vardır. Dikdörtgen biçiminde geniş bir bahçeyi
çevreleyen, dört köşesinde yedi katlı kuleler yükselen kışlanın Marmara cephesi 267 m.
iken, yan cephesi 200 m. uzunluktadır.118
Resim 46 Harem Sahili ve Selimiye Kışlası.
Zemin hariç üç katlı olan kışlada bulunan 228 büyük odadan bir kısmı, son
restore sırasında bölünerek küçültülmüş olsa da; kışla, 3000 pencere ile
aydınlanmaktadır. Cephelerin dikine dilimlere ayrılması, kışlaya sadelik ve resmiyet
görüntüsü vermektedir. Her bir dilimde üçer pencere bulunmaktadır. Oda ve tavan
döşemeleri ahşaptır. Kısmen ahşap olan koridorlar ise sonradan betonarme yapılmıştır.
Pencerelerin çokluğu, koridorların genişliği ve odaların büyüklüğü yapıya ferahlık verir.
Duvarların çok kalın oluşu ise, sıcak ve soğuk havaya karşı koruma sağlamaktadır.
Kışla, kırma çatı ile örtülmüştür.
Kışlanın köşelerinde; ikisi (1827-28) Sultan II. Mahmut, ikisi Sultan
Abdülmecid dönemine ait, alt kat ölçüleri 7,9 x 7,9 m. olan kare planlı, yedişer katlı
dört tane kule bulunmaktadır.119 Beşinci kata kadar aynı genişlikte yükselen kuleler,
altıncı ve yedinci katlarda daralmaktadır. İlk beş katta dikdörtgen üçer pencere
117 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478. 118 Oktay Aslanapa, a.g.e., s.426-428. 119 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1264.
59
bulunurken, altıncı katta iki, yedinci katta ise yuvarlak kemerli bir tane pencere
bulunmaktadır. Dilimli kubbe ile örtülen kulelerin üzerinde alemler vardır.
Kışlanın dört farklı girişi vardır ki bunlardan birincisi doğu tarafındaki 1852
tarihli Nizamiye Kapısı’dır. Üzerinde etrafı şekillerle bezenmiş, Sultan Abdülmecit’in
tuğrası vardır. Ayrıca hattat Ali Haydar Efendi’ye ait on altı mısralık kitabe (Kitabe 15)
ile birlikte “Biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır”. hadisi de bulunmaktadır.
Batıda Talimhane Meydan’ından Marmara Denizi’ne bakan 1827 tarihli (Kitabe 16),
kuzeyde Harem İskelesi’ne bakan 1842 tarihli (Kitabe 17) ve güneyde Kavak İskelesi
Caddesi’ne bakan 1842 tarihli kapılar (Kitabe 18) ise kışlanın diğer üç girişidir.120
Resim 47 Harem Dolmadan Önce Denizden Selimiye Kışlası.
Selimiye Kışlası, 1854-1856 Kırım Savaşı’nda hastane haline getirilmiştir.
İngiliz askerlerine tahsis edilen kışla, savaşın bitiminde harap edilerek bırakıldığı için
yeniden onarılmıştır.121 Son iki dünya savaşında askerlere verilmiş, bir süre tütün
deposu, sonra Askerî Ortaokul olmuş ve 1963’te bu okul lağvedilmiştir. Tekrar restore
edilen yapı, bugün I. Ordu karargâhı olarak kullanılmaktadır.
Nizam-ı Cedit kışlalarının en büyüğü olan Selimiye Kışlası; bir zamanlar sadece
Ortadoğu ve Balkanlar’ın değil dünyanın en büyük yapılarından biri sayılmaktaydı. Yer
aldığı topografyanın büyük yapılarından biri olan Selimiye; ağır, ciddi ve geometrik
kütlesi ile bugün dahi Anadolu yakasının haklı olarak en etkileyici yapısıdır. Üstelik
120 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1266-68. 121 Afife Batur, a.g.m., C.6, s.515.
60
arazi üzerindeki konumu ve kat yükseklikleri sebebiyle insan gözünü rahatsız etmeyen,
kente ve çevreye saygılı bir yapıdır. Çok sayıda koğuş, dershane, toplantı salonları ve
koridorlarıyla sanki taştan yapılmış bir kasabadır.122
4.2.2. Eğitim ve Sağlık Yapıları
Eğitim, kültür ve sağlık yapıları ile bölgede yapılan matbaa, kütüphane, fakülte
ve hastaneler kastedilmektedir. Bu eserleri aktarırken eğitim yapıları, sağlık yapıları
şeklinde gruplandırıp ayrı ayrı ele almak yerine yapım tarihlerine göre karışık olarak
aktardık. Her bir eserin yeri, banisi, mimarı, mimari özellikleri, geçirdiği tamiratlar ve
zaman içinde meydana gelen değişikliklerine yer verdik.
Üsküdar Matbaası; bölge tarihi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Kültür ve
bilginin yayılması noktasında Avrupa’da bir devrim yaratan matbaanın; Osmanlılar
tarafından iki asrı aşkın bir süre gerekli ilgiyi görmeyişi, Avrupa ile Osmanlı
kültürlerinin gelişme hızlarında küçümsenemeyecek bir fark ortaya çıkarmıştır.123
Sultan II. Bayezid (1481-1512)’e ait 1485 tarihli matbaanın kullanımını
yasaklayan bir fermanının bulunması, Osmanlı Türkleri tarafından matbaanın ilk çıktığı
andan itibaren bilindiğini göstermektedir. 1493 yılında İstanbul’da ve birkaç yıl sonra
da Selanik’te Türkçe ve Arapça baskı yapmamaları kaydıyla Yahudi ve Ermenilere
matbaa kurma izni verilirken, Türkçe yayına ancak 5 Temmuz 1727 tarihinde müsade
edilmektedir. Bu tarihte sadaret mektupçusu olan ve daha önce Fransa’ya giderek söz
konusu teknolojiyi görüp hayran kalan Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Efendi ile
basım teknolojisini bilen ve Osmanlı hizmetine girmiş olan Macar asıllı İbrahim
Müteferrika bir matbaa kurmaya
karar verdiler. İbrahim Müteferrika
gerekli izni alabilmek için
matbaanın İslam ülkelerinde
uygulanmamış olmasının zararları,
Müslümanların Avrupalılara
kıyasla geri kalmalarının
sebeplerinden birinin basma
sanatının yokluğu olduğunu ve
Resim 48 Üsküdar Matbaası. 122 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.139. 123 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.103-4.
61
kurulduğunda sağlayacağı faydaları içeren “Vesiletü’t-Tıbaa” isimli bir levha hazırlayıp
Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’ye ve diğer
ilgililere sundu. Matbaanın kurulması için yapılan müracaata şeyhülislamın olumlu
hükmü akabinde 1727 Temmuz’unda Sultan III. Ahmet tarafından gerekli izin verildi.
Bu izinden hemen sonra Viyana’dan araç gereçler getirilerek Ocak 1729’da ilk olarak
iki ciltlik Arapça-Türkçe sözlük olan “Vankulu Lügati”basıldı.
en Üsküdar’a taşındı.124
1745’de İbrahim Müteferrika’nın vefatıyla bir süre durgunluk yaşayan
matbaanın imtiyazı, Sultan I. Mahmud’un Ocak 1747 tarihli fermanıyla Rumeli Kadısı
İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmet Efendi’ye geçti. 1757’de Kadı İbrahim
Efendi’nin vefat etmesi birlikte 1784’e kadar matbaa faaliyetlerine ara verildi. Bu
tarihlerde Fransız elçiliğinin matbaaya ait ne varsa Kadı İbrahim Efendi’nin
terekesinden satın alma girişimi duyulunca Sultan I. Abdülhamid 1784 tarihli ferman ile
Vakanüvis Ahmed Vasıf Efendi ile Beylikçi Raşit Efendi’ye yeni bir matbaacılık
imtiyazı verildi. 1787’de Ahmed Vasıf Efendi’nin İspanya Sefareti’ne atanmasıyla
ortaklık bozulunca yalnız kalan Raşit Efendi, bir süre matbaayı işletti ve sonra süresiz
olarak kapattı.
1795 yılında Hasköy’de kurulan Mühendishane’nin alt katında öğrencilerin
faydalanacakları kitapları basmak
üzere bir matbaa tesis edildi. Raşit
Efendi’nin basmahane takımları ve
basılmış 316 cilt kitap 25 Şubat
1797’de 7.500 kuruşa satın alındı.
Mühendishane Matbaası, kendisine
ayrılan yerin dar gelmesi sebebiyle
öncelikle Sultanahmet’te Öküz
Mehmed Paşa Medresesinin bulunduğu
Kapalı Fırın semtine, buradan da yine
aynı sebeple hiçbir faaliyet
gösteremed
Resim 49 Üsküdar Matbaası.
124 Kemal Beydilli, “Nizâm-ı Cedid Şehri Üsküdar’da Matbaacı Bir İmam:Doğancılar İmamı Hafız Mehmed Emin Efendi”, Üsküdar Sempozyumu IV, s.555; Abdullah Saydam, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Derya Kitabevi, Trabzon 1999, s.493; Turgut Kut, Yazmadan Basmaya: Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar,Yapı Kredi Bankası, İstanbul 1996 s.10; Toderini Giambatista, (Haz.: Şevket
62
Üsküdar Matbaası; Selimiyye vakfı arazisi üzerinde, Harem İskelesi arkasında,
yeni yapılan büyük ve müstakil bir binadır. 11 Muharrem 1218 (3 Mayıs 1803)’te
“Dârü’t-tıbâ’ati’l-Cedîdetü’l-Ma’mure” ismiyle açılan matbaaya şair Aynî tarafından
(Kitabe 19);
“Musahhih bendesi Aynî dedi tarahi matbû’un
Üçüncü Şeh Selim dâr-ı tıbâ’a eyledi inşâ”
1217 tarihi düşüldü.125
Üsküdar matbaası genel yayınlara ayrılırken Mühendishane Matbaası ders
kitapları basmaya devam etmiştir. Basım tarihi belli birkaç kitap ile basım tarihi belli
olmayan birçok geometri kitabı bu hususu doğrulamaktadır.126
Kabakçı Mustafa İsyanı (25 Mayıs 1807/17 Rebiülevvel 1222) ’ndan sonra
Üsküdar Matbaası’nın çalışmaları aksayınca gizlice faaliyet gösteren azınlık
matbaalarının ustalarla ilgilenmeye ve onları kendilerine çekmeye başladıkları ve bunun
üzerine Üsküdar Matbaası dışında kitap basımının yasaklandığı görülmektedir.
Üsküdar matbaası kâr ve zarar esasına göre çalışması beklenen bir kamu
işletmesidir. Mühendishane Matbaası gibi askerî eğitim sisteminin tamamlayıcı bir
parçası olarak düşünülmemiştir. Piyasaya açık ve askerî eserler dışında diğer konularda
da kitap basan sivil bir kuruluş olarak çalışması ön görülmektedir.
Her türlü eserin basım tekeli bu matbaaya verildiğinden başka yerde eser
basılması yasaklanmıştır. Matbaanın kâra geçmesi halinde; devletin koyduğu sermaye,
masraflar ve maaş giderleri düşüldükten sonra kalan fazla gelir İrad-ı Cedid Hazinesi’ne
aktarılacaktır. Fakat konulan sermayenin azlığı, basılan kitapların taşraya
pazarlanamaması ve elde kalması, mevcut kitapların satışının uzun zaman alması gibi
sebeplerden dolayı hedeflenen başarıya ulaşılamamıştır. 1807 senesi sonlarına doğru
müderris Abdurrahman Efendi tarafından hazırlanan bir raporda bu durum açıkça dile
getirilmiştir. Ancak matbaa “kamu yararı olan” bir kurum olarak görüldüğünden
devletin el uzattığı bir işletme olma vasfını daima korumuştur.127
Rado, Terc.: Rikkat Kunt), İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk matbaacılığı, Yayın-Matbaacılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul 1990, s.125. 125 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.528. 126 Toderini Giambatista, a.g.e., s.125; Turgut Kut, a.g.e., s.10. 127 Kemal Beydilli, “Üsküdar Matbaası ve Burada Basılan Eserler Listesi (1802-1824)”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.58-62.
63
Matbaa, 30 Haziran 1823’te 20.000 kuruşa satın alınan bugünkü İstanbul
Üniversitesi Merkez Kütüphane’sinin yerinde terkedilmiş bir halde bulunan Kaptan
İbrahim Paşa Hamamı’na taşındığında tarih 6 Nisan 1924/7 Şaban 1239’u
göstermektedir. Üsküdar Matbaası’nda 1802-1824 yılları arasında basımı yapılan Din,
Dilbilgisi, Lügat, Hendese, Mantık, İlm-i Belâgat ve inşa/Retorik, Tıp, Tarih, Coğrafya,
Atlas, Fenn-i Harb, Astronomi ve Nizam-ı Cedid Tanıtımı gibi farklı alanlardaki
eserlerin tümü, Beydilli tarafından bir liste haline getirilmiştir.128
Pertev Paşa Kütüphanesi; Tıbbiye Caddesi üzerindeki Çiçekçi Camii’nin
avlusundadır. 1252 (1836) tarihinde, şair ve devlet adamı Pertev Paşa tarafından
yaptırılmıştır. Dikdörtgen şeklinde, yığma taştan inşa edilen bu küçük binanın çatısı
ahşaptır. Bir antre ve bir okuma salonundan ibarettir.
Bugün meşruta olarak
kullanılmaktadır. 665 yazma, 47
adet basma eserden oluşan
kütüphane Cumhuriyet
döneminde öncelikle Ali Emiri
Kütüphanesi (Millet
Kütüphanesi)’ne ve 1963’de de
Süleymaniye Kütüphanesi’ne
nakledilmiştir. Kütüphanenin ilk
müderrisi Vezirköprülü Ali
Cami Efendi’dir. Pertev Paşa,
yaptırmış olduğu bu kütüphane için şu tarihi düşürmüştür:
Resim 50 Pertevpaşa Kütüphanesi.
“Hitamında didiler böyle tarih Kütüphane yapıldı Hamdullah”
1252
Kütüphane ilk olarak 1806/1221’de Sultan III. Selim tarafından cami sahnındaki
dolaplarda tesis edilmiştir. Defter-i Kütüphane-i Selimiye’ye göre 1893/1311 tarihinde
kütüphanede 1320 cilt bulunuyordu. Pertev Paşa’nın 1836 tarihli vakfiyesinden
öğrendiğimize göre, kütüphanenin yüksek maaşlı iki hafız-i kütübü vardı. Bunlar tekke
mensupları arasından seçiliyordu. Ancak, tekke mensupları arasında bu görevi yapacak
dirayetli kimsenin bulunmadığı zaman hariçten emin ve mutemet bir kimsenin tayin
128 Kemal Beydilli, “Üsküdar Matbaası..”, s.58-62.
64
edilmesi şart idi. Birinci hafız-ı kütüplüğe tekkenin şeyhi İbrahim Hayrani Efendi, ikinci
hafız-ı kütüplüğe de Şeyh Ali Behçet Efendi’nin akrabası Hattat İbrahim Efendi
getirilmiştir. Kütüphanenin ayrıca bir de mücellidi vardı.129
Haydarpaşa Askeri Hastanesi; Tıbbiye Caddesi, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane,
Haydarpaşa Garı ve Marmara Denizi arasında bulunan hastane, Sultan Abdülmecid
(1839-1861)’in iradesi üzerine 1844'te Hacı Hüseyin Paşa yönetiminde yapılmaya
başlandı ve 1846'da faaliyete geçti. Yerinde Sultan III. Selim (1789-1807)’in
vezirlerinden Haydar Paşa'ya yaptırdığı Nizam-ı Cedid Kışlası ve bir de kasır vardı.
Sultan II. Mahmut (1808-1839)
döneminde, “Bu kışlanın mevki’ ve
havası gayetle güzel ve bağçeleri
vasi’ olmağla hastahane ittihaz
olunmuştur.”130 ifadelerinden
anlaşıldığı üzere bu kışla, hastane
haline getirilmiştir. Ahşap ve tek katlı
olan yapı, Sultan Abdülmecit (1839-
1861) tarafından yıktırılarak,
bugünkü bina yaptırılmıştır.131
Resim 51 Haydarpaşa Askeri Hastanesi.
Kesme taş ile yapılıp daha
sonra çimento ile sıvanan binanın ön yüzü 200, yan yüzleri ise 165 adımdır. Üzerlerinde
Resim 52 Haydarpaşa Hastanesi’nde bir operasyon.
129 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.948. 130 Mehmed Raif, a.g.e., s.33. 131 Nuran Yıldırım, “Haydarpaşa Askeri Hastanesi”, Dünden Bugüne…, C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1249.
65
kitabe
nenin cümle kapısına gelinmektedir. Hastanenin kitabesi, cümle
kapının
am
n
3, diğer tarafları ise 2 katlı
olarak inşa edildi. Cümle k diğinde; solda "tabib-i evvel", müdür ve
cerrahların
evvel"e ait odalar, eczane, ilaç laboratuarı ve ecza deposu yer almaktaydı. Diğer üç
tarafın ik dalar vardı.132
karantina koğuşu, mutfak, erzak ve yiyecek ambarları ile çamaşırları kurutmaya yönelik
bulunmayan avluya açılan beş, dış bahçeye açılan iki yan kapı, muntazam taştan
Ampir üslûbunda yapılmış olup orijinalliklerini korumaktadırlar.
Tıbbiye Caddesi’ndeki Nizamiye Kapısı’ndan bahçeye girildiğinde yol takip
edildiğinde hasta
sağ tarafındaki Toplantı Salonu’nun duvarında bulunmaktadır. Dört satır
halindeki on altı mısralık kitabe, 1935 yılında yapılan restorede belirtilen yere
taşınmıştır. Son dört mısrası aşağıdaki gibidir (Kitabe 20).
Biri sâde biri cevherle tertîb eyleyüb Safvet
iki tarihe derc itdim şifâyı sadr olur mazmûn
Bu fâhir hastahane oldu seyr it serteser sağl
Cüyûşin kıldı Han Abdülmecid iclâl ile memnû
1261 (1845)
Hastane, arazi meyilli olduğundan deniz tarafı
apısından giril
odaları, elbise ambarı ve hamam, sağ tarafta ise hekimler ile "eczacı-i
Hastanenin batı cephesinde İngiliz Mezarlığı ve bu mezarlığın bitişinde
i katında ise 10'ar koğuş ile subaylar ve bulaşıcı hastalıklara ait o
132 Nuran Yıldırım, a.g.m., C.4, s.29.
Resim 53 Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin Havadan Görünümü.
66
feshane
ğu
için gerektiğinde geniş sahanlıkların da kullanılmasıyla bu sayı artıyordu. 1853-54
Kırım
yılında stajlarını bitiren
hekiml
v 1876'da
eczacı
e malzeme ikmal merkezi olup, birçok sıhhiye bölüğü ve seyyar
hastane
n dikkatini çekmeden
başta m
ve bahçe ortasındaki şadırvanın üzerinde 1930 tarihlerinde yıktırılan küçük bir
cami bulunuyordu. Yine arka bahçede bulunan Mescid de bugün bulunmamaktadır.
Normal zamanlarda 600 yataklı olan hastane, hasta yatırmaya elverişli oldu
Savaşı’nda hasta ve yaralıların hizmetine tahsis edilen hastane, 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı'nda 3.000 yataklı hastaya hizmet verdi.
1870'te Umur-ı Sıhhiye Nizamnamesi' ne göre Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenler, iki
yıl süre ile istedikleri dalda ihtisas yapmaya başladı. 1872
ere diplomaları verilirken, yapılan yarışma sınavı sonunda yüksek ihtisas yapmak
üzere 18 genç hekim Viyana ve Paris'e gönderildi. Mezuniyet törenlerinden birine
katılan Sultan Abdülaziz, bugün GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı’nda
muhafaza edilen ve ayda bir kurulan altın kaplama bir çalar saat hediye etti.133
Ordunun cerrah ve eczacı ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla Sıhhiye Reisi Nuri
Paşa tarafından “Ameliyat-ı Tıbbiye Mektebi" kurularak 1873'te cerrah e
sınıfı açıldı. Zamanla bozulan eğitimi düzeltmek, askeri hekimlerin daha iyi
yetiştirilmesini sağlamak ve hastaneyi ordu birliklerine gönderilecek hekimler için bir
depo olmaktan kurtarmak amacıyla 1898'de “Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seririyat
Hastanesi” açıldı.
1909'da büyük bir onarım gören hastane, Balkan Savaşı'nda ordu birliklerinin
sağlık personeli v
nin kurulmasını sağlarken I. Dünya Savaşı’nda ise Çanakkale ve Bağdat
cephelerinden gelen hasta ve yaralılarla doldu. O günlerde hastaların bakımları
güçleştiğinden, günde 200'ü aşkın ölüm vakası görülmeye başlandı. Tıp Fakültesi
klinikleri ve Zeynep Kâmil Hastanesi bu hastaneye bağlandı. Barakalardan oluşan 200
yataklı nekahathaneler bu sıralarda yapıldı ve 1930’da yıktırıldı.
Milli Mücadele döneminde de hastanenin önemli hizmetler yürüttüğü
görülmektedir. Hastanenin başhekimi Sadık Nazif Bey, kimseni
ikroskoplar olmak üzere depolarda bulunan tıbbi araç gereç ile temin edilen
bütün sıhhi malzemeyi küçük paketler halinde Anadolu'ya gönderdi. Hastane yine o
günlerde pek çok hekimin Anadolu’ya geçişini sağladı.
133 http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007.
67
1933 yılında tamir gördüğü için Selimiye Kışlası'na taşınan hastane, 1 Nisan
1940'ta kaloriferleri ve bir kısım hizmet tesislerinin tamamlanmasıyla tekrar eski
binasına
na uygun olarak açılan şubeleridir. Bu şubelerden bevliye, göz,
kulak v
Yaver
t afından 1900-1/1318’de yapılan
Mekteb
şlası gibi büyük bir avlu çevresinde,
dikdört
her fırsatta
“Mekte
dönerek faaliyetlerine devam etti. II. Dünya ve Kore savaşlarında da hizmetleri
bulunan hastane, 1985 Ekim’inde, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne bağlanarak
“Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi” adını aldı. Günümüzde
ise akademi öğrencilerinin staj yaptıkları, tam teşekküllü askeri bir hastane olarak
hizmet vermektedir.
Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin vurgulanması gereken önemli bir diğer tarafı
ise günün ihtiyaçları
e hariciye ordumuzda ilk defa kurulmaktadır.
1862'de Dr. Nafilyan Paşa'nın gayretleriyle Üroloji kliniği, 1871'de Paris’te
ihtisas yapmış olan doktor Binbaşı Bahattin Bey tarafından ilk göz servisi, 1912’de Sani
tarafından kulak-burun-boğaz servisi, 1931'de kadın-doğum servisi, 1956'da
çocuk hastalıkları ile Fiziko-terapi servisleri açıldı.134
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane; Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909) isteğiyle
Fransız mimar Vallaury ve Raimonde D’Arenco ar
-i Tıbbiye-i Şahane; Tıbbiye Caddesi, Burhan Felek Caddesi ve Ankara Asfaltı
arasında geniş bir arsa üzerine inşa edilmiştir.
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, hareketli profili ve cephe tasarımındaki ayrıntıları
ile dikkat çekmektedir. “Tıpkı Selimiye Kı
gen planlı yapı; Selçuklu, Osmanlı ve hatta Hint mimarisi dahil pek çok mimari
üslubun özelliklerini çağrıştıran zengin bir fasad mimarisi sunmaktadır.”135
Mesleği ve mahareti sebebiyle sürekli huzura kabul edilen Cemil (Topuzlu)
Paşa, zamanla padişahın nabzına göre nasıl şerbet verileceğini öğrenir ve
b-i Tıbbiye-i Askeriye”nin yetersizlik ve eksikliklerinden bahseder. Bir gün
padişahın yüzündeki tebessümden cesaret alarak “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye”nin
mekân olarak kötü bir yerde bulunduğunu, Gülhane Kışlası’nın darlığını, şimendifer
istasyonuna yakınlığından dolayı gürültünün bitip tükenmediğini, hastanedeki araç-
134 http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007; Nuran Yıldırım, a.g.e., C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e. C.3, s.1249. 135 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.140.
68
gereçlerin çok eksik olduğunu anlatır ve Sultan II. Abdülhamid’den Mekteb-i Tıbbiye
yaptırma sözünü alır.
Sultan II. Abdülhamit, “Binanın denizaşırı bir yerde mümkünse Haydarpaşa
tarafınd
“İnşaat alanı yaklaşık
24.000
dan Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Hastane
Spor K
0m boyutunda dikdörtgen
bir avl
şekilde sıralanmaktadır.
a yapılmasını tercih eyler” ve 450.000 altın karşılığında Mekteb-i Tıbbiye binası
inşa olunur.136
metrekare olan okulun
duvarlarında Hereke ve Bilecek
ocaklarından özel olarak getirilmiş
renkli granitler kullanılmış, harçlar
için Marsilya’dan su kireci
getirilmiştir. Metal kısımlar ise
Belçika’dan alınmış, metal çerçeveli
pencereler ise, Viyana’da
hazırlatılıp getirilmiştir. Okulun
ortasındaki avlu öğrenciler için
bahçe olarak tasarlanmış ve gerekli
bitki ve nadir ağaçlar Fransa’dan
temin edilmiştir.”137
Resim 54 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
Deniz tarafı daha geniş olduğun
ompleksi olarak kullanılmaktadır. Tam karşısında bulunan Haydarpaşa Hastanesi
ile arasından Tıbbiye Caddesi geçen mektebin yanlarında ise bazı ilâve binalar ve ayrıca
güzel, kubbeli bir hamamı bulunmaktadır. Haskan’ın “Botanik bahçesi, limonluğu ve
bacalı su deposu, Ankara asfaltının diğer tarafında kalmıştır.” ifadeleri mektebe ait bazı
yapıların kışla sınırları içerisinde kaldığını göstermektedir.
Dört katlı ve simetrik olan yapının ortasında 140 x 8
u yer almaktadır. Dörtkenarı koridorlarla çevrili olan bu avlunun güney, batı ve
kuzey kenarlarında sınıflar bulunurken diğer birimler yapının dış yüzeyine gelecek
136 Cemil Topuzlu, 80 Yıllık Hatıralarım, Güven Yayınevi, İstanbul 1951, s.54-56. 137 http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2, 08.06.2007.
69
Payandalı, geniş saçağı ile İstanbul Lisesi’ni andıran binanın üst iki sıra
pencereleri kemerli ve alt iki sıra pencereleri dikdörtgen şeklinde olup alttan üçüncü sıra
pencer
a ve orta sahanlığın
altında
Aşağıdan yukarıya doğru bakıldığında bu
ke şin, çok büyük mermer
kitabe
ltanat-ı uzmâ-i Osmaniye es-Sultan ibnü’s-Sultan (…) el gazi Abdülhamid
Han-ı
elerin kemerleri pembe ve beyaz mermerden yapılmıştır.138
Üç bölümlü olan cümle kapısı Marmara Denizi’ne bakmaktadır. Bu kapıya her
iki taraftan üç sahanlıklı 32 basamaklı merdivenden çıkılmakt
bir kapı daha bulunmaktadır. Cümle kapısının iki yanına odaların daha fazla ışık
alabilmesi düşüncesiyle simetrik olarak üç girinti ve üç çıkıntı yapılmıştır. Girintili
kısımlar koridor olarak iki bölümü
birbirine bağlarken çıkıntıların ise
oda olarak değerlendirildiği
görülmektedir. Cümle kapının iki
yanında dört yüzlü saat kuleleri ve
binanın köşelerinde ise cümle kapısı
modelinde birer kapı bulunmaktadır.
Kuleler arasındaki oymalı
alınlıklarda Sultan II. Abdülhamit’in
birer tuğrası ve bu tuğralar yanında
da Hattat Sami Efendi’nin imzası yer
almaktadır.
cephede sırasıyla üç bölümlü cümle
mer ve korni
Resim 55 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Kitabesi.
kapıları, altı mermer sütun, geniş ve yüksek
ve son olarak da Osmanlı Arması görülmektedir. Saat kuleleri arasında bulunan
üç satır halindeki yaklaşık 14 metrelik kitabe, Sami Efendi (1837-1912)’ye ait olup
1318 tarihlidir.139 Türk İslam Sanatı’na büyük emeği geçmiş ve geçmekte olan değerli
hocam Sayın Uğur Derman’a sorduğumda bu kitabenin Hasan Rıza’ya ait olduğunu
söyledi.
Ziynet Efzâ-i makam-ı kudsiyet ittisam-ı hilafet-i İslamiyye ve revnek efşân-ı
erîke-i sa
Sâni efendimiz hazretlerinin Asr-ı kemalat hasr-ı Hilafetpenahilerinde hizârâ-i
husul bulan meâsir-i fahire-i celîle cümlesinden bulunan işbu Mekteb-i Fünün-u
Tıbbiye-i Askeriye zât-ı hikmet âyat-ı hümâyunlarının yirmibeşinci sene-i mukaddese ve
138 http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2, 08.06.2007. 139 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.915.
70
mübeccelesinde mükemmelen ve müceddeden inşa buyurulmuştur. Cenab-ı hayatbahşâ-
yi kâinat zât-ı meâlî safat-ı Hazret-i Hilafetpenahilerini Kemâl-i Satvet ve mezîd-i
afiyetle Taht-ı Muallayı Hilafet-i Kübrâ da diâm ve mekin ve nice nice mebânî-i cesîme
ve asâr-ı celîle-i Hayriye inşasına muvaffak buyursun âmin. Fi 18 Cemaziyel evvel 1318
“Mukaddes İslam Halifeliği’ne ve Osmanlı Saltanatı’na revnak veren Sultan
oğlu Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın büyük kalkınma devresi eserlerinden olan Askeri
Tıbbiy
k ıdan yapılmaktadır. Yanlardakine oranla ortadaki revakın daha geniş
olduğu
mesafede bulunan klinik
pavyon
e Okulu, kendilerinin padişah olduklarının 25. döneminde yeni ve mükemmel bir
surette yapılmıştır. Tanrı bu yüksek vasıfları ile padişahı şerefle ve uzun ömürle
makamında daim ve nice nice bu gibi büyük ve hayırlı eserler yaptırmaya
eriştirsin.1900”140
Okulun caddeye bakan arka cephesi ön cepheden biraz farklıdır. Bugün okula
giriş çıkışlar bu ap
, kalın ayaklar üzerine oturtulmuş üç tane revak yer almaktadır. Bu revakların
önünde her biri iki mermer sütundan oluşan dört sütun grubu yükselmektedir. İkinci
katta alttaki toplam sekiz sütun üzerine yerleştirilen aynı sayıdaki sütunla cephe farklı
bir hareketlilik kazanmaktadır. Burada sütunlar arası penceredir. Üçüncü kat, ilk iki kata
göre daha alçaktır. Ortada kalan bölüm, alt kattaki revakların maketi şeklinde pencere
olarak düzenlenmiş ve tam ortaya da arma yerleştirilmiştir.
1901 yılında tıbbiye binasının karşısına
yaklaşık 75 metre
larının inşaatına başlandı. Mekteb-i
Tıbbiye’nin yeni binası, Sultan II. Abdülhamit’in
doğum günü olan 6 Kasım 1903/15 Şaban 1321
Cuma günü açılış ve eğitime başlama töreni
yapıldı. 1909 yılına gelindiğinde, askeri ve sivil
tıbbiyeler Haydarpaşa’daki tıbbiye binasında
birleştirilerek Haydarpaşa Tıp Fakültesi adını aldı
ve dekan olarak Cemil Topuzlu Paşa seçildi.
Resim 56 Tıbbiye Caddesi Girişi.
140 Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, İstanbul Matbaası, İstanbul 1976, C.2, s.103.
71
Tıp fakültesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında sıkıntılı dönemler geçirdi. 1913
yılında
9’da okul İngiliz İşgal kuvvetlerinin denetimine girmiş, eğitim sırasında
büyük
formu’nda tıp fakültesi Avrupa yakasına
taşınmış, M
boyunca Haydarpaşa Lisesi olarak
kullanı
118 öğrencinin mezun edilmesinden sonra eğitime ara verildi. 1914 yılında
Yedek Askeri Hastane olarak hizmet veren bina da 1916 yılında öğretime yeniden
başlandı.
191
zorluklar ve baskılar ile karşılaşılmıştır. Ancak tüm bunlara karşın, Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahane ve sonraki ismiyle Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nden 1912-1922 yılları
arasında yetişen hekimler, askeri hekimlik ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele
sahalarında başarıyla hizmet vermişlerdir.
1933 yılındaki Üniversite Re
ekteb-i Tıbbiye binası ise Milli Eğitim Bakanlığına bırakılarak Haydarpaşa
Lisesi’nin kullanımına geçmiştir. Okulun klinik pavyonları ise günümüzde halen
Haydarpaşa Hastanesi olarak hizmet vermektedir.
1933–1983 yılları arasındaki 50 yıllık süre
lan Tıbbiye binası ise, 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne verilerek yeniden
bir üniversite bünyesine geçmiştir. Böylece, bir yüzyılı aşkın tarihin tanığı olan bina,
Mekteb-i Tıbbiye ve Haydarpaşa Tıp Fakültesi isimleri altında Türk tıbbına hizmet
verdikten sonra tekrar aynı işlevine kavuşmuş bulunmaktadır. Bu görkemli yapı tarihsel
kimliği ve mirası ile, bugün de Tıp Fakültesi de dahil olmak üzere halen Marmara
Üniversitesi’nin Haydarpaşa Hastanesi ki eğitim kurumlarına ev sahipliği yapmayı
sürdürmektedir.
72
Haydarpaşa Numune Hastanesi;
Mektebi Tıbbiye-i Şahane'nin tam karşısında
bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesi,
Rieder
esiyle kurulan Tıp Fakültesi’nin
1933’te İstanbul yakasına taşınmasıyla ana
bina M
irat projeleri uygulamaya konan pavyonlar 1 Şubat 1936’dan
bu yan
da açılan “Hemşire ve Laborant Okulu” 1954'te “Ebe-
Hemşir
Bugün, Sağlık Bakanlığı'na bağlı, tam teşekküllü bir eğitim hastanesi olarak
faaliyetini sürdüren hastanede Türkiye'de ilk kez, 1959 yılında Dr. Cemalettin Öner
tarafından reanimasyon servisi kuruldu. Anesteziyoloji ve reanimasyon servisleri, yeni
binalarında hizmete girdikleri 1969 yılında 30 yatak ile Ortadoğu ve Balkanlar'ın en
büyük kapasitesine sahipti.141
Paşa nezaretinde hassa mimarı
D'Aronco tarafından yapıldı. Tahminen
1901'de inşaatına başlanan beş pavyon,
mektebin hastanesi olarak düşünüldü
“Seririyat Pavyonları” adıyla hizmete
başladı. Askeri ve sivil tıbbiyelerin 1909'da
birleştirilm
Resim 57 Haydarpaşa Numune Hastanesi
illi Eğitim Bakanlığı'na bırakıldı. Bu tarihlerde hastane olarak kullanılan
pavyonlar ise Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na devredildi. Zeynep Kâmil
Hastanesi’nin (Anadolu yakasındaki tek hastane) ihtiyaçlara cevap veremediği
görülünce yeni bir hastanenin açılmasına karar verildi. 1934 yılı Ekim ayında 16 ay
sürecek olan inşaat ve tam
a “Haydarpaşa Numune Hastanesi” adı altında hizmet vermektedir.
Başlangıçta 225 yataklı olan hastanede, zamanla yapılan ek binalarla yatak sayısı
350'ye çıktı. Verem pavyonunun yapımı ile yatak sayısı 500'ü bulurken Dr. Faruk
Ayanoğlu (reanimasyon) ve 50. Yıl pavyonlarının yapımıyla bu sayı 800'e ulaşmıştı.
Hastanede 1 Nisan 1946'
e-Laborant Okulu'na” dönüştürültü fakat öğrenci sayısının artmasıyla 1961'de
Zeynep Kâmil Hastanesi'ne taşındı. 1958'de, anatomi, patoloji laboratuvarı ve ambar
olarak tek katlı inşa edilen binaya 1967'de bir kat daha ilave edilerek hemşire
yatakhanesi yapıldı.
141 http://www.haydarpasanumune.gov.tr/tarihce.html, 08.06.2007; Nuran Yıldırım, a.g.m., C.4, s.32.
73
Baytar Mektebi; Tıbbiye Caddesi üzerinde Selimiye Kışlası karşısındadır.
Sultan II. Abdülhamit tarafından 1894/1311 yılında yaptırılmıştır. Selimiye Kışlası
süvari birliği atlarına veteriner yetiştirmek amacıyla yapılan bina bugün de “Veteriner
Fakültesi ve Hayvan Hastanesi” olarak hizmet vermektedir.
Türkiye'de ilk defa 1889 tarihinde yüksek okul olarak Halkalı'da kurulan
Veterinerlik Fakültesi de, tıp fakültesi gibi yer birkaç yer değiştirmiştir. 1921 yılında
Sultana
Bodrum kat dışında iki kat olan mektebin birinci katına mermer bir merdivenle
çıkılma
ş
ı makam-ı
mu’allayı Hilâfet-i İslâmiye ve erike
piray-ı Saltanat-ı seniyye-i Osmaniye es-Sultan ibni’s-Sultan el Gazi Abdülhamid Han-ı
sâni Hazretleri taraf-ı eşreflerinden işbu ........... (okunamayan 2 kelime) celile-i
Mülûkânelerine ilâveten bin üç yüz on bir sene-i hicriyyesinde bina ve inşa edilmiştir.
18 Şaban 1311/24 Şubat 1894).
hmet’te “Mülkiye Baytar Mektebi Âlisi” ismiyle eğitim veren bina yandığı için
Selimiye’deki Baytar Mektebi’ne yerleşildi. “Yüksek Baytar Mektebi” adını alan okul,
Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde kapatılarak Ankara’da Veteriner Fakültesi olarak
öğretime başladı.
ktadır. Bütün pencereleri
kemerlidir. Caddeye bakan ön
yüzünde tuğralı bir Osmanlı Arması
ve armanın iki yanında iki sıra
şeklinde düzenlenmi dört mısralık
bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe
yüksekte olduğundan ve yer yer
eridiğinden tam olarak
okunamamıştır.142
Ziynet efzâ-y
Resim 58 Baytar Mektebi
142 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.903.
74
Resim 59 Haydarpaşa Numune, Mektebi Tıbbiye ve Selimiye Kışlası.
Selimiye Sıbyan Mektebi; Selimiye Camii’nin avlusunda ve Selimiye Kışlası
Sokağı ile Şerif Kuyusu Sokağı’nın birleştiği köşededir. Fevkâni olan bu yapının alt
katı kesme taş, üst katı ise ahşaptır. Alt katın kapısı Selimiye Kışlası Sokağı’na
açılmaktadır. Meşruta olarak kullanılan esas mektep kısmının kesme taştan yapılmış
kemerli kapısı cami avlusuna bakmaktadır. Her ikisinin de kitabesi yoktur.
Mektep, cami ve diğer
müştemilat ile beraber Sultan III.
Selim tarafından yapılmıştır.
İnşaata 1801-2/1216 tarihinde
başlanmış ve cami kapısının
üzerindeki kitabeden de
anlaşılacağı üzere 1804-5/1219
tarihinde tamamlanmıştır. Bina
takriben 120 yıl mektep olarak
hizmet gördükten sonra 1915
senesinde karakol olmuştur. Bugün
halk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.143 Resim 60 Selimiye Sıbyan Mektebi.
143 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.925.
75
Defterdâr Mehmet Tahir Efendi Mektebi; Harem İskelesi civarında Selimiye
İskele Caddesi ile Kavak Bayırı Sokağı’nın birleştiği köşede, Mehmet Tahir Efendi
Camii’nin doğu tarafında idi. Okulun yapım tarihinin cami ve çeşmelerin yapım tarihi
1826-27/1242 ile aynı olabileceği düşünülmektedir. Selimiye İskele Caddesi’ne açılan
dar, çıkmaz bir aralıktan girilen okul; 1925 tarihlerinde harap bir vaziyette dururken,
1953 yılında yıkılmış ve altında sadece çeşmesi kalmıştır.144
Haydarpaşa Lisesi; Bugün Altunizade, Koşuyolu, Acıbadem ve Çamlıca’nın
kesiştiği noktada bulunmaktadır. Tıp fakültesinin 1933 yılındaki Üniversite
Reformu’yla Avrupa yakasına taşınmasından bir yıl sonra 26 Eylül 1934 yılında
“Haydarpaşa Erkek Lisesi” adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasında eğitim-öğretim
faaliyetine başladı. İki yıl birlikte bulundukları Muallim Mektebi’nin 1936-37 öğretim
yılında Çamlıca’ya taşınmasıyla 1984 yılına kadar binanın kullanımı tamamıyla
Haydarpaşa Lisesi’ne geçti.
Yatılı ve gündüzlü öğrenci ayrımına gitmeyen okulun ilk açıldığındaki mevcudu
1.048 öğrenci idi. Sahip olduğu olanaklara bakıldığında küçük bir kasaba
görünümündeydi. Yemekhane, hamam, Mescid, çamaşırhane, lojman, revir, terzihane,
demirhane ve marangozhane ile öğrencilerinin bütün ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydi.
1948–1956 yılları arasıda Anadolu yakasının kız lisesi ihtiyacını karşılamak
amacıyla karma eğitim yapıldı fakat 1957’den sonra yine sadece erkek öğrenciler alındı.
1979–1980 öğretim yılında yatılı öğretime son verilirken ortaokula da öğrenci alınmadı.
1980–81 yılından itibaren karma eğitim tekrar başladı. Temmuz 1984’te binanın
Marmara Üniversitesi’ne tahsis edilmesiyle Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nin ek
binasına taşınan lise, 1989–1990 öğretim yılında ise bugün bulunduğu Altunizade'deki
yeni binasına yerleşti.145
4.2.3. Su Yapıları
Çeşmelerin çoğunlukta olduğu bu bölümde öncelikle Duvardibi Su Terazisi ve
Selimiye Hamamı hakkında bilgi verilmektedir. Çeşmeler yapım tarihlerine göre ele
alınmaktadır. Mümkün olduğunca çeşmelerin bulunduğu yer, banisi, yapım tarihi,
mimari özellikleri ve son durumları belirtilmektedir.
ǿǿǿ
144 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.906. 145 Turgay Gökçen, “Haydarpaşa Lisesi”, Dünden Bugüne…, C.4, s.32.
76
Tablo 4.3 19. Yüzyıl Su Yapıları
Çeşmenin Adı Banisi Tarihi Hali
1 Selimiye Hamamı Sultan III. Selim 1802 / 1217 Harap 2 Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi Hibetullah Valide Sult. 1791 / 1206 Mamur 3 Selimiye Çeşmesi Şah Sultan 1792 / 1207 Mamur 4 III. Selim Çesmesi Sultan III. Selim 1802 / 1217 Mamur 5 Daya Kadın Çeşmesi Daya Kadın 1805-6 Mamur 6 Hafız İsa Ağa Çeşmesi Hafız İsa Ağa 1822 / 1238 Mamur 7 Hafız İsa Ağa Çeşmeleri Hafız İsa Ağa 1824/1240 Mamur 7 İhsaniye Çeşmesi Hafız İsa Ağa 1844 / 1240 Mamur 8 Defterdar M. Tahir Efendi Çeşmesi M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Mamur 9 Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi Sultan Abdülmecid 1841 / 1257 Mamur 10 Def. M. Tahir Efendi Camii Çeş. M. Tahir Efendi 1826 / 1242 Yıkıldı 11 Tıflıgül Hanım Çeşmesi Tıflıgül Hanım 10.06.1808 Yıkıldı 12 Abdülmecid Han Çeşmesi Halit Ağa 1839-40 Kayıp 13 Hasip Paşa Çeşmesi Zeki Bey 19.06.1905 Mamur 14 Ahmet Şakir Efendi Çeşmesi Ahmet Şakir Efendi 1907 / 1325 Mamur 15 Hakkı Efendi Çeşmesi Hakkı Efendi 1915 Mamur
Su Terazileri; Haskan, Üsküdar’ın bilinen su terazilerini sayarken konumuz
olan bölgede; kışla içerisinde Selimiye Su Terazisi, aynı adla anılan mevkide Duvardibi
Su Terazisi, Daya Hatun Namazgâhı yakınlarında Harem İskelesi Su Terazisi ve
Neyzenbaşı Halil Can Sokağı üzerinde Hatice Sultan Su Terazisi olmak üzere dört adet
su terazisinin bulunduğunu belirtmektedir.146
Selimiye Hamamı; Selimiye Cami ile aynı tarihlerde 1802/1217 yılında yapılan
Selimiye Hamamı; doğuda Şerif Kuyusu Sokağı, kuzeyde Selimiye Camii Sokağı ve
batıda Selimiye Hamamı Sokağı arasında yer almaktadır. Güney tarafında ise
apartmanlar yükselmektedir. Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid askerlerinin yıkanması
için yaptırdığı hamam, uzun süre sadece Selimiye Kışlası askerlerine açık kalmıştır.147
Selimiye Hamamı, büyük bir bahçe içerisinde sırtını Şerifkuyusu Sokağı’na
verip camiyi seyretmektedir. Bahçeye doğu ve batı yönlerinden iki giriş bırakılmış fakat
doğudaki sonraları kapatılmıştır. Uzun süre kışla askerlerine hizmet verdikten sonra
terkedilen hamamın bahçesinde hala asker nöbet yerleri durmaktadır. Bahçeye cami
karşısındaki batı kapısından girildiğinde bir de kuyu görülmektedir.
Selimiye Hamamı, tek hamamdır. Tavandaki çatı fenerinden ışık alan hamamın
camekân kısmı yeniden yapılmıştır. Burada soyunma odaları vardır. Ilıklıktan esas
146 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1225. 147 Ayvansarayi, a.g.e., C.2, s.189.
77
yıkanma mahalline girilir. Burada göbek taşının etrafında dört halvet üç sofa vardır.
Hepsinde ikişer kurna bulunmaktadır. Halvetler küçük, harare ise büyük bir kubbe ile
örtülmüştür. Sofalar üzerinde ise beşik tonoz çatılar vardır.148
Bugün hamam üzerinde görülmeyen ve Aynî’nin tarih düşürdüğü kitabe
şöyledir:
Pak tıynet âb-ı rûy-ı saltanat Sultan Selim
Yapdı İhsaniye’de germâbe kim misli adim
Baksa Aynî bayılur ins ü peri tarihine
Yapdı bu hammamı âb ü tâb virdi şeh Selim
1217
Hamamın bugünkü halini vicdan sahibi hiç kimse görmek istemez. Askerler
tarafından terk edildikten sonra viraneye dönmüştür. Bahçesi çöplük olarak kullanılan
hamamın içerisi çöplükten farksızdır. Hamam 08.03.2008 tarihinde Selimiye Camii’ni
restore eden işçiler tarafından kullanılmakta, burada yatıp kalkmaktadırlar. Bir önceki
gezimde göbek taşı ve çevresinde yığılı
olan tahta ve beşe on gibi ahşap inşaat
malzemeleri hamam dışına
çıkarılmıştır. Hamamın her köşesi pet
şişe, gazete gibi çöplerle dolu.
Hamamda kurnaların kırılması kadar
duvar üstü yeni bir su şebekesinin
döşenmesi de yüreği sızlatmaktadır.
Bunca yıllık hizmetine karşılık terk
edilerek hoyrat ellerin uğrak yeri haline
gelmesine müsaade edilen hamam, içi
kararmış bir halde doktorunu beklemektedir.
Resim 61 Selimiye Hamamı.
148 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.973.
78
Resim 62 Hamam Çeşmesi Resim 63 2007 Yılında Hamamın İçi
Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi;
İhsaniye Mahallesi’nde, Tosun Paşa Sokağı ile Şerif Bey Çeşmesi Sokağı’nın
birleştiği yerde ve Tosun Paşa Sokağı’nın sağ köşesinde bulunmaktadır. Çeşme,
Mihrişah Valide Sultan tarafından genç yaşta ölen kızı Hibetullah Sultan149 adına
1791/1206 yılında yaptırılmıştır.150
149 Hibetullah adında bir Valide Sultan yoktur. Bu çeşmeyi III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan ölen kızı Hibetullah Sultan’ın ruhuna yaptırmıştır. (Mehmed Raif, a.g.e., s.111, dipnot: 238) 150 H. Örcün Barışta, “Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.3, s.70.
Resim 64 Çeşmenin 1964’teki Görünümü Resim 65 2008 Yılında Çeşme
79
Türk baro mimarîsinde yapılan
çeşme som mermerdendir. Ayna taşı bir
çerçeve içinde kalmıştır. Bu çerçevenin
iki yanında içi ve dışı düz bir çerçeve ile
kaplı iki ince sütunçe bulunmaktadır.
Ayna taşı ve sütunlar üzerinde alt ve
üstten iki korniş arasında kalan üçer
mısralı altı satıra hakedilmiş bir kitabe
vardır. Dışbükey hatlarla tasarlanmış taş
blok üzerine yazılmış kitabe, gerek teknik beceri gerekse anlam açısından yapının en
ilginç ünitesi olarak görülmektedir.151
Resim 66 Çeşmeye ait Kitabe.
Ekler bölümünde tamamı verilen
kitabenin (Kitabe 21) son mısraları
şöyledir:
Vehbiyâ ben de ana söyledim iki târîh
Lîk bir tamiye var mısra’-ı sânide ıyân
Çeşme-i Valide Sultan’da ki cûşiş-i cûd
1206
Oldu şâd-âb-ırûh-ı Hibetullah Sultan” 1206
Şair Sünbülzâde Vehbî’ye ait
onsekiz
Resim 67 Selimiye Çeşmesi.
mısralık bu kitabenin iki yanında kabartma yaprak motifleri bulunmaktadır.
Kesmetaş ve tuğla hatıllı büyük bir haznesi olan çeşme 1970 tarihlerinde tamir
edilmiştir.152
Selimiye Çeşmesi; Selimiye Camii Sokağı ile Selimiye Hamam Sokağı’nın
birleştiği yerde ve Hamam Sokağı’nın sol köşesindedir. Sultan III. Selim’in ablası Şah
Sultan tarafından 1792/1207 tarihinde yaptırılan çeşme tamamen mermer kaplı olup
ayna taşında kabartma şekiller bulunmaktadır. Kitabesi olmayan çeşmenin arkasında
oldukça büyük bir haznesi vardır.153
151 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.3, s.71. 152 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.384. 153 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1144.
80
III. Selim Çeşmesi; Üsküdar İlçesi’nde Karacaahmet’te Tıbbıye Caddesi ile
Harem İskele Sokağı’nın köşesinde yer alan tek yüzlü köşe çeşmesidir.
Kitabesinden 1802/1217’de inşa edildiği anlaşılan çeşmenin arkasında oldukça
büyük tutulmuş, dikdörtgene yakın kare
planlı, kesme taş, tuğla ve horasan harçla
örülmüş haznesi vardır. Haznenin duvarları
horasan harcı kullanılarak iki sıra tuğla bir
sıra taş almaşık dizisiyle örülmüş ve sade
bir silmeyle bitirilmiştir. Tıbbıye Caddesi’ne
bakan cephesinde, şuanda işlevi anlaşılmayan bir niş bulunmakta, bu nişin sol üst
köşesinde mermer söveli küçük bir pencere yer almaktadır.
Resim 68 III. Selim Çeşmesi Kitabesi.
Kitabe nin (Kitabe 22) son mısraları şöyledir:
Padişah’a kıl du’a bu çeşmeden âb iç revân 1217
Cûy-bar-ı himmet icrâ eyledi Sultan Selîm 1217
Som mermerden yapılmış olan çeşmenin
üstünde, banisi Sultan III. Selim’in tuğrasının
olduğu bilinmektedir. Ancak çeşme onarım görmüş
ve tuğra yerine yerleştirilmemiştir. Çeşmenin
tabanında dışarıya doğru taşan bir yalağı ve iki
yanında dinlenme taşları bulunmaktadır. Ortasında
bezemeli oval form bulunan ayna taşı, kemerli niş
içindedir. Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi gibi
barok üslubta yapılan çeşme, yol seviyesini altında
kalmaktadır. Plastrlar tarafından taşındığı
görünümü verilen silmenin üzerinde Seyyid İhya
Efendi tarafından yazılmış kitabe panosu yer
almaktadır.154
Resim 69 III. Selim Çeşmesi.
Daya Kadın Çeşmesi; Selimiye Mahallesi’nde Harem İskele Caddesi’ne çıkan
Daya Kadın Sokağı üzerinde bulunmaktadır. Aynı isimle anılan namazgâha çok
yakındır. Banisinin Sultan III. Selim’in süt annesi Daya Kadın olduğu düşünülmektedir.
154 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.134; Aygül Ağır, “Selim III Çeşmesi”, Dünden Bugüne…, C.6, s.511; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.
81
Kitabesi olmadığı için yapım tarihi
tam olarak bilinmemekle beraber
Selimiye Mahallesi’nin kurulduğu
1805-6 yıllarında veya daha sonra
yapılmış olabileceği ihtimali
üzerinde durulmaktadır.
Apartmanlar arasında kalan
çeşmenin kesme taştan yapılma
büyük bir haznesi vardır. Hazne
üzerinde saçaklı ahşap bir çatı bulunmaktadır. Eyvan kemer içine yerleştirilen ayna taşı
küçük tutulmuştur. Önünde tekli bir yalak vardır. Çatıya kadar yükselen eyvan çimento
ile sıvanmıştır. Eyvan ile çatının birleştiği sol köşede küçük bir pencere ve bu
pencereden tabana kadar inen oyma şerit görülmektedir.155
Resim 70 Daya Kadın Çeşmesi.
Hafız İsa Çeşmesi’nin batısında İhsaniye İskele Sokak, kuzeyinde İhsaniye
Cami Sokak, doğusunda Küçük İhsaniye Cami ve güneyinde inşaat halinde bir
apartman bulunmaktadır. Banisi, Sultan II. Mahmut döneminde darüssaade ağası olan
Hafız İsa Ağa’dır. 1822/1238 yılında Gazanfer Ağa için yaptırmıştır. Haskan, kızlar
ağası olan Gazanfer Ağa’nın 1603 yılında idam edildiğini belirtirken,156 Çeçen, saray
ağası iken 1687/1099’da idam edildi demektedir.157
Yekpare mermerden yapılan
çeşmenin Hatifî’ye hazırlatılmış
sekiz satır halinde on altı mısralık
kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe
son tamirden önce etrafı dolduğu
için sokakla aynı seviyede
bulunmaktaydı. Ayrıca kitabe
üzerinde bulunan tuğralı taş kayıp
olmuştur.158
Resim 71 Hafız İsa Ağa Çeşmesi
155 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1059. 156 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s. 416. 157 Kazım Çeçen, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, İstanbul, 1991, s.137. 158 Kazım Çeçen, a.g.e., s.136.
82
İki tarafı sütun kabartmalarla süslenen ayna taşının üzerinde bir korniş ve en
üstte bir madalyon yer almaktadır. İçerisinde 1238 tarihi yazılı olan madalyonun
üzerindeki üçgen alınlık kabartma, yaprak motifleriyle çerçevelenmiştir. Önündeki
küçük yalak içinde ve iki tarafındaki beton
saksılarda çiçek yetiştirilmektedir. Mermerin,
kendini bilmezler tarafından slogan tahtası
olarak kullanılması yürek burkan bir gerçektir.
Kitabenin (Kitabe 23) son iki mısrası
aşağıdaki gibidir:
Dall zamle hâtif-i gayb söyledi târîhini Çeşme-i aynü’l-hayâtdan iç suyu eyle 1238 Ra. 10
Resim 72 Kitabe. Çeşmenin haznesi tamamen harap olmuş bugün bodur bitkilerin yetiştiği bir alan halini
almıştır. Kuzeyinde Küçük İhsaniye Cami olduğunu söylesek de aslında yandaki
apartmanın giriş kapısı ile sınırlanmaktadır. Bu caminin 1990 yıllarında yeniden yapımı
esnasında temel kazarken çeşmeye ait su künklerinin çıktığı belirtilmektedir. Apartman
yapılmadan önce çeşmenin arkasında ikindi namazı sonrası cemaatin burada sohbet
ettiği anlatılmaktadır.
Çeşmenin hemen önünden Harem Sahilyolu’na inen 1991 tarihinde beton
olarak yapılan merdiven bulunmaktadır. Sahil yoluna inen bir merdiven ise sokağın
sonunda Abdülbaki Gölpınarlı’ya ait ahşap evin önündedir.
İhsaniye Çeşmesi; İhsaniye Camii’nin
Neyzenbaşı Halil Can Sokağı’na açılan avlu kapısının
sağ tarafındadır. Banisi belli değildir fakat cami
avlusunda bulunan dokuz musluklu çeşme ile aynı
tarihte yapılması (1824/1240) ve suyunu bu çeşme
haznesinden alması nedeniyle Hafız İsa Ağa
tarafından yapıldığı düşünülmektedir.
İki ev arasında kalan haznesi tuğladandır.
İki ince mermer sütun üzerine oturtulmuş tuğladan
yapılmış kemerle resmi bir bina girişini
hatırlatmaktadır. Ayna taşında kırılan kurna üzerinde
Resim 73 İhsaniye Çeşmesi.
83
oval bir kabartma ve etrafında mihraba benzer bir çerçeve görülmektedir. Çerçeve
üzerinde ise “Ve cealnâ min el-mâi külle şey’in hayy 1240” yazılı kitabesi
bulunmaktadır.159
Defterdar Mehmed Tahir Efendi Çeşmesi; Harem İskelesi’nde, eski adı
Mektep Sokak olan şimdiki Kavak Bayırı Sokağı üzerinde ve sokağa ismini veren
Mehmet Tahir Efendi Sıbyan Mektebi’nin altında idi. Mektep sonradan yıkıldığı için
çeşme müstakil bir eser gibi durmaktadır. Tanışık, “Harem İskelesi Çeşmesi” ismiyle
incelemektedir.160 Kesme taş ve tuğla kullanılarak yapılan çeşmenin cami ile birlikte
1826/1242 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Ön yüzü hiç kalmayan çeşmenin ayna taşı
üzerinde bir satır halinde “Ve segâhüm Rabbühüm şerâben tahûrâ” sülüs hattı
bulunmaktadır. Ayetin iki tarafında çiçekler vardır. Komşuların çeşmeyi yıkarak garaj
yapma girişimleri ve yanındaki ev tarafından ardiye olarak kullanılması
kaynaklarımızda yerini alan acı gerçeklerdir.161
Bugün cadde tarafında cami lojmanı, diğer tarafta apartmanlar arasında kalan
çeşme; cami görevlisi ve duyarlı vatandaşların duyarlılığı sayesinde etrafı çevrilerek
daha fazla tahrip olmaktan korunmuştur. Teknesi ve ayna taşı yerinde olmayan
çeşmenin, haznesinin çatısı sökülmüş, üzerinde otlar bitmiş olup içerisi ise araç
tekerleğine kadar pisliklerle doludur.
Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi; Selimiye İskele Caddesi ile Çeşme-i Kebir
Sokak’ın birleştiği köşede bulunan Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi, bugün Selimiye
Kışlası sınırları içerisindedir. Sultan Abdülmecit tarafından 1841 yılında kesme taş ve
tuğla hatıllı olarak yapılmıştır. Kışladaki süvari askerleri beylik atlarının sulanması için
yaptırıldığından Beylik Çeşme ismiyle de anılmaktadır.162
Etrafı fırdolayı mermer yalakla çevirili olup dört cephesinde üçer büyük musluk
bulunan çeşmenin suyu, yokuşun başına yakın bir yerde bulunan bir bahçedeki üzeri
tonoz ile örtülü kuyudan temin edilmiştir. Caddeye bakan yüzünde, içinde Sultan
Abdülmecit’in tuğrası bulunan güneş şualı madalyonun iki yanında ikişer kıta olarak
düzenlenmiş 16 mısralık kitabe bulunmaktadır (Kitabe 24). Çeşmenin 1841/1257
tarihinde yapıldığını gösteren ve Ziver Paşa’ya ait kitabenin son iki mısrası şöyledir:
159 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.418. 160 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.480. 161 İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.114; M. Nermi Haskan, a.g.e., s.1114. 162 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.
84
Buldu suyun cevher-i târih-i Ziver hâmeden
İtdi cârî Padişah bu suda nev aynü’l-hayat
1257(1841)
Çok harap bir halde iken 1961-62 tarihlerinde tamir gören çeşmenin çatısı
kiremit örtülü iken daha sonra beton ile sıvanmış ve bir saçak yapılmıştır. Kışla sınırları
içerisine alınmadan önce su ile dolan yalakları hayvanların su ihtiyacını giderirken aynı
zamanda mahalle çocukları için bir oyun alanıydı.163 Cadde ile arasında bir duvar olan
Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi, susuzluk ve terkedilmişlik nedeniyle tanınmayacak
bir haldedir.
Defterdâr Mehmet Tahir Efendi Cami Çeşmesi; Mehmet Tahir Efendi
tarafından 1826-27/1242 yılında yaptırılmış olup Mehmet Tahir Efendi Camii’nin
Selimiye İskele Caddesi’ne bakan cephesinde ve fevkânî olan camiin altındadır. Sağ ve
sol tarafında, camiin üzerlerine oturtulduğu tonoz çatılı dükkânlar bulunmaktadır.
Çeşme, yekpare mermer bir ayna taşından ibaret olup bu taş, kabartma motiflerle
süslenmiştir. İki yanında sütun kabartmaları vardır. Üzerinde celi sülüs hatla:
“ Ve min el-mâi külle şey’in hayy” 1242 (1826-27)
ayet-i kerimesi yazılıdır. Bunun üzerinde Sultan II. Mahmut’un bir tuğrası vardı. Gerek
ayet ve gerekse tuğra II. Mahmut’un tuğrakeşi olan camiin bânisi, Mehmet Tahir Efendi
tarafından yazılmıştır. Harf inkılâbını yanlış anlayanlar tarafından tuğra, hoyratça
kazınmış ve yok edilmiştir.
Çeşmenin suyu, camiin avlusunda ve köşede tuğla ve kesme taştan yaptırılan
kubbeli hazneden temin ediliyordu. Cami tamir edilirken çeşme de esaslı bir şekilde
düzenlenmiştir. 164
Tıflıgül Hanım Çeşmesi; Çiçekçi civarında Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı’nda
bir evin bahçe duvarında bulunmaktadır. 10 Haziran 1808/1223 R. 15 tarihinde yapılan
çeşmenin haznesi yoktur. Kabartma motiflerle süslü mermer ayna taşı üzerinde şu
kitabe bulunmaktadır:
Sultan Selim Efendimiz’in cariyelerinden Sâhibet’ü’l-hayrat merhume Tıflıgül Hanım’ın Ruh-ı şerifi içün Allah rızası içün Fatiha 1223 R. 15
163 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035.
164 M. Nermi Haskan, a.g.e., s.1114; İ.Hakkı Konyalı, a.g.e., s.113.
85
Haskan’ın, “Dikkatle bakılmazsa fark edilmez.” dediği çeşme, bugün
görülmemektedir.165
Abdülmecid Han Çeşmesi; Tıbbiye Caddesi üzerinde Ticaret Lisesi bahçe
duvarı önündedir. Sultan III. Selim’in Darü’ssade Ağası Halit Ağa tarafından
yaptırılmış fakat ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Haydarpaşa Köprüsü yapılırken
bir kısmı toprak altında kalmıştır. Mermerden yapılan çeşmenin her tarafı barok mimari
üslubunda kabartma şekillerle süslenmiştir. Mermer kemer üzerinde müzik aletine
benzer şekiller arasında kalan on mısralı kitabesi vardır. Ziver Paşa’ya ait olan
kitabenin (Kitabe 25)son iki mısrası aşağıdaki gibidir.
Cevher-i tarih-i Ziver suyunı bulsa sezâ
Kıldı Han Abdülmecid icrâ güzel ayn-ı hayat
1255(1839-40)
Bir menzil çeşmesi olarak yapılan bu çeşme, Sultan Abdülmecit tarafından
1839-40 (1255) tarihinde yenilenmiştir. İlk kitâbesi hakkında bilgi olmadığından Sultan
III. Selim’in Darü’ssade Ağası Halit Ağa, çeşmenin bânisi mi yoksa tamir edeni mi belli
değildir.166
Selimiye Kışla Kuyusu; Kışla çevresinde banisi bilinmeyen dört tane kuyu
bulunmaktadır. Üç tanesi kışla cümle kapısı önündeki meydanda iken diğeri kışla
avlusundadır.167
Hasip Paşa Çeşmesi; Bugün Baytar
Mektebi ile Nevnihal Hatun Namazgâhı karşısında
yer alan Astsubay Misafirhanesi girişinin sağ
tarafında bulunmaktadır. Zeki Bey, 19 Haziran
1905/1323 tarihinde babası Hasip Paşa’nın hayrına
yaptırmıştır. Haskan çeşmenin Hasip Paşa
tarafından yaptırılıp oğlu Zeki Bey tarafından tamir
ettirildiğini söylemektedir.168 Dolayısıyla çeşme
kaynaklarımızda Hasip Paşa Çeşmesi veya Zeki
Bey Çeşmesi olarak da geçmektedir.
Resim 74 Hasip Paşa Çeşmesi.
165 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s 404; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1177. 166 Mehmed Raif, a.g.e., s.34, M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035. 167 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1235. 168 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1079.
86
Kesme taştan yapılan çeşmenin ayna taşı üzerinde ayetle birlikte bulunan
kitabenin (Kitabe 26) son mısraları şöyledir:
Geldi bir ta’mir içün tarih-i hayratü’l-Hasib
Eylesün Hakk ol Zeki Beğ’i cihanda kâmurân
15 Rebîülâhir 1323 (19 Haziran 1905)
Kitabenin üzerinde ise sonradan kazınmış Sultan II. Abdülhamit’in bir tuğrası
vardır. Hasip Paşa Çeşmesi, bir menzil çeşmesi olup önünde hayvanların su içmesi için
yapılan üç yalaktan birisi kırılmıştır.
Ahmed Şakir Efendi Çeşmesi; Neyzenbaşı Halil Can Sokağı üzerinde bulunan
çeşme, Vergi Müdürlüğü’nden emekli A. Şakir Efendi tarafından 1907/1325 tarihinde
yaptırılmıştır. Ayna taşı kabartma motifler dışında tezyinatı olmayan tek yüzlü duvar
çeşmesidir. Yığma taştan yapılma bir haznesi olan çeşmenin yalağı sonradan yok
olmuştur. 169 Mermer kitabesinde şu bilgiler yer almaktadır.
“Ve sekahum Rabbuhum şerâben tahûrâ”
Vergi müdürlüğünden mütekait Ahmet Şakir
Efendi’nin Hayratıdır. 1325 (1907)
Hakkı Efendi Çeşmesi; Selimiye cami avlusunun kışlaya bakan köşesinde
bulunan çeşme, ikiyüzlü duvar çeşmesidir. Çanakkale Savaşı’nda şehit olan mülazım-ı
evvel Hakkı Efendi tarafından yaptırılmıştır.170
4.2.4. Ulaşım Yapıları
Üsküdar-Harem bölgesinde yer alan ulaşım yapıları ve yolları bölgeyi sadece
Üsküdar için değil İstanbul, Marmara hatta tüm Anadolu için önemli kılmaktadır. Bölge
ve İstanbul halkının ulaşımını sağlayan iskeleler 3. bölümde ele alındı. Burada yine
İstanbul içi ulaşıma katkıda bulunan bir iskele anlatılmaktadır. Fakat daha önemlisi yurt
içiyle mal naklini sağlayan liman ile hem ulaşım hem de taşımacılık hizmeti veren gar
binası yer almaktadır. Harem, Anadolu’ya uzanan karayollarının da başlangıç ve bitiş
noktasıdır. Fakat otogar, çok sonraları yapıldığından ayrı bir madde olarak
incelenmemektedir.
169 İbrahim Hilmi Tanışık, a.g.e., C.2, s.439; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1035, Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.54,199. 170 Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.199.
87
Haydarpaşa Garı; Ayrılık ve
kavuşmaların simgesi olan ve bu yönüyle
bir dönemin film ve edebiyatında sıkça yer
bulan Gar Binası, Anadolu yakasında
Bağdat Demiryolu’nun başlangıcıdır.171
Karayollarının ihtiyaca cevap verecek
durumda olmadığı dönemlerde
İstanbul’dan Anadolu’ya yolcu ve asker
sevkiyatı, memur, devlet ve işadamlarının
Ankara’ya gidiş gelişleri Haydarpaşa
Garı’ndan olurdu.
Anadolu yakasında ilk demiryolu yapımı 22 Eylül 1872’de Haydarpaşa - Pendik
arasında başladı ve Pendik’e ilk tren hareketi 17.1.1873 tarihinde yapıldı. Bir sene sonra
İzmit’e kadar uzatılan hattın işletmesi, 27 Eylül ve 4 Ekim 1888 tarihli iki ferman ile
Deutsche Bank’a verildi. Bankanın İzmit-Ankara hattı inşaat iznini de almasından
sonra, 1892 Aralık ayında Ankara’ya ve 1896 Temmuz ayında Konya’ya tren ulaşmış
oldu.
Resim 75 İnşaat Halinde Gar Binası.
1894 depreminde zarar gören ilk istasyon yenilendiğinde siyah zemin üzerine
dökme pirinç harflerle hak edilen kitabe bugün Ankara Garı’ndaki Demiryolu
Müzesi’nde bulunmaktadır.
“Ziynet efzâyı makâm-ı mu’allâ-yı hilâfet-i islâmiyye ve erîke-pîrâ-yı saltanat-ı
seniyye-i Osmaniyye es-Sultan ibnu’s-Sultan, es-Sultan el-Gazi Abdülhamîd Hân-ı Sâni
hazretlerinin ahd-i hümâyûn-ı me’âlî meşhûn-ı cenâb-ı hilâfet-penâhîlerinde sâhe-ârâ-
yı vücûd olan müessesât-ı nâfia-i meşkûreye bir zamîme-i celîle olmak üzre işbu mevkıf
bin üçyüz oniki sene-i hicriyesinde (1894-95) tecdîden inşa kılınmışdır.”172
Bağdat demiryolu projesi ilk defa 1898’de Alman İmparatoru’nun İstanbul’u
ziyaretinde gündeme getirildi ve hemen çalışmalara başlandı. Pendik hattı ile beraber
171 Anadolu yakasında demiryolu başlangıcının nerede olması gerektiği meselesi, uzun ve ciddi tartışmalara neden oldu. İstasyon binasının Haydarpaşa Çayırı’na yapılması halinde tesislerin çevreyi kirleteceğini düşünenler Beylerbeyi İskelesi’nde yapılmasını isterken; Beylerbeyi’nde olması durumunda esaslı yıkımların olacağı ve gar binasının bölge profilini tamamen değiştireceğini düşünenler de buna karşı çıkıyordu. Gündeme gelen mali, stratejik ve lojistik gerekçeler değerlendirilerek Tıbbiye-i Şahane inşaatı ile Ayrılık Deresi arasındaki araziye yapılması uygun görüldü. (Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda. Üsküdar”, s.140.). 172 Mehmed Raif, a.g.e., s.59
88
yapılan ilk istasyon ihtiyaca cevap veremez hale geldiğinde Sultan II. Abdülhamit
(1876-1909) yeni bir gar binası yapımı kararı alındı.173
Bugün aynı zamanda TCDD Genel Müdürlüğü 1. İşletme Başmüdürlüğü ana
binası olan Haydarpaşa Garı, iki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından
30 Mayıs 1906 yılında başlanıp 19 Ağustos 1908’de tamamlandı. Gar, her biri 21 metre
uzunlukta suya karşı izole edilmiş 1100 tane meşe kazık174 üzerinde yükselmektedir.
Ahşap kazıkların çakılmasıyla yaklaşık 70 hektarlık bir alan elde edilmiş oldu. Bu
kazıklar, 20 metre yüksekliğinden buharlı şahmerdanlarla çakılarak denizle aynı
seviyeye getirildi. Sonra üzerine beton dökülmesiyle düz bir zemin elde edildi ve iki
kolu farklı uzunlukta “U” biçiminde bir plan üzerine beş katlı bina yükseldi. Yapılışında
2550 metrekarelik bir alan kaplayan garın bugünkü ölçüsü kapalı alanlarla birlikte 3836
metrekaredir. Garla birlikte biri 150 ve 300 m. uzunluğunda iki rıhtım ve 200 m.
uzunluğunda bir dalgakıran yapıldı.
Temelinde Hereke’den getirilen pembe granit döşeli olan gar binasının batı
cephesindeki tarihçeye göre inşaatta 2500 metreküp lefke taşı, 13000 metreküp beton,
19000 metreküp sert ağaç, 520 metreküp kereste, 1140 ton demir ve 6200 metrekare
arduvaz çatı kaplama kullanıldı.175
Deniz cephesi neorönesans düzende olan gar binası barok bezemeleriyle 19.
yüzyıl seçmeci üslubunu da yansıtmaktadır.176 Garın tarihçesinde ise “Neo Klasik
Alman Mimarisi” eseri
olarak adlandırılmaktadır.
Aynı dönemin eserlerinden
ayrılan bu devasa taş kütle;
II. Wilhelm’in emellerini
anlatan, emperyalizmin
ülkemizdeki en güçlü ve
saygısız ayak izlerinden
biridir.177 Tavanlar
Resim 76 Gar Binasının 1925’teki Kulesiz Görünümü. 173 Yıldız Salman, “Haydarpaşa Garı”, Dünden Bugüne.., C.4. s.30; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1472; Rauf Mirâl, a.g.e., C.6, s.226. 174 Haskan, kazıkların sayısını 1700 olarak verirken, Miral ise meşe kazıkların 13.00x0.35x0.35 ölçüsünde olduğunu belirtmektedir. (M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1472; Rauf Miral, a.g.e., C.6, s.226). 175 Yıldız Salman, a.g.m., C.4. s.30, M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1473. 176 Yıldız Salman, , a.g.m., C.4. s.30. 177 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.141.
89
tamamıyla kalem işi ile bezenmiş fakat “permi odası” olarak kullanılan odanın tavanları
dışında özgünlüğünü koruyan tavan kalmamıştır.
Güneyinde Kadıköy, kuzeyinde liman ve batısında Marmara olan garın doğu ucu
açıktır. Beş katlı olan yapıda ilk dikkat çeken güneybatı ve kuzeybatı köşelerinde
bulunan kulelerdir. Kuzeydoğu köşesinde Mescid, kuzeyde taksi durağı, batıda meşhur
iskele, büfe, yolcuların oturacağı banklar, Turyol’a ait küçük bir iskele ile tam ortada
etrafı çevrilmiş “23004 numaralı kara tren” ve güneydoğuda bir taksi durağı
bulunmaktadır. “U” biçiminde olan binanın güney kolu kuzeydekinden daha uzundur ve
iki kol arası çelik strüktürle peronlara kadar kapanmıştır. Güneydeki kol öncesinde 6
tane büfe ve bir çeşme yer almaktadır. Yapı içerisindeki birimlerden birkaçını saymak
gerekirse sırasıyla Polis Karakolu, PTT, restaurant, wc, berber, bekleme salonu ve
büfedir. Kuzeydeki kol ise Gar Müdürü gibi idari birimlere ayrılmıştır. İki kol arasında
danışma bulunmaktadır. Buradan üç büyük kapı ile 1. Ordu Ulaştırma Komutanlığı,
çeşitli bankamatikler ve gişelerin bulunduğu salona girilmekte ve aynı büyüklükteki
kapılarla iskele (batı) tarafına çıkılmaktadır.
Haydarpaşa Garı’nın batı cephesine bakıldığında köşelerde yükseldikçe daralan
oval kuleler, on iki basamaklı geniş ve uzun bir merdiven ile üç büyük iki küçük kapı
dikkat çekmektedir. Kapılar arasında Türkçe, İngilizce ve Almanca olmak üzere üç
dilde tarihçe vardır. Tarihçeler üzerinde üçgen birer çerçeve, içerisinde bir çelenk ve
onun da içerisinde bir tuğra bulunmaktadır.
Üst katların pencere dizilişleri alt kattaki kapılara göre farklılık arzetmektedir.
İkinci katta öncelikle beton korkuluklu bir balkon bulunmaktadır. Alttaki küçük kapılar
üzerinde kemerli tek pencere bulunurken büyük kapılar üzerinde üçlü pencere
gruplarına yer verilmektedir. Gruplar ise ortadaki büyük ve yanlarda iki küçük kemerli
pencereden oluşmaktadır. Üzerinde çelenk ve hilalin iç içe geçtiği üçgen bir çerçevenin
bulunduğu ortadaki büyük pencere ile üzerinde korkuluklu küçük bir balkon bulunan
yanlardaki tekli pencerelerin büyüklüğü birbirine eşittir. Üst katlardaki pencere
dizilişleri de tekli-üçlü şeklinde devam etmekte fakat bunlar köşelidir. Ortadaki büyük
kapının üzerine denk gelecek şekilde beşinci katta iki pencere arasında bir saat, onun
üzerinde demiryolları amblemi ve son olarak da hilal görülmektedir.
Haydarpaşa Garı, 1919 tarihinde liman ile birlikte İtilaf Devletleri’nce işgali
dışında iki önemli tehlike atlatmıştır. İlki I. Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken
90
6 Eylül 1917 günü saatlerin 16.30’u
gösterdiği anlarda korkunç bir
patlama yaşandı. Bir hamalın
sırtındaki sandığı yere düşürmesi,
İngiliz savaş uçaklarının
bombalaması, Çanakkale’yi geçmeyi
başaran bir denizaltı tarafından
bombalanması ve limanda vinç
kullanan Ermenilerin cephane
sandıklarını bilinçli olarak yere
atmaları yanında Alman ordusunda
bulunan Fransız ajanı ve yardımcıları bu patlamaya sebep olarak gösterildi. Bölgenin
gördüğü maddi zararlar bir yana resmi olmasa da binden fazla insanın hayatını yitirdiği
bu sabotaj sonucu garın büyük bir bölümü yandı, kuleleri uçtu ve tüm camları kırıldı.
Savaşın da devam etmesi nedeniyle ancak 1933’te eski haline getirilebildi.178
Resim 77 Gar Binası ve Önünde Kara Tren (2002).
Bir diğer önemli olay ise 15 Kasım 1979 yılında Yunan tankeri Evrialy ile
Rumen bandıralı Independenta tankerinin Haydarpaşa açıklarında çarpışmasıdır.
Kadıköy ile Üsküdar’ın Selimiye ve İhsaniye mahallelerinde çok sayıda ev ve iş
yerlerinin camları kırıldı.
İhsaniye Mahallesi’nde patlama ile irkilen ve günlerce süren yangına şahit olan
Şevket Başak ve Turgut Akbaş isimli sakinlerin gözlerinde kaza hala canlılığını
korumaktadır. “Allah’tan lodos değil de poyraz esiyordu yoksa…” deyip sözün gerisini
getirememeleri felaketin büyüklüğünü ifade etmeye yetmektedir.
Bu kazada İndependenta altı hafta kadar yandı ve enkazının kaldırılması yedi yıl
sürdü. 43 kişinin öldüğü bu patlamadan Haydarpaşa Garı da ciddi bir şekilde etkilendi.
Dönemin sayılı vitray ustalarından Linneman'ın kurşun vitraylarının büyük bir bölümü
bu patlamada hasar gördü ve daha sonra yenilendi.
Haydarpaşa Limanı, Harem ile Haydarpaşa Garı arasında bulunan liman
İstanbul’un en büyük ticari limanıdır. 1873 yılında Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının
ulaşıma açılması sonrasında liman yapılması fikri de ortaya çıktı ve Sultan II.
178 Ertan Ünal, “Cephane Nasıl Havaya Uçtu?”, Popüler Tarih, C.2, s.46, Dünya Yayınları, İstanbul, Eylül-2002; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1474.
91
Abdülhamid'in Nisan 1899’daki bir fermanıyla Anadolu Bağdat Demiryolları Şirketi'ne
imtiyaz verildi.179
İnşaatına 1899'da başlanıp 1903' te işletmeye açılan limanın rıhtım uzunluğu 302
m idi. Ayrıca limanın güney ucunda 151 metrelik bir rıhtım kolu daha bulunmaktaydı.
1908 yılında bugünkü Haydarpaşa Garı'nın hizmete girmesinden sonra limanın Anadolu
ile bağlantısı daha da gelişti. 1917'de meydana gelen patlamadan liman da zarar görmüş
ve kısa sürede yenilendi.
Çıkarılan bir kanunla 1927'de “Demiryolu ve Limanları İdare-i Umumiyesi”
kurulmasına rağmen liman ancak 1929'da bu müdürlüğü bağlandı.
1953 yılında başlanan Haydarpaşa Limanı'nın genişletilmesi çalışmalarıyla eski
dalgakıranın 150 metre açığında 760 metre boyunda yeni bir dalgakıran yapıldı hatta
sonraki yıllarda 140 m daha uzatıldı. 302 metre olan rıhtım da bu yenileme çalışmaları
esnasında uzatılarak 650 metreyi buldu.
1967 yılında yapılan geniş kapsamlı genişletme ve modernleştirme
çalışmalarıyla limana 1100 metre uzunluğunda bir mendirek, 2640 metre uzunluğunda
rıhtım tesisleri ile altı büyük hangar kazandırıldı.180
Liman 1903 yılında
işletmeye açıldığında rıhtımda
günde 2400 ton buğday
kaldırabilen bir vinç vardı. 1905
yılında 5000, 1907 ‘de ise
10000 tonluk buğday silosu
hizmete girdi. 1939’da 385.000
ton olan yükleme-boşaltma
kapasitesi 1952'de 608.737 tona
ulaştı.
Resim 78 Denizin Doldurulması.
179 Wolfgang Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, (Çev.: Erol Özbek, Haz.: Ayşe Berktay), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s.157. 180 Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.158.
92
1953 yılındaki yenileme
çalışmaları esnasında limana çok
sayıda büyük tonajlı silo ve
vinçler getirildi. Yeni tesisler
kurulurken limana demiryolu
hatları döşendi. 1960'lı yıllara
gelindiğinde kapasite 1.500.000
tona yükselirken, 1990'larda yıllık
kapasitesi 5 milyon ton civarını
buldu.181
TMO'ya ait 34.000 ton
kapasiteli bir hububat silosunun bulunduğu limanda Sirkeci ve Haydarpaşa arasında
kapasiteleri 480 tonu bulan feribotlar çalışmaktadır.
Resim 79 Haydarpaşa Limanı
Limana ait Göztepe’de konteyner içi doldurma boşaltmasının yapıldığı, boş
konteynerlerin istiflendiği ve gümrükleme işlemlerinin yürütüldüğü 55.000 metrekarelik
kara terminali bulunmaktadır.182
Haydarpaşa İskelesi; Haydarpaşa tren garının batı cephesinde bulunan iskele,
milli mimarımız Vedat Tek’e aittir. Güneyinde bir büfe, kuzeyinde gara ait birimler
bulunmaktadır. Yolcuların deniz yolu ile Haydarpaşa Garı’na gelip-gitmeleri bu iskele
tarafından sağlanmaktadır. Çini süslemeleriyle dikkat çeken iskelenin yapım tarihi kesin
olarak belli değildir.
Yığma taş bina olarak inşa edilen iskele, üç bölüm olarak tasarlandı. Kapıları
üzerinde “Birinci Mevki” ve “İkinci Mevki” yazıları bulunan orta bölümde giden
yolcular beklerken, yanlardaki iki bölümden ise gelen yolcular inmektedir. Önünde ise
ahşap sekizgen gişe görülmektedir.
Yapının süslemesinde kullanılan çiniler, Kütahya çiniciliğinin değerli ustası
Mehmet Emin Bey’e aittir. İskelenin gar ve deniz cephelerinin orta bölümünde yeni
alfabe ile “HAYDARPAŞA” ibareli çini pano bulunurken yan bölümlerde aynı ibarenin
eski yazı ile düzenlendiği panolar bulunmaktadır. Denize bakan kapı üzerindeki
panonun alt köşesinde “Mehmed Emin min telamiz Mehmed Hilmi Kütahya Sene
181 “Haydarpaşa Limanı, Dünden Bugüne…, C.4, s.31-32. 182 http://www.tcdd.gov.tr/genel/haydarpasa.htm, 17.02.2008.
93
1334” şeklindeki kitabe, çinilerin 1915 yılında yapıldığı bilgisini verse de kırıldığı için
kaldırılan kitabeli pano şimdi yerinde yoktur.183
Dış cephede tek renkli ve çok
renkli çiniler yanında taş işçiliği ve
vitray çalışmaları da görülmektedir.
“Kapı lentolarının üstü, pencere
üzerindeki kemerler, kemer aynaları
ve alınlıkları, pencere kemer
alınlıklarının yan ve üçgen boşlukları
açık ve kapalı kompozisyonlar dışında
bordur biçiminde tasarlanmış çinilerle
kaplanmıştır. Resim 80 Haydarpaşa İskelesi.
Ön cephede gişe üzerinde şakayık, lale vb gibi çiçekler, yapraklar ve rumîler
serpiştirilmiş beyaz zemin ortasına "Maşallah" ibaresi, iki tarafına ise iki çapa ve ay-
yıldızdan oluşan şimdiki Denizcilik Bankası amblemini içeren rozetler yerleştirilmiştir.
Benzer amblemler yolcu çıkış kapılarını da taçlamaktadır. Gişenin iki tarafında birer
servi ile bezenmiş panolar vardır. Servilerin altı karanfil ve lalelerle
hareketlendirilmiştir. Bu panoların üstünde "Kütahya" ibaresi okunmaktadır.” 184
Çamdan yapılmış gişede kafes işi, oyma tekniği ile süslemeler iskelenin inşası
sırasında iyi bir ağaç işleri atölyesinin de çalıştığına işaret etmektedir.185
4.3. SİVİL MİMARİ
Burada Haydarpaşa Kasrı başta olmak üzere konak ve köşklerden
bahsedilmektedir. Bu yapılar kim tarafından ne zaman yapıldı, kimler tarafından
kullanıldı ve son durumu nedir gibi soruların cevabı yanıtlanmaya çalışıldı. Ayrıca
bölgede yapıldığı bilinen dükkânlar, kumaş tezgâhları, mezbaha ve has fırın gibi yapılar
hakkında da kısa da olsa bilgiler verildi.
Haydarpaşa Kasrı, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin sol tarafında, yüksekçe
bir yar üzerinde ve aynı adla anılan kışlanın hemen yanında bulunmaktaydı. Haydarpaşa
Kışlası ile birlikte yaptırılan kasır, Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde tamir
183 H. Örcün Barışta, “Haydarpaşa İskelesi”, Dünden Bugüne…, C.4. s.30. 184 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.4, s.30. 185 H. Örcün Barışta, a.g.m., C.4, s.30.
94
edildi. Kırım Savaşı yıllarında kendilerine tahsis edilen hasta ve yaralı İngiliz askerleri
tarafından kasten yakıldı. Ölen askerlerin gömüldüğü kasrın önündeki bahçeye ise
İngiliz Mezarlığı denilmektedir. Kasrın önünde ve mezarlığın girişi yakınlarında bir de
Haydarpaşa Sahilsarayı’nın varlığı bilinmektedir.186
Gazi Osman Paşa Köşkleri; İki tane olan bu ahşap köşkler, aşağı İhsaniye'de,
denize nazır bir mevkide idi. Osman Paşa'nın eşi, Fatma Hanımefendi, 1352 (1933)
tarihinde bu köşklerden birinde vefat etmiş ve Karacaahmet Mezarlığı'nda 8. Ada'ya
gömülmüştür. Etrafı demir parmaklıklı sofası elan mevcuttur. Gazi Osman Paşa'nın bir
köşkü de Göztepe'de idi. Plevne Kahramanı olan Paşa 1900 tarihinde vefat etti. Kabri,
Fatih Camii hazîresindeki türbesindedir.187
Mabeyinci Hafız Mehmet Bey Konağı (Köprülü Konak); Küçük İhsaniye
semtinde, eski adı Çit Sokağı, yeni ismi Neyzenbaşı Halil Can Sokağı ile Hafız Mehmet
Bey Sokağı'nın birleştiği köşede olup kârgir bir konaktır. 19. yüzyıl ikinci yarısında
Sultan Abdülaziz (1861-1876)'in baş mabeyincisi, Hafız Mehmet Bey tarafından
yaptırılmıştır. Hafız Mehmet Bey Sokağı'nın sağ köşesindeki yapı, diğeri gibi üç katlı
olup, Eczacı Mustafa Nevzat Bey'e aittir. Mehmet Bey Konağı'nın yan tarafında ve yol
aşırı yerdeki harem dairesine üst kattan, her tarafı kapalı, iki yan cephesinde pencereleri
bulunan ahşap bir köprü ile bağlandığından, Köprülü Konak ismiyle anılır olmuştur. Bu
köprü, 1940 tarihlerinde yıktırılmıştır.
Köprülü Konak, 19. yüzyıl ikinci yarısında Sultan Abdülaziz (1861-1876)'in baş
mabeyincisi, Hafız Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Rivayete göre, köşklerin
yerinde ahşap bir yapı varmış. Sultan Abdülaziz, bir ziyareti sırasında bu binanın yerine
kârgir bir köşkün yapılmasını ve masrafının da Hazine-i Hümâyun'dan karşılanmasını
irade etmiş. 30 Mayıs 1876 tarihindeki hal sırasında Dolmabahçe Sarayı'nda bulunup
Padişah ile beraber Topkapı Sarayı'na giden Mehmet Bey, bu olayı 'Hakayıku'l-beyan fî
hakkı Cennet-mekân Abdülaziz Han' isimli hatıra kitabında ayrıntılarıyla dile
getirmiştir.188
Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa’nın kızlarından Prenses Nazlı Hanım, bir süre
Köprülü Konak’ta oturduğu bilinmektedir. Yine bu konağın Cumhuriyetin ilk yıllarında
186 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1361. 187 http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789, 09.11.2007. 188 http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=811, 09.11.2007.
95
“Köprülü Konak İlk Mektebi” adıyla özel bir okul olarak hizmet verdiği
görülmektedir.189
Bölgede ismi geçen kasır, köşk ve konak dışında Selimiye'de olduğu tahmin
edilen Celâleddin Ağa (Paşa) Konağı, Haydarpaşa Sahrası civarında bulunan Esirci
Mahmut Ağa Köşkü, İhsaniye’de Kazasker Yesarizade Mustafa İzzet Efendi Köşkü ve
Tosun Paşa Konağı, Selimiye Kışlası civarında Sadrazam Hafız İsmail Paşa Sarayı da
bulunmaktadır.
Selimiye Mahallesi kurulurken Sultan III. Selim’in bizzat kendi mallarıyla 47
adet dükkân yaptırdığı ve bundan yaklaşık beş yıl sonra da öncekilerden farklı olarak 50
adet yaptırdığı kaydedilmektedir. Bunlar arasında dökmeci dükkânı, enfiyeci dükkânı,
çarıkçı dükkânı, kunduracı dükkânı, sağlık ocağı şeklinde düşünülebilecek tabib
dükkânı, kahvehaneler, kerestehane, küphane, mumhane ve bakkal dükkânları
bulunmaktadır.190 Tekstil sektörü ile ilgili bilinen yapılar genel olarak Selimiye kumaş
tezgâhları başlığı altında özetlenmektedir.
Selimiye Kumaş Tezgâhları; bölge için ayrı bir önem taşımaktadır. Sultan III.
Selim’in, 1805/1219 tarihinde yaptırdığı Selimiye Camii çevresini bir tekstil sanayi
haline getirmeye çalıştığı görülmektedir. Yerli kumaş üretimini hem teşvik etmiş hem
de gerekli adımları atmıştır. Sadece kumaş üreten tezgâhlarla yetinmeyip yan sektörler
için de ayrı ticarethaneler yaptırmıştır. Kendi mal varlığıyla bir veya birkaçı Harem
İskelesi’nde olmak üzere Çiçekçi’ye doğru yayılan toplam 341 odalı yedi ayrı sandalcı
(ipekli dokuma) hanı yaptırdığı bilinmektedir. 1826-27/1242 yıllarına gelindiğinde
Selimiye’deki sandalcıların 32 farklı türde ürün imal etmeleri dikkat çekmektedir. Fakat
zamanla üretilen kumaşların gözden düşmesi, hanların yok olma sürecini de
başlatmıştır. 1884 yılında ipekli kumaşlar sanatının ihyası için önlemler alınmaya
çalışılsa da Sandalcı Hanları’nın yok olmasının önüne geçilememiştir. Tam olarak hangi
tarihlerde yok olduğu bilinmemektedir.191
Eski adı Çatmacılar Sokağı olan bugünkü Dr. Sıtkı Özferendeci Sokağı’nda da
Çatmacılar esnafına ait tezgâhların bulunduğu kaynaklarımızda yer almaktadır.
189 Ömer Faruk Şerifoğlu, Hoca Ali Rıza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s.56. 190 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri İçerisinde Selimiye Kışlası ve Yerleşim Alanı, (basılmamış doktora tezi), C.1, s.206-212. 191 M.Gözde Ramazanoğlu, “Üsküdar’da Halıcılık: Selimiye Sandalcı (İpekli Dokuma) Hanları”, Üsküdar Sempozyumu II, C.1, s.74-77.
96
Tunusbağı Caddesi’nden Harem
İskele Sokağını kadar 100’den
fazla çatma tezgâhının işlediği
belirtilmektedir.192
Selimiye kumaş
tezgâhlarına bükülmüş iplik
temin eden esnaf ise, Selimiye
Kışlası’nın batı yamacında
Bükücüler Hanı Sokağı
üzerindeki handa toplanmıştı.
Sokağın üst başındaki bu iki katlı
ahşap büyük han bugün mevcut
değildir. 1890 tarihlerinde yıkılmıştır. Hanın ortasında genişçe bir avlu bulunuyordu. Bu
hanın az aşağısında bulunan üçer katlı iki ahşap han da 1925 tarihlerinde yıktırıldı.
Resim 81 Kavak Fırınları Ahırının Resmi.
Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı’nın bulunduğu, Selimiye Kışlası Caddesi ile ikiye
ayrılan park üzerinde de kumaş tezgâhlarının varlığı bilinmektedir. 1890’lı yıllarda
mevcut olan bu tezgâhların 1894’teki büyük depremde yıkıldığı sanılmaktadır.193
Selimiye Fırını, Sultan III. Selim tarafından ordunun ve yeni kurulan
mahallenin ekmek ihtiyacını karşılamak için yaptırılmıştır. Bugün sokak isminden yola
çıkarak İhsaniye Mahallesi sınırları içerisinde kalan Nan-ı Aziz Sokağı içerisinde
olabileceği düşünülen bu fırın yanında bir de değirmen olduğu belirtilmektedir.194
Ayrıca Kavak İskelesi civarında da fırınların olduğu özellikle bir fotograf üzerine
düşülen “Selimiye Kışla-i Hümayununa merbud Kavak Fırunları ahurunun resmidir.”
şeklindeki nottan anlaşılmaktadır. Kaç yılında kim tarafından yapıldığı
bilinmemektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’da küçük şehirler etrafında bağlar, bahçeler bulunduğu ve tahıl
depoları ve değirmenlere kolayca ulaşabildiği için beslenme kolay olmakta ve gıda
problemi yaşanmamaktaydı. Fakat uzun süre dünyanın en büyük şehri olma özelliği
taşıyan İstanbul için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Tahıl, un, buğday
192 Ülkü Tokatlı Akça, “Üsküdar Çatma Kadifeleri”, Üsküdar Sempozyumu II, C.2, s.476. 193 M.Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1481. 194 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., C.1, s.222.
97
Dobruca’dan; yağ ve peynir Kırım’dan; et Trakya havzasından gelmektedir.195 Gelen
ürünler, suriçi ve surdışında farklı oranlarda taksim edilmektedir. 1609 yılında
İstanbul’a gelen ürünlerin paylaştırılması suriçi İstanbul’a beşte üç, Galata, Üsküdar ve
Eyüb’e ise beşte iki şeklinde olmuştur.196
Temel gıda maddeleri şehir dışından geldiği için şiddetli kış, deprem, yangın,
kıtlık, göç ve çıkan isyanlar aniden fiyatların artmasına hatta fırınların kapatılmasına
sebep olmaktadır. Şehirdeki hoşnutsuzluğun hatta başkaldırıların temelinde ekmek
kıtlığı olduğu için ekmek, yapımından dağıtımına kadar çok sıkı kontrolden
geçmektedir. Hatta bu kontrol görevini bizzat padişah ve sadrazam yürütmektedir.
Ekmek konusunda son derece hassas davranan Sultan III. Selim’in ekmeksiz kalan
halkın ihtiyacının karşılanması, ekmeklerin standartlarının bozulması durumunda ne
gibi cezalar uygulanacağı gibi hatlarının varlığı bilinmektedir.197
Bölgede zikredilmesi gereken önemli yapılardan biri de mezbahanedir. Selimiye
Kışlası önünde, Harem İskelesi ile Kavak İskelesi arasında bulunan bu yapı başlangıçta
askeri mezbahane olarak kullanılırken sonradan sivil bir hale getirilmiştir. Belediye
Başkanlığı yaptığı dönemlerde genel olarak İstanbul’daki mezbahaneler ve bu
mezbahane hakkında Cemil Topuzlu Paşa şu bilgileri vermektedir: “…gayri sıhhi, pis
mezbahaların hepsini kapattım. İstanbul cihetinde bir tane mezbaha bıraktım. Üsküdar-
Kadıköy taraflarında ise Selimiye Kışlası’nın önünde bulunan ve evvelce askeri
mezbaha olarak kullanılan binayı açtırdım, temizlettim, muvakkaten sıhhi bir mezbaha
haline soktum.
Tekmil Üsküdar-Kadıköy ve
havalisi kasaplarına burada kesilen
koyunları kamyonlarla yolladım. Fakat
etin fiyatı artmasın diye okkada bir
kuruştan fazla resim almadım.”198
Resim 47’de henüz Harem Sahili
doldurulmadan önce Selimiye Kışlası
önünde görülen yapının mezbahane Harita 4 Salhane.
195İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s.80. 196Halil İnalcık, “İaşe”, Dünden Bugüne..., C.4, s.118. 197 Halil İnalcık, a.g.m., C.4, s.118; M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.220. 198 Cemil Topuzlu, a.g.e., s.212.
98
olma ihtimali düşünülmektedir.
Paşa Baba Kahvehanesi; Çiçekçi Kahvehanesi gibi bölgenin önemli
kahvelerindendir. Harem bulunan kahvenin kaç yılında yapıldığı bilinmemektedir.
Utkan, Selimiye ile ilgili hatıralarını anlattığı eserinde bu kahvenin bulunduğu yerde
başka bir kahveciyiyi anlatmaktadır. “Defterdar Tahir Efendi Camii’nin hemen altında
günümüzde küçük bir park olan yerde halen ayakta olan tarihi çınar ağacının altında o
yıllarda eski bir kahvehane vardı. Kahvehaneyi Anastas isimli Rum bir vatandaş
işletirdi. Ayazma’nın suyu kahvehanenin bahçesindeki havuza akardı. Tahir Efendi
Camii’nden sabah namazından çıkan ahali, kahvehanenin bahçesinde sabah çaylarını ve
kahvelerini içerlerken yosun ve iyot kokulu sahilden İstanbul’un o muhteşem
panoramasını seyrederek Harem İskelesi’nden kalkan Kalendar ya da Kabataş vapuru
ile Sirkeci’ye giden veya gelen yolcuları selamlarlardı.”199 Paşa Baba Kahvehanesi’nin
Harem sahiline yapılan dükkanlarla birlikte yapıldığı düşünülecek olursa yaklaşık 150
yıl kadar hizmet verdiği söylenebilir.
199 Ahmet Nadir Utkan, Elveda Üsküdar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008, s.47.
99
5. DEĞERLENDİRME
5.1. YAPI TİPLERİ VE KENTLEŞME Osmanlı mimarisi köy evinden kervansaraya, köprülerden saraylara kadar, farklı
toplum katlarına hizmet veren bir yapı alanı örgütlenmesi halinde çeşitlendirilmiş,
projenin yer alacağı sosyolojik katmana göre detaylandırılmıştır.200
5.1.1. Çeşmeler
Su yapıları olarak araştırmamız içerisinde çeşme, hamam ve iskele olmak üzere
üç yapı tipi karşımıza çıkmaktadır. Çeşme ve hamamlardan önce bu yapı tiplerin su
ihtiyacını karşılayan bölgedeki suyollarına değinmek gerekmektedir.
Roma İmparatorluğu zamanında yapılan büyük ve düzenli su şebekeleri Bizans
döneminde yaşatılamadığından Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un
fethedilmesiyle pek çok alanda olduğu gibi şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere gerekli
çalışmalar hemen başlatılmış ve sonraki dönemlerde hızlanarak devam etmiştir. Su
Nezareti kurulmuş ve şehrin her bir köşesine ulaşan su kanallarının bakımı için ihdas
edilen suyolculuk gibi su nazırından sakalara kadar birçok birim oluşturulmuştur.
Yapımları yıllar alan suyolları yapılarak şehrin her köşesi çeşmelerle donatılmış ve
halkın su ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır.
Üsküdar-Harem Bölgesi’nin su ihtiyacı gerek kuyular gerekse suyolları ile
karşılanmıştır. Bilinen suyolları içerisinde ilk yapılan İbrahim Paşa Suyolu ayrı bir
önem taşımaktadır. Fatma Sultan Suyu veya Üsküdar Suyolu olarak da bilinen bu
suyolu, Sultan III. Ahmet (1703-1730) döneminde 1718 yılında Sadrazam olan İbrahim
Paşa tarafından Şerefâbâd Sarayı’nın su ihtiyacını karşılayabilmek yapılmıştır ve şehrin
çeşmelerine de su verebilmek amacıyla hat genişletilmiştir. İhtiyaç duyulan su,
Kayışdağı’nın 7,5 km kadar kuzeybatısında Apustol Çiftliği denen yerde, Çamlıca
tepesinin 2,5 km güneydoğusundan gelmektedir. Haskan ise suyun kaynağını İçerenköy
taraflarında, Merdiven Köyü ile Karaman Çiftliği civarında akan Sazlıdere yanı olarak
göstermektedir.201
Uzun bir yolculuk sonrasında Nuhkuyusu Caddesi başında ve Kapıağası
mevkiindeki su terazisine ulaşmaktadır. Duvardibi’nde bulunan diğer teraziye aktarılan
200 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.114. 201 Kazım Çeçen, a.g.e., s.80; M. Mermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1199.
su ise buradan Kavak Sarayı ile Üsküdar Sarayı’na ve o çevredeki tesislere
verilmektedir. Üsküdar Suyolu Haritası’nda Kavak Sarayı ismi belirtilmektedir. Bu
teraziden bir başka kol ise Doğancılar Maksemi’nden Şerefâbâd Sarayı’na gitmektedir.
Selimiye Suyolu, Sultan III. Selim (1761-1808) tarafından Selimiye Kışlası,
camii müştemilatı ile bazı çeşmelere su temin etmek amacı ile yaptırılmıştır.
Suyolu’nun III. Selim’in Çiçekçi’deki (Resim 69) 1802/1217 tarihli çeşmesiyle aynı
tarihlerde yapıldığı düşünülmektedir.202
Mihrişah suyu ise, Sarıkaya, Millet Bahçesi, Bağlarbaşı ve tramvay yolunu
takiben Nuhkuyusu ve Çiçekçi Kahvesi karşısında teraziye, oradan İhsaniye
taraflarındaki çeşmelere ve Selimiye’nin bütün müştemilatına su vermektedir. Günlük
debisi 200 metreküptür.203
Teraziden çıkan dağıtım kolu Çiçekçi’de Harem İskelesi Sokağı ile Tıbbiye
Caddesi köşesinde 1802/1217 tarihli, çok büyük hazneli büyük III. Selim Çeşmesi’nin
haznesine bitişmektedir. Bu çeşmeden bir kol Harem İskelesi Sokağı’ndan Daya Kadın
Sokağı’ndaki kitabesiz çeşmeye, diğer bir kol ise Sıtkı Özferendeci Sokağı üzerindeki
İhsaniye Camii’ne su vermektedir.204
Çeşme, su kaynağı manasına Türkçede göz kelimesinin Farsça karşılığı olan
çeşm sözünden alınma bir kelimedir. 205 Çeşmeler, en basit şekli ile kesme taştan inşa
edilen ve sivri kemer içindeki bir nişten ibaret küçük yapılardır. Malzemenin mermer
olması, kemer, ayna taşları, diğer satıhlar, hatta saçağın zengin surette işlenmesi bu
mütevazı şekle görkemli bir hal kazandırmıştır.206
Türk plastik sanatları içinde ayrı bir yeri olan bu yapılar, şehir dokusunun en
elverişli yerinde inşa edilerek hem yararlı olma niteliği dikkate alınmış hem de estetik
değerler sergilenmiştir.207 Eskiden saray, hamam, cami, şadırvan gibi yapılara künklerle
su getirildiği için halk ihtiyacını mahalle çeşmelerinden sağlamak durumundaydı.
Bugünkü anlamda her eve su götürme imkânı yoktu. Ya çeşmelere bizzat gidilecek ya
da sakalara müracaat edilecekti.
202 Kazım Çeçen, a.g.e., s.111. 203 Saadi Nazım Nirven, İstanbul Suları, Halk Basımevi, İstanbul 1946, s.295. 204 Kazım Çeçen, a.g.e., s.114. 205 Celal Esat Arseven, a.g.e., C.1, s.388. 206 H.Örcün Barışta İstanbul Çeşmeleri Bereketzade Çeşmesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, s.V. 207 H.Örcün Barışta, İstanbul Çeşmeleri.., s.V.
104
Çeşmeler, konumlarına göre köşe çeşmesi, çatal çeşme, meydan çeşmesi gibi
farklı isimler almakta ve yapıldıkları döneme göre de klasik, barok gibi farklı üslup
özellikleri yansıtmaktadırlar.
Yüzyıllara göre bakıldığında bölgede 16. yüzyıla ait sadece Tazıcılar Ocağı
Çeşmesi bulunmaktadır. Yalaklarının varlığı nedeniyle ahırda bulunan atlar ile
görevlilerin istifadesi için yapılmış bir yapıdır. 1654/1064 yılında yapılan ve banisinin
ismiyle anılan bir namazgâh çeşmesi olan Müsahip Ali Ağa Çeşmesi de 17. yüzyıla ait
tek çeşmedir (Resim 20). Ankara Asfaltı yapılırken yeri değişen çeşmenin, namazgâhla
birlikte bölgede çalışanlar tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü asfaltın
bulunduğu yerde Kavak Deresi akmakta ve derenin iki tarafında bostanlar
bulunmaktaydı. Kavak İskelesi’ne gelip gidenlerin de istifade ettiği düşünülebilir. Her
iki çeşme de 19. yüzyıla kadar saray sınırları içerisinde kaldığından belirli sayıda
insanın ihtiyacını giderebilmektedir.
18. yüzyılda Sultan III. Osman’ın Hatice Sultan Sarayı’nı yıktırıp yerine
İhsaniye Mahallesi’ni kurması bölgede önemli bir hareketlilik meydana getirmiştir.
İhsaniye Camii 1755/1169 ile birlikte aynı tarihlerde yapıldığı düşünülen Hafız İsa
Çeşmeleri, şehirleşmeye işaret eden ilk su tesislerindendir. Bundan dokuz yıl sonra,
yıktırılan sarayın sahibi Hatice Sultan’ın hayratı olarak kendi isminin verildiği iki
çeşme yaptırılır fakat biri günümüze kadar gelememiştir. Hatice Sultan Çeşmeleri, ilk
mahalle çeşmeleridir (Resim 24). Cami ve Mescid yakınlarında bulunmaktadırlar.
19. yüzyıl İstanbul’unun çeşmeleri; devletin yeniden güçlenme isteğine
temellenen Tanzimat ideolojisini yansıtan, yeni imar düzenlemeleri ve kuralları
çerçevesinde tasarlanan anıtsal yapılardır. Temel işlevleri su gereksinimini karşılamak
olmakla beraber kent dokusuna katkıda bulunan yapı cephesi işlevini de üstlenmiş,
kentsel tasarımda yeri olan, yapı yüzeyinden kopmuş, başlı başına mimari bir anlam
taşıyan neredeyse bağımsız bir yapı konumuna gelmiş yapılardır.208
Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi (Resim 64-65) 1791/1206, Türk barok
mimarîsinde ve som mermerdendir. Yerleşmenin saraya doğru genişlediğine dair bir
işaret midir diye akla gelen soru, 1792/1207 tarihinde Selimiye Hamamı arkasına
yapılan kitabesiz Selimiye Çeşmesi ve bundan on yıl sonra 1217/1802’de yapılan
Çiçekçi’deki III. Selim Çeşmesi ile “Evet” şeklinde cevap bulmaktadır. Hibetullah
208 Nuran Kara Pilehvarian, vd., a.g.e., s.131.
105
Valide Sultan Çeşmesi ile Selimiye Çeşmesi arasında 1805-6 yılında yapıldığı
düşünülen Daya Kadın Çeşmesi (Resim 71) ise bu cevabı pekiştirmektedir. Kitabesiz
olan bu çeşmenin yapım tarihi Selimiye Mahallesi’nin kurulduğu yıllar olarak
düşünülmektedir. Artık Kavak Sarayı yıkılmış, Selimiye Kışlası, Selimiye Cami ve
etrafındaki pek çok yapı tamamlanmıştır.
Çiçekçi’de III. Selim Çeşmesi yakınlarında yapılan 10 Haziran 1808/1223 R. 15
Tıflıgül Çeşmesi bugün mevcut değildir. 1822/1238 yılında İhsaniye Mahallesi’nde
sahile inen merdiven başında Gazanfer Ağa için yaptırılan Hafız İsa Ağa Çeşmesi
(Resim 72) ile İhsaniye İskelesi’ne inip çıkanların, Küçük İhsaniye Camii önüne oturup
İstanbul’u ve güneşin batışını seyredenlerin ihtiyaçlarını gidermeleri düşünülmüş
olmalıdır. 1824/1240 tarihinde Hafız İsa Ağa tarafından yaptırıldığı düşünülen kitabesiz
İhsaniye Çeşmesi (Resim 73) de görkemli çeşmelerdendir. İsmini zikrettiğimiz
çeşmeler, -Tıflıgül Çeşmesi hariç- arka tarafında büyükçe haznesi bulunan abidevi
yapılardır.
Harem bölgesinin kentleşmesinde büyük katkısı olan Defterdar Mehmet Tahir
Efendi (ö. 1832/1248) yaptırdığı cami ve sıbyan mektebi yanında iki tane de çeşme
yaptırmıştır. Biraz üst tarafta 1841/1257’de yapılan Abdülmecit Han Meydan Çeşmesi
bulunmaktadır. Selimiye Kışlası sınırları içerisine alınmadan önce halkın ve
hayvanlarının su ihtiyacını karşılıyordu. Aslında yapılış amacı da süvari atlarının
sulanmasıdır.
1905/1323’de yapılan Hasip Paşa Çeşmesi, 1907/1325’de yapılan Ahmet Şakir
Efendi Çeşmesi ve son olarak da Hakkı Efendi Çeşmesi bölgede zikredilmesi gereken
çeşmeler arasındadır. Çeşmeler yanında Selimiye Kışla Kuyusu ve İhsaniye Kuyusu da
önemli su tesislerindendir.
Bölgede yapılan çeşmelerden çoğunluğu muattaldır. Hatice Sultan Çeşmesi ve
Tıflıgül Hanım Çeşmesi kaybolurken Mehmet Tahir Efendi Çeşmesi de yok olmak
üzeredir. Zaten cami altında bulunan çeşme iptal edilmiş üzeri de çimento ile
sıvanmıştır. Bugün sadece İhsaniye Camii avlusunda bulunan Hafız İsa Ağa Çeşmeleri
ile Selimiye Çeşmesi faal durumdadır.
Osmanlı İmparatorluk Dönemi’nde durum bu iken Türkiye Cumhuriyeti
Dönemi’nde teknolojinin su problemini farklı yollarla çözümlemesi sonucu, halkın su
106
ihtiyacını karşılayan çeşmeler giderek önem ve işlevini yitirmiş hatta tarihi eser niteliği
dışında hiçbir özelliği kalmamıştır.209
Çeşmelerin ortadan kaldırılmasına başta vakıf su şebekelerinin kurutulması
olmak üzere, özellikle cadde ve sokakların genişletilmesi ve arsalarından istifade etme
düşüncesi sebep olarak gösterilmektedir. Vakıf sular kesildikten sonra şehrin altındaki
su kanalları kurutulmuş ve büyük inşaatların temel kazılarında da bunlar tahrip
edilmiştir.210 Musahip Ali Ağa Çeşmesi’nin kanallarının Mekteb-i Tıbbiye yapılırken
tahrip olması ve Ankara Asfaltı yapılırken de çeşmenin bugünkü yerine taşınması örnek
olarak gösterilebilir.
Bazı çeşmeler farklı tarihlerde Üsküdar Belediyesi tarafından restore edilmiş
fakat halkın araçlarını yıkaması ve suyu bilinçsiz tüketmesi gibi sebeplerle su
verilmemiştir.
Değinilmesi gereken bir diğer su yapısı ise hamamlardır. Türk medeniyetinde
hamamın çok önemli bir yeri vardır. İslamiyet’te beden temizliği ibadetin temel şartı
olduğu için ecdadımız en ufak yerleşim yerlerine varıncaya kadar ülkenin bütün şehir ve
kasabalarında hamamlar inşa etmişlerdir. Genelde hamamlar cami, medrese vb bir
yapıya vakfedilerek elde edilen gelirlerle hem bu eserlerin bakımı sağlanmış hem de
görevlilerin ücretleri ödenmiştir. Dış görünüşüne fazla önem verilmeyen hamamların iç
mekânlarına gerekli özen gösterildiğinden en gösterişli yerleri camekânlardır.
Roma imparatorluğu’nda olduğu gibi hamam sadece bir yıkanma yeri değil,
aynı zamanda kadın ve erkekler için ayrı ayrı bir toplanma yeridir. Çifte hamamları
kadın ve erkekler aynı anda kullanabilirken tek hamamlar şayet kadınlara da açılıyorsa
nöbetleşe kullanılıyordu. Hamamların kullanılış şekline göre farklı isimler aldığı
görülmektedir. Gelin Hamamı, Damat Hamamı, Sünnet Hamamı, Asker Hamamı,
Bayram Hamamı bunlardan bir kaçıdır. Hamamlar, kadınlar için Türk sosyal hayatının
çok önemli bir merkezi olduğundan yıkanma ihtiyacı dışında eğlenme ihtiyacına da
cevap vermişlerdir. İhtiyaçları giderirken dikkat edilmesi gereken; suyu israf etmemek,
209 H.Örcün Barışta, a.g.e., s.V. 210 Semavi Eyice, a.g.e., s.134,136.
107
sıçratmamak, yüksek sesle ve çok konuşmamak, gerektiğinde yıkanma sırasına riayet
etmek, hamamı temiz bırakmak gibi ahlak kuralları vardır.211
Bugün bölgede kaderine terkedilmiş Selimiye Hamamı (Resim 61-3) dışında
hamam bulunmamaktadır. Selimiye Hamamı da kışladaki askerlerin ihtiyaçlarını
gidermek için yapıldığından yakınlara kadar amacına uygun olarak hizmet vermiştir.
Halk tarafından hiç kullanılmamıştır.
Selimiye Hamamı öncesinde Üsküdar Sarayı’na Mimar Sinan tarafından hamam
ya da hamamlar yapıldığı bilinmektedir. Mevcut Tezkire ve Yazmalara dayanılarak
hazırlanan listede sadece bir hamam gösterilirken212 yine tezkerelere göre hazırlanmış
bir başka listede “Üsküdar Sarayı Hamamı I/II/III” şeklinde üç hamam
gösterilmektedir.213 Bu hamamların mimari özellikleri, tezyinat, su tesisatı ve
aydınlatma gibi detaylar hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Ama Mimar Sinan’a ait
özellikleri bilinen hamamlardan elde edilen bilgiler sayesinde Üsküdar Sarayı
hamamları hakkında da bir genelleme yapmak mümkündür.214 İsimlerinden de
anlaşılacağı üzere saraya ait hamamlar olduklarından halka kapalıdırlar. Dolayısıyla
bölgenin şehirleşmesi açısından bir önem atfetmek mümkün görünmemektedir.
5.1.2. Dini Mimari
Yapı tipleri olarak bu bölümde cami, Mescid, namazgâh ve tekkeler ele
alınmaktadır. Kilise ve havra gibi diğer dinlere ait mabed bulunmamaktadır.
Kelime olarak anlamları farklı olsa da genelde içerisinde hatibin hutbe okuması
için minber bulunan ve cuma namazı kılınan mabedler cami olarak adlandırılırken
minberi bulunmayan ve cuma namazı kılınmayan mabedler Mescid olarak
adlandırılmaktadır. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve ilk İslam kaynaklarında cami yerine
Mescid kelimesi kullanıldığı için yukarıdaki ayrımın Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi,
Mescid-i Aksa vb. istisnaları bulunmaktadır.215
211 Semavi Eyice, a.g.e., s.151; M. Nermin Haskan, İstanbul Hamamları, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları, İstanbul 1995, s.6; Tülay Taşçıoğlu, Türk Hamamı, (Haz.: Ali Pasiner), Duran Ofset, İstanbul 1998, s.114. 212 M. Yılmaz Önge, “Anadolu Türk Hamamları…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.406. 213 Aptullah Kuran, “Tezkerelerde Adı Geçen…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.166. 214 Bkz. M. Yılmaz Önge, “Türk Hamamlarının Planlanması…”, Mimar Başı Koca Sinan, s.407, 413,417. 215 Ahmet Önkal, Nebi Bozkurt, “Cami”, TDV İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1993, C.7, s.46.
108
Yapımı İslam’ın ortaya çıkışıyla başlayan ve yayılışı ile doğru orantılı olarak
artan Mescid/camilerin pek çok fonksiyonu bulunmaktaydı. Yönetimle ilgili meseleler
burada görüşülür ve karara bağlanırdı. İdareciler halkla burada bir araya gelir, hukuki
davalar yine burada görülürdü. Uzun yıllar eğitim ve öğretimin merkezi olan mabedler,
gerektiğinde karargah ve hastane olarak kullanılırdı. Kısaca cami ve Mescidler ibadet
başta olmak üzere hayatın pek çok alanına hizmet vermekteydi. Dolayısıyla fethedilen
veya yeni kurulan şehirlerin planlanmasında dikkate alınan ilk unsur hep camiler
olmuştur.
Kavak Sarayı Mescidi ve Tazıcılar Ocağı Mescidi’nin Üsküdar Sarayı ile
beraber yapıldığı bilinmektedir. Bu Mescidler hakkında Haskan; “özel olup yalnız bağlı
bulunan kimseler namaz kılabilirdi.” 216 demektedir. Fakat Harap Mescid 1639-40/1049
ve Kavak İskelesi Mescidi 1666/1077 (Resim 9-10) özel olmayıp halka açık
mabedlerdi. Halka açık olmaları bugün Tahtakale örneğinde olduğu gibi bölgeye iş
icabı gelenlerin ibadetine açıklığı şeklinde yorumlanmalıdır. Bu dört Mescidten hiçbiri
yerleşim bölgesi içerisinde kalmamıştır. Kavak İskelesi Mescidi’nin ilk üç Mescidten
farkı 1895/1313 yılında tamir edilirken fevkani olduğu için altına dükkânlar
yapılmasıdır. Son dönemlerde iskele ve liman çalışanları yanında muhtemelen Askeri
Hastane, Tıbbiye Mektebi ve Haydarpaşa Lisesi öğrenci, öğretmen, doktor, personel ve
hasta yakınlarının da ibadet mahalli olduğu düşünülen Mescid, 1959 yılında Harem
İskelesi’nin yapımı sırasında yıktırılarak arsası yola katılmıştır.
İsmi geçen Mescidlerden günümüze hiçbiri gelememiştir. Yok olan pek çok
Mescid için sıralanan sebepleri bunlar için de söylemek mümkündür. Deprem, yangın
ve bakımsızlık nedeniyle yok olan Mescidler yanında cadde açmak veya arsasından
istifade etmek için yok edilenler de bulunmaktadır. Her kaybolan Mescid ve cami için
muhakkak bir sebep göstermek mümkün değildir fakat sebeplerin en dikkat çekeni cami
ve Mescidlerin tasnifi hakkında hazırlanan talimatname sonrasında bazı Mescidlerin
kadro dışı bırakılmasıyla alakalıdır. Kadro dışı bırakılan bu Mescidler, zaman zaman
kiraya verildiği hatta satışa çıkarıldığı için yeni sahiplerince yıktırılmıştır. Kaybolan bu
Mescidlerin satış ilanlarını, 1930-50 yılları arasındaki İstanbul gazetelerinde görmenin
mümkün olduğu belirtilmektedir.217
216 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.1, s.232. 217 Semavi Eyice, a.g.e., s.123.
109
Sultan III. Osman (1754-57) döneminde 1755/1169 yaptırılan İhsaniye Cami
(Resim 12) ve İhsaniye Mescidi/Küçük İhsaniye Cami (Resim 15), yıktırılan Hatice
Sultan Sarayı arsası üzerine kurulan mahalle cami ve mescididir. Sarayın yıktırılmasıyla
bölge yerleşime açılmış ve hatta arazinin halka dağıtılması nedeniyle bugünde
kullanılagelen “İhsaniye” ismini almıştır. Mahalle kurulurken cami ve Mescid ile
beraber dükkânlar da yapılır fakat bu dükkânların mahiyeti bilinmemektedir. Tunusbağı
Caddesi’nden Haydarpaşa’ya kadar saray bahçesi olarak düşünülürse İhsaniye
Mahallesi yerleşime açılan ilk bölgedir. Cami ve Mescidten sonra yapılan çeşmeler de
şehirleşmeyi ve zaman içerisindeki hareketliliği göstermektedir.
İhsaniye Cami ve Küçük İhsaniye Cami günümüzde de yapılış amacına uygun
olarak hizmet vermektedir. 1970’lere kadar normal bir şekilde devam eden şehirleşme
bu tarihlerden sonra o kadar hızlı gelişmiştir ki, cami ve apartmanlar arasında ancak
birer küçük sokak kalmıştır. Bu durum özellikle Küçük İhsaniye Cami için geçerlidir.
Zamanla camiye ait arazinin satılması veya başka yollarla elden çıkması nedeniyle cami
dar bir alana sıkışmıştır. Cami önünden geçen sokağın karşı ucunda camiye ait bir
arsanın olması, düşüncemizi desteklemektedir.
Sultan III. Selim (1789-1807)’in Kavak Sarayı’nı yıktırmasıyla Üsküdar’da yeni
bir mahalle oluşmaktadır. Bu mahalle kışlası, camisi ve diğer unsurlarıyla “Türkiye’de
barok dönemin başka eşi olmayan bir yerleşme örneği”dir.218 Selimiye Camii 1804-
5/1219, her şeyden önce bir kışla camiidir (Resim 28-35). O dönemde yapılan kışla
camileri, kışlanın orta avlusuna yapılırken Selimiye Camii’nde asker yanında kurulacak
mahalle halkının ibadet ihtiyacını da karşılaması düşüncesiyle avlu dışında bir mekân
seçilmiştir.219
Caminin büyüklülüğü, kullanılan malzemenin çeşitlilik ve kalitesi şehirleşme
açısından dikkate alındığında Selimiye Camii’nin bölgenin gelişmesine sağladığı katkı
ortaya çıkmaktadır.
Üsküdar-Harem Bölgesi’nde önemli ibadet mekânlarından biri de Defterdar
Mehmed Tahir Efendi Camii (1826/1242)’dir (Resim 38-40). Bir sıbyan mektebi ve iki
çeşme ile birlikte yapılmıştır. Yapıldığı yıllarda deniz henüz doldurulmadığından
caminin hemen önünde Harem İskelesi yer almaktadır. Cami ve çevresi kışlanın çok
yakında mahalle ölçeğinde olmayan küçük bir yerleşim alanıdır. Nüfusun artışına bağlı 218 Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, Yem yayın, İstanbul 1998, s.33. 219 Mustafa Cezar, a.g.e., s.475.
110
olarak camilerde ilaveler, değişiklikler yapıldığı gerçeğine göre zamanla bu küçük
yerleşim yerinin de geliştiği söylenebilir.
Cami ve Mescidlerden sonra namazgâhlar da önemli ibadet
mekânlarındandır. Bugün son derece azalan, basit bir alçak duvarla sınırlanmış çimenli
toprak bir sahadan ibaret olan namazgâhlar, genellikle şehrin çevresindeki mesire
yerlerinde ve şehirden çıkan yolların üzerlerinde kurulmuştur.220
Namazgâhlar, halkın abdest alma ve su içme ihtiyacını karşılayabilecek bir kuyu
ya da çeşme başlarında görülmektedir. Kıbleyi gösteren ve mihrap görevi gören bir
namazgâh taşı ve taşın önünde en az bir kişinin namaz kılabileceği kadar bir set
bulunmaktadır. Bu seti kuşatan bir veya birkaç ağacın gölgesinde hem dinlenilmekte
hem de ibadet edilmektedir.221
Musahip Ali Ağa Namazgâhı 1654/1064, Ayşe Hanım Namazgâhı 1767/1181,
Çeşmi Afet Kadın Namazgâhı, Nevnihal Hatun Namazgâhı 1812/1227, Sultan III.
Selim Namazgâhı, Hacı Mustafa Ağa Namazgâhı 1824/1239 ve Harem Ağası Ahmed
Ağa Namazgâhı bölgedeki namazgâhlar olarak bilinmektedir. İçlerinde en önemlisi hiç
şüphesiz çeşme ile birlikte yapılan en eski tarihli (1654/1064) Musahip Ali Ağa
Namazgâhı’dır.
Mimari yapı olarak semâhane, çilehane, türbe, derviş odaları, selâmlık, harem,
mutfak ve kiler, kahve ocağı gibi birimlerden oluşan tekkeler, insanlara sundukları
hizmetlerin yanı sıra, dervişlerin devamlı olarak ikamet ettikleri ve tarikata intisâb
edenlerin, zikir ve merasimi toplu olarak yaptıkları yerlerdir.222
Osmanlı'larda, devlet tarafından yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde
kurulan tekkeler; askeri sevk ve idareyi kolaylaştıran, ticarete engel olabilecek eşkıya
vs. gibi kimselere mani olan bir jandarma karakolu vazifesi görmekle beraber kar ve
yağmurlu günlerde yolcular içinde bir sığınak da oluyordu. Duruma göre ruh ve sinir
hastalıkları için tedavi merkezi olan tekkeler, meskun mahallerde ise temel inanç ve
kültürün sağlıklı bir şekilde yayılmasını ve halkın birlik beraberliğini sağlıyordu.
Tekkeler aynı zamanda camilerle birlikte halk arasındaki iletişim ve haberleşme
hizmetini de yürütüyordu.223 1352-1353 tarihlerinde Kadıköy, büyük ölçüde Osmanlı
220 Semavi Eyice, a.g.e., s.124. 221 Mustafa Özdamar, a.g.m., s.97. 222 Celal Esat Arseven, Türk Sanatı, Akşam Matbaası, İstanbul 1928, s.100-101. 223 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2001, s.300.
111
hakimiyetine girince askeri ilerlemeyi pekiştirmek, toplumsal ve kültürel bir taban
oluşturmak amacıyla Geyikli Baba’nın öğrencilerinden Gözcü Baba, Eren Baba, Kartal
Baba ve Sarıgazi gibi savaşçı din adamları ve öğrencilerinin Göztepe Merdivenköy
başta olmak üzere çevrede kurulan tekkelere yerleştirildikleri bilinmektedir.224
İhsaniye Mahallesi’nin kurulmasından hemen sonra Salih Dede’nin halkın birlik
ve beraberliğini sağlamak amacıyla mahalleye yerleştiği düşünülmektedir. Selimiye
Mahallesi’nin kurulmasıyla da hem askerlerin hem de halkın ihtiyaçlarını karşılamak
ümidiyle Selimiye Hankahı kurulmuştur. Özellikle askerlere elde bulunan savaş
aletlerinin nefse uymadan savaş ahlakı içerisinde kullanılmasını öğretmesi ve tatbik
ettirmesi açısından büyük önem arzetmektedir.
5.1.3. Sivil Mimari
Havası ve manzarasının güzel olması sebebiyle gerek Bizans ve gerekse
Osmanlı dönemlerinde en güzel şekilde değerlendirilen Üsküdar-Harem bölgesinde pek
çok saray, köşk ve kasır yapılmış fakat hiçbiri günümüze kadar ulaşamamıştır. Şehrin
poyraz rüzgarına kapalı ve Marmara denizinin boşluğuna bakan Anadolu kıyılarındaki
Bizans imparatorlarının saray kompleksi XI. yüzyılın sonlarına doğru kullanılamaz hale
gelmiş, Sultan Fatih’in İstanbul’u fethettiği 1453’te ise harabeye dönmüştü.225
Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılan ilk yapılan Osmanlı sarayı,
Mimar Sinan’a aittir. Kanûni Sultan Süleyman dönemindeki bir mimar, belirli bir
yapının mimarı olmaktan öte çevreyi de en güzel şekilde işleyen kişi olduğu için bu
dönem mimarlığını şehir dokusuyla birlikte düşünmek gerekmektedir.226
Haydarpaşa’dan Doğancılar’a kadar çok geniş bir alana sahip olan saray bahçesi, saray
ve bağlı birimlerle tabiata saygılı bir şekilde adeta dokunmuştur denilebilir.
Sarayla aynı tarihlerde aynı mimar tarafından yapıldığını bildiğimiz
Süleymaniye Camii (1557), bütün ihtişamıyla varlığını devam ettirirken saray yok olalı
iki asırdan fazla zaman geçmiştir. Genellikle su manzarasına açık yerlerde yapılan bu
sarayların günümüze kadar ulaşamama sebeplerine bakıldığında ilk olarak dayanıksız
malzemeden yapıldığı görülmektedir. Anıtsallıktan yoksun yani son derece
alçakgönüllü olan Osmanlı sarayları 19. yüzyılın ortalarına kadar ahşap yapılmışlardır.
Sultana ait çok büyük arsalar üzerinde kurulan bu saraylar, her sultanın zevkine göre
224 M.Rıfat Akbulut, “Kadıköy”, Dünden Bugüne…, C.4, s.331. 225 Semavi Eyice, a.g.e., s.49-50. 226 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.80.
112
değiştirip ekler yaptırdığı köşk, kasır ve daireler topluluğu olarak gelişmişlerdir. Sultan
Selim Köşkü, Sultan Murad Köşkü, Revan Köşkü, Bağdat Kasrı, Mehmed Paşa Kasrı
ve Hatice Sultan Sarayı kompleksi oluşturan yapılardan birkaçıdır. Sultan III. Selim ve
Sultan II. Mahmud dönemine gelinceye kadar Osmanlı sultanları saraylarını bina gibi
değil de yerleşim alanı gibi düşündüklerinden başından bütünüyle tasarlanmış kompakt
yapılar söz konusu olmamıştır. Kavak Saray-ı Hümayunu da Kanuni Sultan (1522-
1566) döneminden başlayarak zamanla büyüyen, hemen bütün saray işlevlerini içeren,
pavyon düzeni içinde kurulmuş bir saraydır. Fakat 18. yüzyılda Haliç ve Boğaz
saraylarla donanınca, bu saray yavaş yavaş kullanılamaz olmuş, sonunda III. Selim
döneminde askeri tesislerin inşaat alanı olmuştur.227
Planlarını tam olarak bilmediğimiz bu sarayların kent içinde veya sayfiyelerde
de olsa harem ve selamlık avluları ile büyük bahçeleri mutlaka olmuştur. Türkler doğayı
ağaçlarıyla sevmişler ve ona Avrupa etkileri girmeden önce fazla müdahale
etmemişlerdir. Dolayısıyla bugün Topkapı Sarayı da dahil havuz, şadırvan, selsebil ve
çeşme gibi unsurlarla zenginleştirilmiş ve itina ile planlanmış bir Osmanlı Dönemi
bahçesi bulmak güçtür. Bahçelerin en karakteristik öğeleri topoğrafyanın
özelliklerinden kaynaklanan büyük setler, onları birbirine bağlayan sade merdivenler ve
büyük ağaçlardır.228
İstanbul’da sultanların yaptırdıkları saraylardan sonra en çok saray sultanların
kızları ve kız kardeşleri tarafından yaptırılmıştır.229 Yapım tarihi bilinmeyen ve Sultan
III. Osman (1754-1757) döneminde yıkılan Hatice Sultan Sarayı bunlardan biridir. Has
bahçe içerisinde yıktırılan ve arsası yerleşime açılan ilk saraydır. Sultan III. Osman
tarafından sarayın yıktırılmış ve yerine cami, Mescid, dükkân, konut ve çeşmeleriyle
yeni bir mahalle İhsaniye Mahallesi kurulmuştur. Bölgedeki mabed ve çeşmelerin
konum ve yapılış tarihlerine bakıldığında uzun süre mahalle uzun süre dar bir alanda
kalmıştır.
Sultan III. Selim (1789-1807) döneminde ise Kavak Sarayı’nın yıktırılmasıyla
İhsaniye Mahallesi’yle kıyaslanamayacak kadar planlı, farklı mimari yapılarla
donatılmış Selimiye Mahallesi kurulmuştur. Mahalledeki yapılar topluluğunun merkezi,
227 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, Yapı Endüstri Merkezi, İstanbul 2001, s.10,22,30,38,45,64,65; Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık…, s.33,203; Ara Altun, “Orta Asya Türk Sanatı ile Anadolu’da Selçuklu ve Beylikler Mimarisi”, Mimar Başı Koca Sinan, s.42. 228 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.38,54. 229 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.72.
113
alışılmışın dışında kışladır. Sultanın ismi, yapılar gibi mahallenin de ismi olmuştur.
Saray arsası üzerine bir yandan kışla, cami, tekke, hamam vb. yapılar inşa edilirken bir
yandan da dükkân ve konut yapımına girişilmiştir.
Fetihten sonra 1509’da yaşanan halkın “kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) dediği
ilk büyük depremde yıkılan kârgir evlerin pek çok insanın ölümüne yol açması
nedeniyle şehirdeki ev mimarisi ahşaba dönüşmüştür. Evlerin ahşap olması ise
yangınların artmasına, başlayan bir yangının günlerce sürerek çok geniş alanları yok
etmesine sebep olmuştur. Yeniçeri artıkları ve yenileşme karşıtı grupların kundaklama
ve sabotaj olayları da yangın sebeplerindendir. Ayrıca yangın kadar söndürme
çalışmaları da bir o kadar yıkıcı oluyordu. Kaza sonucu veya kasıtlı çıkarılan yangın
tehlikesine karşılık asırlarca ahşap malzemede ısrar edilmesi, malzemenin kolay
bulunması ve inşaatın kısa sürede bitmesine bağlanmaktadır.230 Yakınlara kadar
İhsaniye ve Selimiye’de de konutların ahşap olduğu görülmektedir. Yangınlardan
kurtularak ayakta kalmayı başaran bu yapılar, betonarme yapılaşmaya karşı fazla
direnememişler ve yok olmuşlardır. Sokak aralarında kalan birkaç ahşap yapı ise
bakımsızlıktan yok olmak üzeredirler.
Türkler hiçbir zaman evlerden saraylara kadar camiler dışında anıtsal boyutlara
özenmemişler, gayet sade ve küçük yapılarla yetinmişlerdir. 19.yüzyıla kadar tarihi
yaşamın her aşamasında Türk evi en fakirinden en zenginine kadar iki katlı bir yapıdır.
Evlerin mekânsal açıklığı da karakteristik özelliklerindendir.231
Yerleşim alanındaki mimari yapıların harcamaları, III. Selim’in kendi mal
varlığı ile devlet tarafından karşılanmıştır. Bu yapılar arasında cami, muvakkithane,
sıbyan mektebi, tekke, hamam, subay konakları, 10 adet kiralık konut, 6 adet cami
lojmanı, 97 adet dükkân, 5 adet boyacı karhanesi, iplik ağartıcılar karhanesi, esnaflara
ait hanlar, değirmen, kerestehane, hastane, matbaa, mumhane, cephane binaları, ahırlar,
su terazisi ve çeşmeleri, iskele ve liman gibi yapılar bulunmaktadır.232
Kabakçı Mustafa ayaklanmasındaki yağma ve yakma olayları sonucu, caminin
cemaatsizlikten kapatılmasına varacak kadar bir sessizliğe bürünen mahalle, II.
Mahmud’un tahta çıkmasıyla tekrar canlanmış ve eski neşesine kavuşmuştur. Zamanla
230 Semavi Eyice, a.g.e., s.67; Selçuk Mülayim, “XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbul’u”, İstanbul: Şehir ve Medeniyet, Klasik Yayınları, İstanbul 2004, s.86. 231 Doğan Kuban, Ahşap Saraylar, s.60,66. 232 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.179.
114
gelişen mahallede Mehmed Tahir Efendi’nin yapılarıyla yeni bir bölge oluşmuştur. Bir
yandan da İhsaniye Mahallesi ile aradaki boşluğun dolduğu görülmektedir.
1719-20/1132 tarihlerinde yaptırılıp 1922 tarihinde yanan “Dürrizadeliler
Konağı”, kaç tarihinde yapıldığı bilinmeyen fakat 17 Kasım 1808’de yeniçerilerin kışla
ile birlikte mahalleyi de ateşe vermeleriyle yanan “Hafız İsmail Paşa Konağı” ve 19.
yüzyılın ikinci yarısında Hafız Mehmet Bey (ö.3 Ağustos 1925) tarafından yaptırılıp
hala varlığını devam ettiren “Köprülü Konak” zikredilmesi gereken önemli konaklar
arasındadır.
Bahçeler içinde birbirlerinin manzaralarını kapatmayacak bir mimari zihniyetle
inşa edilen ahşap evler zamanla yerini birbirinin manzarasını kesen ve mimari bütünlük
oluşturmayan apartmanlara bırakmıştır.
Mahalle sakinlerinin oturup sohbet ettikleri, gündemle ilgili bilgiler edindikleri
ve yerine göre eğlendikleri mekânlar kahvehanelerdir. Şehir içinde mahalle
çeşmelerinin başlarında genelde gölge veren ağaçların önlerinde bulunurlardı. Yine pek
çok iskelenin yakınında bir veya birkaç kahvehane ya da belirli meslek gruplarına ait
toplanma yeri görmek mümkündü.233 Çiçekçi ve Paşababa kahvehaneleri bölgenin
meşhur kahvehaneleridir.
5.1.4. Eğitim ve Sağlık Yapıları
Osmanlı sultanlarına ait külliyelerde (Fatih Külliyesi, Bayezid Külliyesi) veya
orta büyüklükteki bir cami (Üsküdar Mihrimah Sultan Camii) ekinde eğitim yapısı
olarak genelde medrese ile karşılaşılmaktadır. Herhangi bir camiye bağlı olmaksızın
müstakil medreseler yapıldığı da görülmektedir. Fakat ne İhsaniye’de ne de Selimiye’de
eğitim müessesesi olarak medrese bulunmamaktadır. İlk yapılan eğitim yapısı Selimiye
Camii’nin kuzey doğu köşesindeki sıbyan mektebidir. İhsaniye Mahallesi Sultan III.
Osman döneminde kurulmasına rağmen herhangi bir eğitim yapısının bulunduğuna dair
kaynaklarımızda bilgi bulunmamaktadır. Bu Selimiye Mahallesi’ne göre çok daha
küçük ölçekte bir mahalle olmasına bağlanabilir. Aynı dönemde yapılan cami ve
Mescidin fazla büyük olmaması da buna delil olarak göserilebilir. Ayrıca Çakırcıbaşı
233 Semavi Eyice, a.g.e., s.203; Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.159.
115
Hasan Paşa’nın yaptırdığı mektebin234 yakınlığı da İhsaniye Mahallesi’ne başlangıçta
bir mektep yapılmaması sebepleri arasında zikredilebilir.
İhsaniye Mahallesi sınırları
içerisinde Alman Mavileri adlı eserde
“Mekteb-i Kemalat” isimli bir yapı
gösterilmektedir. Kaynaklarımızda
bilgi edinemediğimiz bu yapı, Köprülü
Konak’ın üzerinde ve III. Selim
İlköğretim Okulu’nun sağında
bulunmaktadır. Belirtilen haritada bu
iki yapının yeri boş olarak
görülmektedir. (Harita üzerinde
1.İhsaniye Camii, 1.Küçük İhsaniye Camii, 3.Mekteb-i Kemalat, 4.Köprülü Konak,
5.III. Selim İlköğretim Okulu’nu göstermektedir.)
Harita 8 Mekteb-i Kemalat
Selimiye Sıbyan Mektebi’nden sonra Defterdar Mehmet Tahir Efendi’nin
1826/1242 tarihinde cami ile birlikte yaptırdığı sıbyan mektebi bulunmaktadır. Her iki
mektep de mahalle çocuklarının temel eğitimi ihtiyacına cevap vermektedir.
Paşakapısı mevkiinde Mülkiye Rüştiyesi ile Askeri Rüştiyesi yapıldığında tarih
1875/1292’i göstermektedir. Bugünkü anlamda ortaokul seviyesinde eğitim veren bu
okullardan Askeri Rüştiye’nin yaklaşık yirmi yıl sonra 1893/1309 Üsküdar İdadîsi
olduğu görülmektedir.235 Gerek İhsaniye Mahallesi’nin gerekse komşu mahallelerin
zamanla gelişmesine bağlı olarak farklı seviyede eğitim kurumları da ortaya çıkmıştır
denilebilir.
Selimiye Mahallesi’ne sağlık açısından bakıldığında kışla ile başlayan bir sağlık
çalışması olduğu görülmektedir. Kışla kapsamında Kavak İskelesi (Doğu) ve Harem
İskelesi (Batı) taraflarında iki hastane ile sonradan bir de hastalar mahalli yapıldığı
bilinmektedir. 1806 tarihinden önce cami ve hamam yakınlarında, bir tür sağlık ocağı
veya doktor muayenesi şeklinde düşünülebilecek bir “tabip dükkânı” bulunmaktadır.236
Cezar, “III. Selim dönemi belgelerinde askeri site yapıları arasında hastanenin de adı
234 Doğancılar Camii olarak da bilinen Çakırcıbaşı Hasan Paşa Cami, 1558/966 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami ile birlikte yaptırılan mektebin yeri ise bugünkü Kaymakamlık Binası’nın yeridir. (M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.904) 235 M. Nermi Haskan, a.g.e., C.2, s.936. 236 M. Gözde Ramazanoğlu, Osmanlı Yenileşme Hareketleri.., s.118, 208.
116
geçer. Hastane konusu Sultan II. Mahmud zamanındaki inşaatlarda da hatırlanmıştır.”
diyerek Haydarpaşa’daki askeri hastane öncesinde bölgede sağlı ünitelerinin varlığını
doğrulamaktadır.237
Sultan II. Mahmut (1808-1839) tarafından “Bu kışlanın mevki’ ve havası gayetle
güzel ve bağçeleri vasi’” denilerek Haydarpaşa Kışlası’nın hastaneye çevrilmesi,
bölgenin “eğitim ve sağlık kompleksi” haline gelmesini sağlayacak ilk adımdır. Sultan
Abdülmecit (1839-1861) döneminde ise; ahşap ve tek katlı olan yapı yıktırılarak
bugünkü bina yaptırılır.238 1870-1286’da “Umur-ı Sıhhiye Nizamnamesi”ne göre
Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenlerin, iki yıl süre ile istedikleri dalda ihtisas yapmaları ise
hastanenin eğitim yönüne de dikkat çekmektedir. 1985 Ekim’inde, Gülhane Askeri Tıp
Akademisi'ne bağlanarak “Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim
Hastanesi” ismini alan hastane, günümüzde de akademi öğrencilerinin staj yaptıkları,
tam teşekküllü askeri bir hastane olarak hizmet vermektedir.239
Sultan II. Abdülhamit’in (1876-1909) isteğiyle 1900-1/1318’de yapılan Mekteb-
i Tıbbiye-i Şahane, sadece Haydarpaşa’da değil Üsküdar’da fakülte düzeyinde yapılan
ilk eğitim kurumudur. “Tıpkı Selimiye Kışlası gibi büyük bir avlu çevresinde,
dikdörtgen planlı yapı; Selçuklu, Osmanlı ve hatta Hint mimarisi dahil pek çok mimari
üslubun özelliklerini çağrıştıran zengin bir fasad mimarisi sunmaktadır.”240
1933–1983 yılları arasındaki 50 yıllık süre boyunca “Haydarpaşa Lisesi” olarak
kullanılan Tıbbiye binası, 1983 yılında Marmara Üniversitesi’ne verilerek yeniden bir
üniversite bünyesine geçmiştir. Böylece, bir yüzyılı aşkın tarihin tanığı olan bina,
Mekteb-i Tıbbiye ve Haydarpaşa Tıp Fakültesi isimleri altında Türk tıbbına hizmet
verdikten sonra tekrar aynı işlevine kavuşmuş bulunmaktadır. Bu görkemli yapı tarihsel
kimliği ve mirası ile, bugün de Tıp Fakültesi de dahil olmak üzere halen Marmara
Üniversitesi’nin Haydarpaşa kampüsündeki eğitim kurumlarına ev sahipliği yapmayı
sürdürmektedir.
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin “seririyat pavyonları” olarak yaptırılan
Haydarpaşa Numune Hastanesi, mektebin Avrupa yakasına taşınmasından bir yıl sonra
bugünkü ismiyle hizmet vermeye başladı. Kışlası karşısında Sultan II. Abdülhamit
tarafından 1894/1311 yılında kışlanın süvari birliği atlarına veteriner yetiştirmek 237 Mustafa Cezar, a.g.e., s.479. 238Mehmed Raif, a.g.e., s. 33; NuranYıldırım, a.g.m., C.4, s.29; M. Nermi Haskan, a.g.e., C.3, s.1249 239 Bkz. Haydarpaşa Askeri Hastanesi. 240 Selçuk Mülayim, “19.Yüzyılda Üsküdar”, s.140.
117
amacıyla yaptırılan Baytar Mektebi de eklendiğinde bölge daha 1900’lerde “eğitim ve
sağlık kompleksi” halini almıştır.
5.1.5. Askeri Mimari
Osmanlı Devleti’nde ordu ve yönetimin batı örneğine göre yeniden
örgütlenmesi, işlevlerine uygun yeni binalar yapılmasını gerektirdiğinden, yeniçeri
ocağının kaldırılmasından sonra devri için çok yeni ve ileri sayılabilecek bir
mükemmellikte kışlalar yapılmaya başlanmıştır. Tarihi şehrin dışında yapılan bu
kışlaların en görkemlisi şüphesiz Selimiye Kışlası’dır.
Genelde eski hasbahçe, köşk, kasır ve sarayların arsaları üzerine onların yok
edilmesiyle inşa edilen Selimiye Kışlası’nın da içinde bulunduğu aynı dönemde yapılan
bütün kışlalar, üslup, malzeme ve alışılmamış boyutlarıyla İstanbul peyzajını tamamıyla
değiştirmişlerdir.241
Selimiye askeri sitesi; parlak geçmişe sahip bir imparatorluğun, yüzünü Batı’ya
çevirip çağdaşlaşmaya çalışırken, ordu konusunda geniş çaplı ve sağlam bir yapılanma
içinde olduğunu göstermektedir. Bu site, özellikle de ana kışla yapısı, yüzyılların
deneyiminden geçmiş Osmanlı yönetim geleneğinin, çağdaşlaşmak isterken orduyu yine
en büyük umut olarak gördüğünün, onu baş tacı ettiğinin en açık ifadesidir. Bu askeri
yapı ve siteler, plan ve cephe düzenlemeleriyle Osmanlı’nın büyük devlet imajını
sergileme gayreti içerisindedirler.242 Geçirdiği tamiratlarla bazı değişikliklere uğrasalar
da Osmanlı döneminden zamanımıza ulaşabilmiş pek çok eser, Selimiye sitesine küçük
bir kasaba görünümü kazandırmaktadır.243
Selimiye Kışlası, bölgeye askeri ve stratejik önem kazandırmaktadır.
Yapıldığı döneme kadar alışıla gelen külliye anlayışını yıkan kışla, kendisine bağlı
olarak yapılan birimler ve aynı adla kurulan mahalle ile birlikte yerleşim adına yeni bir
anlayış getirmektedir. Kışlanın varlığı neticesinde Üsküdar, yeni bir yerleşim alanına ve
farklı alanda hizmet veren yapılara kavuşmuştur.
5.1.6. Ulaşım
Karayolu, Osmanlı tarihinin önemli bir kısmında karayollarının inşa ve tamiri
askeri ihtiyaçlar dikkate alınarak yürütülmekteydi. Ticaret kervanları tarafından
241 Doğan Kuban, Kent ve Mimarlık…, s.33. 242 Mustafa Cezar, a.g.e., s.478; Kıymet Giray, a.g.m., C.6, s.337. 243 Mustafa Cezar, a.g.e., s. 478.
118
kullanılan bu yolların etrafı, kervansaray, derbend, tekke ve zaviyeler ile donatılarak yol
emniyeti de sağlanmış olmaktaydı. Hatta uygun yerlere bakım ve onarım için vergi
muafiyeti şartıyla köylüler yerleştirilerek yeni yerleşim alanları oluşturulmaktaydı.244
Anadolu ile Üsküdar-İstanbul arasındaki yollar, 19. yüzyılın sonlarında kendi
haline terk edildiğinden bozuktu. Eski sefer yolları ile iç kesimlerde yetiştirilen, üretilen
mallar kıyı kesimlere çok yavaş ve büyük zahmetlerle ulaştırılıyordu. 1860-70’li
yıllarda Anadolu’nun merkezi bir noktasından bir limana ulaşmak için yolların iyi
olduğu yaz aylarında bile yolculuk, 15-20 gün sürebiliyordu. Sert geçen kış aylarında
ise iletişim haftalarca kesiliyordu.245
Şehrin başlıca caddeleri toprak yollar halinde iken geçen yüzyılda Arnavut
kaldırımı denilen şekilde kaba taşlar ile döşenmiş olup pek yakın tarihlere gelinceye
kadar da sadece ana caddeler parke taş döşeli idi.
İstanbul, şehrin engebeli olmasından dolayı, tarihinin hiçbir devrinde muntazam
caddelere ve sokaklara sahip olmamıştır. Şehrin kaldırımların bakımı ve şekli hakkında
1593-94/1002’de kaldırımları bozanların ve üzerlerine pis su dökenlerin engellenmesi,
1594-95/1003’te ihtiyarların yürüyüşünü zorlaştırdığından, merdivenli yaya kaldırımı
yapılmaması ve 1699-1700/1111’de dükkân sahiplerinin önlerindeki yaya kaldırımlarını
tamire mecbur tutulmaları gibi çeşitli hükümler mevcuttur.246
Şehir içi ulaşımı açısından Üsküdar–Kadıköy arasında işleyen tramvay hattı
önemlidir. Üsküdar’dan hareket eden tramvay, Doğancılar, Tunusbağı Caddesi ve
Tıbbiye Caddesi’nden Kadıköy’e ulaşmaktadır.
Karayolu ile şehirlerarası ulaşımın sağlandığı mekânlardan ilk akla geleni hiç
şüphesiz Harem Otagarı’dır. Yıllarca Anadolu ile İstanbul, Asya ile Avrupa arasındaki
ulaşım buradan sağlanmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış müdahale ve pazarlıkların konusu olan
demiryolu inşaatı; iktisadi, mali ve siyasi nedenler dolayısıyla yabancı ülkelerin “ya ben
yaparım ya da hiç yapılmasın” politikaları neticesinde her yönden pahalıya mal
olmuştur.247
244 Abdullah Saydam, a.g.e., s.431. 245 Wolfgang Müller-Wiener, a.g.e., s.157. 246 Semavi Eyice, a.g.e., s.210. 247 Abdullah Saydam, a.g.e., s.438.
119
İlk defadır ki Yunan muharebesinde 1890’dan sonra gelen demiryolu zenginliği
ile ordumuz Anadolu buğdayı yiyerek savaşabilmiştir. Hiç şüphesiz ki bu gibi modern
ulaşım araçları bizim hayatımızda bir çağdaşlaşma sağlamıştır.248
Anadolu-Bağdat demiryolunun yapılmasıyla Üsküdar, transit ticaret merkezi
olma özelliğini Haydarpaşa İstasyonu’na bırakarak, Anadolu ticaret yolunun varış
noktası olmaktan çıkmıştır.249
Bununla birlikte köylünün ürettiği malı daha rahat ve süratli bir şekilde
pazarlayabilmesi, aldığı kazancın artmasına ve bu şekilde tarım sektöründe bir canlılık
yaşanmasına yol açmış olduğu da inkar edilemez. Öte yandan demiryolu hattının geçtiği
bölgelerde eski yerleşim birimleri hızla büyürken, bunlara yeni yerleşim yerleri de ilave
olundu. Bu vesile ile yeni fikirler daha hızlı yayıldı.250
Ulaşım yapıları arasında bölgede yapılan iskelelerden de bahsetmek
gerekmektedir. Bugünkü haliyle Haydarpaşa İskelesi dışında kalan iskelelerin mimari
özellikleri hakkında herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır. İhsaniye ve Harem
iskeleleri daha çok ulaşım için kullanılırken Kavak İskelesi ticaret ve Haydarpaşa
İskelesi hem ulaşım hem de ticaret için kullanılmıştır. İhsaniye veya diğer adıyla
Üsküdar Sarayı İskelesi, Üsküdar Sarayı da denen Hatice Sultan Sarayı’nın hemen
altında idi. Bu saraya ve sonrasında kurulan İhsaniye Mahallesi’ne ulaşımı sağlıyordu.
Harem İskelesi, Topkapı Sarayı’ndaki harem ehlinin Üsküdar Sarayı’na geçerken
kullandıkları iskele idi. Özellikle Kırım Savaşı yıllarında Selimiye Kışlası’nda kalan
İngiliz askerler tarafından kullanılmıştır. Kavak İskelesi, kavak (gümrük) bölgesinde
bulunmakta ve ismini de buradan almaktadır. Bugün liman sınırları içerisinde kalan
iskelenin yüzyıl başlarında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocaları tarafından kullanıldığı
bilinmektedir. Haydarpaşa İskelesi, bölge içerisindeki iskelelerin en eskisi olmasına
rağmen yer değişikliklerine rağmen mimari özelliğinden bahsedebildiğimiz tek
iskeledir. Vaktiyle orduların, sure-i hümayun ve halkın İstanbul’la ulaşımını sağlayan
iskele, bugün de Haydarpaşa Garı önünde hizmete devam etmektedir.
Deniz taşımacılığı açısından önemli bir noktada bulunan İstanbul, yabancı
ülkelerin modern filolarına karşılık bunlarla rekabet edemeyecek ölçüde küçük çapta
gemicilikle uğraşmaktaydı. Limanlar da çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir
248 İlber Ortaylı, a.g.e., s.82. 249 Deniz Mazlum, “Üsküdar”, Dünden Bugüne…, C.7, s.345. 250 Abdullah Saydam, a.g.e., s.439.
120
durumda değildi. Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren ticaretin genişlemesi, yabancı
tüccarların liman şehirlerinde temsilcilikler açmasıyla gelen talepler, demiryolları
sayesinde iç bölgelerden limanlara gelen malların yoğunluğu ve bunların hızla gemilere
aktarılma mecburiyeti liman ve rıhtım yapma fikrini gündeme getirdi.251 Haydarpaşa
Garı ile birlikte Limanı da yapılmış oldu.
Harem-Haydarpaşa sahil şeridinde üç ulaşım tesisinin yan yana dizildiği
görülmektedir. Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa Limanı ve Harem Otagarı; bölgenin
Üsküdar ve İstanbul için ne kadar önemli olduğunun açık birer ifadesidir.
5.2. KOMŞU YERLEŞMELER
İstanbul’un topografyasındaki büyük değişikliklere, vadilerin yükselmesine, kıyı
girintilerinin dolmasına, şehirde 100-150 yılda bir meydana gelen büyük depremler yol
açmıştır. Bunların yıkıntıları olduğu gibi yerinde bırakılarak üzerlerine yeni binalar
yapılmıştır. İstanbul’un ikinci büyük felaketi tarih boyunca sık sık karşılaşılan büyük
yangınları olmuştur. İstanbul’un topografyasında büyük değişikliklere XIX. yy.’ın
ikinci yarısından itibaren bazı caddelerin açılması ve genişletilmesi de sebep
olmuştur.252
İstanbul’un üçüncü büyük bölgesini teşkil eden Anadolu yakasındaki Üsküdar
ise topografya bakımından zaman içinde pek fazla değişikliğe uğramamış görünüyor.
İstanbul’un fethinden önce Türk idaresine geçmiş olan bu bölgede geniş bir yeşil kuşak
teşkil eden Karacaahmet Mezarlığı ile deniz arasında kalan sahada, arazinin uğradığı en
büyük değişiklik, Ankara yolunun başlangıcı olan yolun, arazinin görünümünü
değiştirecek şekilde bazı yerlerde doldurulması bazı yerlerde oyulması suretiyle
açılmasıdır. İkinci bir değişiklik ise burada evvelce kıyıya dik yamaçlar halinde inen
Salacak kıyılarının çok yakın tarihlerde önlerinin doldurulması suretiyle
topografyasının bütünüyle değiştirilmesidir.253
Şehrin sokak dokusu esasında Bizans devrindekini sürdürmekle beraber binalar
yeni zevke göre ve sanat akımlarına göre yapılmıştı. Ancak fetihten sonra ilk büyük
deprem olan ve halkın “kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) dediği günlerce süren çok
şiddetli depremde (1509) kagir evlerin yıkılmasının büyük insan zayiatına yol açması
251 Abdullah Saydam, a.g.e., s.434. 252 Semavi Eyice, a.g.e., s.15. 253 Semavi Eyice, a.g.e., s.17.
121
yüzünden şehrin ev mimarisi ahşaba dönüşmüştür. Bu da yangınların artmasına ve bir
defa başladığında günlerce sürerek çok geniş alanları yok etmesine yol açmıştır.254
Bu yangınlar halk arasında yaygın olan bir sözün ne derece doğru olduğunu da
açıkça göstermektedir: “İstanbul’un bu yangınları olmasa evlerinin eşikleri altından
olurdu.” Denmiştir. Böylece İstanbul’u zaman zaman tahrip eden yangınların ne kadar
büyük maddi zararlar verdiği de belirtilmiştir.255
16. yüzyılda ekonomik refah, şehre yerleşmeyi, şehirleşmeyi ve şehirlileşmeyi
mümkün kılmış, yükselen uygarlığın göz kamaştıran başarıları, İstanbul başta olmak
üzere şehirlerde yoğunlaşmıştır. Eskiçağ’da Atina ve Roma neyse 16. yüzyılda İstanbul
da odur. Osmanlı kültürünü özetleyen en güçlü eserler burada yaratılmakta;
mühendislik, müzik, mimarlık, nakkaşlık ve edebiyatın genel teması toplumun
yaşantısını ve imparatorluğun ruh halini ifade etmektedir. Bu ortamda çiçek açan
sanatlar ve zenaatlar, dönemin zihniyet ve mantığından doğarken en iyi örnekleri üreten
(numuneleri irtisal eden) payitaht, moda ve üslup belirleyici bir rol üstlenmektedir.256
İstanbul’un Türk ve Müslüman Ahalisi için 19. yüzyıl, yalnız Kırım Harbi ve 93
Harbi değil; yangın, deprem ve kör kazmanın da pekiştirdiği, yoksunluk, eziklik ve
manevi güçsüzlük dönemidir. Bu durum kuşkusuz yönetim ve toplumsal kesimlerin
yılgınlığı ile de bağlantılıdır. Sinsi çekişmeler, azınlıkların yükselen umutları, suikast ve
hal’ olayları, ölümcül veremin kol gezdiği evler, zayıflar için insan öğüten kocaman
makineye dönüşmüş bir kent, tuhaf kıyafetler içinde eğlenceye kaçış.257
5.2.1. Üsküdar
Anadolu yakasında İstanbul’un en önemli ilçelerinden biridir. Kuzeyde Beykoz,
doğuda Ümraniye, güneyde Kadıköy ve Ataşehir ve batıda İstanbul Boğazı ile
çevrilidir.
254 Semavi Eyice, a.g.e., s.67. 255 Semavi Eyice, a.g.e., s.71. 256 Selçuk Mülayim, Ters Lale, s.113. 257 Selçuk Mülayim, “XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbulu”, s.95.
122
Harita 9 Üsküdar'ın Konumu. http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C.
Üsküdar isminin nereden geldiği ile ilgili tartışmalar bir tarafa bırakıldığında; MÖ. 7.
yüzyılda kurulan Halkedon (Kadıköy)’un iskele ve tersanelerinin bulunduğu yer olan
Üsküdar; MÖ. 508’de Pers Kralı Darius’un egemenliğine girmiş, MÖ. 410’da Atinalı
Alkibiades’in yapılan deniz savaşından zaferle ayrılması sonucu el değiştirmiştir. Bu
dönemde kent çevresi sur ile çevrilmiş ve Boğaz’dan geçen gemilerden taşıdıkları
malların değeri oranında geçiş ücreti alınmıştır.258
İstanbul’u fethetme amacıyla karadan ve denizden gelen Müslüman askerlerin
(örn.782’de Harun Reşid) ilk hedefi ve karargahı olan Üsküdar, pek çok ihtilal
girişiminin de (örn. 963’te Nikeforos Fokas) başlangıç noktası olmuştur.2591071’de
Anadolu’ya giren, ağır ama emin adımlarla İstanbul’a doğru ilerleyen Türklerden
Üsküdar’a ayak basmak ve Üsküdar’dan İstanbul’u seyretmek ilk olarak 1080–81
yıllarında Kutalmışoğlu Süleyman Bey’e nasip olmuştur.260
Fetihten önce Bizansla ilişi tamamen kesilen Üsküdar, bir Türk yerleşim yeri
olmasına rağmen bu döneme ait ne yazılı bir kaynak ne de Türk yerleşiminin kalıntısı
sayılabilecek bir iz bulunmaktadır.261
258 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 259 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 260 Semiha Ayverdi, a.g.e., s.380. 261 Semavi Eyice, “Fetihten Önce Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu I, İstanbul 2004, C.1, s.19.
123
Orhan Gazi ile Osmanlılar, 1352’de fethettikleri ilk yer olan Üsküdar’a
Müslüman halkı yerleştirmeye başladı. I. Bayezid (1389-1402) döneminde Türklerin
egemenliğinde bulunan Üsküdar’da Müslüman halkın davalarına bakması için bir kadı
görevlendirildi. Üsküdar, Ankara Savaşı (1402) sonrası elden çıksa da Sultan I. Mehmet
(1413-1421) tarafından tekrar Osmanlı topraklarına katıldı.262
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet (1451-1481), Üsküdar’dan
kaçan Rumların yerine Anadolu’dan getirdiği Türkleri yerleştirdi. Galata ve Haslar ile
birlikte “Bilad-ı Selase” adı verilen üç kadılıktan biri olan Üsküdar, 16. yüzyılda şehrin
en önemli semtlerinden biri haline geldi. Birkaç yeni mahalle açılırken pek çok eser
bırakıldı.
Üsküdar, 16. ve17. yüzyıllarda uluslararası bir nitelik taşıyan ticaret kentidir.
Osmanlı tarihi boyunca Doğu ticaretinin kapısı olan Üsküdar, Asya ve Avrupa’dan
gelen tüccarların buluşma yeridir. Haydarpaşa, Anadolu yakasının limanı olmadan önce;
Anadolu’ya, Suriye, Irak, İran ve Mısır’a gidecek ordu, kervan ve surre alaylarının
hareket ve vusul noktasıdır. 263 Yine bu yıllarda Üsküdar; saraylar, camiler, imaretler,
tekkeler, bağ ve bahçeler kentidir.264
Evliya Çelebi, 17. yüzyıl Üsküdar’ında halkın birkaç farklı gruptan meydana
geldiğini; 70 Müslüman, 11 Rum ve Ermeni, 1 Yahudi mahallesinin bulunduğunu ve
hiç Frenk yaşamadığını kaydetmektedir. 265 Bu yapı, İstanbul’daki diğer bölgelerin
aksine Üsküdar’ın etnik ve kültürel homojen bir karakter kazanmasını sağladı.
Üsküdar’ın bir başka farklılığı da Tanzimat sonrası yaşanılan Avrupai değişimin
sosyal hayatta bizzat Avrupalı temsilcileriyle ilk örneklendiği birkaç mekândan biri
olmasıdır. Kırım Savaşı yıllarında Selimiye Kışlası’nın bir bölümü hastaneye
çevrilirken yanındaki Haydarpaşa Hastanesi de İngilizlere tahsis edildi. Yine aynı yerde
bir mezarlık yeri ayrılmıştı. Subayların oturması için bazı aileler evlerinden bile
çıkartılmışlardı. Üsküdar’daki büyük zahire ambarlarından bazıları tamir edilerek
İngilizlerin kullanımına verildi. Kışla yakınında meyhane açılmasına izin verildi.
Üsküdar ve İstanbul halkı ilk defa sigara ile bu sırada tanıştı. Daha önce çubuk
kullanılıyordu. Üsküdar’ın sembolü olan Katibim türküsünün notaları da bu günlerin
262 Semavi Eyice, a.g.e., s.65; Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.344. 263 Semiha Ayverdi, a.g.e., s.380; Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.343. 264 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (Çev., Mehmet Ali Kılıçbay, Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990, C.1, s.79. 265 Evliya Çelebi, a.g.e., s.472.
124
bakiyesidir. İstanbul Şehremaneti içerisinde Üsküdar belediyesi de yeni hüviyetine ilk
defa 1855’te kavuşmuştur. İstanbul tabiatıyla Üsküdar, telgrafla ilk defa bu sırada
tanıştı. Üsküdar’da ilk postane açıldı. Varna üzerinden Balıkova, Kırım’a kadar çekilen
ilk hattın mesajı da “müttefik orduları Sivastopol’e girmişlerdir” şeklinde oldu. 266
Üsküdar, yüzyıllar boyunca imparatorluk payitahtının Anadolu’ya, Ortadoğu’ya
ve Uzakdoğu’ya açılan bir kapısı olmuştur. Bu vasfından dolayı Osmanlı Saray Teşrifatı
içerisinde, Surre-i Humâyûn, Elçi Kabulü ve Biniş-i Humâyûn gibi törenlerde mekân
açısından özel bir konuma sahip olmuş ve bu konumunu yüzyıllarca korumuştur.267
Anadolu-Bağdat demiryolunun yapılmasıyla transit ticaret merkezi olma
özelliğini Haydarpaşa İstasyonu’na bırakan Üsküdar, Anadolu ticaret yolunun varış
noktası olmaktan çıkmıştır.268 Fakat Harem Otagarı, karayolu ile Anadoluya ulaşımın
en önemli başlangıç ve bitiş noktasıdır.
Araştırmamızın konusu olan Harem Semti’nin komşuları Salacak, Doğancılar
Meydanı ve Karacaahmet Mezarlığı’ndan da kısaca bahsetmek gerekmektedir.
Salacak, Üsküdar ile Harem arasında Kız Kulesi’nin hemen karşısında yer
almaktadır. Gerek Bizans ve gerekse Osmanlı dönemlerinde manastır, ayazma ve
saraylar semti olan Salacak, Cumhuriyet Dönemi’nde özellikle 1890’lardan sonra
konumu ve manzarası sebebiyle rağbet edilen bir konut bölgesi haline gelmiştir.
İstanbul’un fethedilmesinden hemen sonra ilk Mescidin (Fatih Salacak Mescidi) burada
yapıldığı bilinmektedir.269 Evliya Çelebi’nin “Bunda dahi cümle dilberân mah-i
temmuzda deryada çimerler.”270 dediği Salacak sahillerinin yakınlara kadar plaj olarak
kullanıldığı bilinmektedir.
İhsaniye Mahallesi’ne komşu olan Doğancılar, Üsküdar-Kadıköy yolu
üzerindedir. Adını padişahların av kuşlarını yetiştiren ve av eğlencelerinde hizmet veren
Doğancılar Bölüğü’nden alan semt, eski yerleşim yerlerinden biridir. Sultan III. Mustafa
döneminde ferman ve mektupların hızlı bir şekilde ulaştırılmasını sağlayan piyade ve
ulaklar için önemli bir konaklama yeriydi. 1890 yıllarına kadar pazar yeri olan
266 Azmi Özcan, “Kırım Savaşında Üsküdar ve İngiliz Askerleri”, Üsküdar Sempozyumu I, C.1, s.108-110. 267 Dündar Ali Kılıç, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a Yansıması”, Üsküdar Sempozyumu I, C.1, s.95. 268 Deniz Mazlum, a.g.m., C.7, s.345 269 “Salacak”, Dünden Bugüne.., C.6, s.421-22. 270 Evliya Çelebi, a.g.e., s.477.
125
Doğancılar Meydanı, 1909’da parka dönüştürülmüştür.271 Üsküdar Kaymakamlığı,
Doğancılar Cami ve Müsahipzade Celal Sahnesi park çevresinde bulunan önemli
yapılardan birkaçıdır.
İçerisinden geçen yollarla birlikte yaklaşık 750 dönümlük bir alanı kaplayan
Karacaahmet Mezarlığı’nın tarihi Üsküdar’ın 1352 yılında fethedilmesine kadar
gitmektedir. 1698-99/1110 yılından itibaren Karacaahmet Mezarlığı olarak anılmaya
başlayan mezarlığın bir diğer ismi de Üsküdar Mekabir-i Müslimin’dir. Üsküdar, Asya
kıtasının bir uzantısı olduğu için peygamber toprağı olarak vasıflandırılmış ve Türkler
tarafından buraya gömülmeyi vasiyet edecek kadar rağbet görmüştür. En eski mezar taşı
1521 tarihiyle hattat Şeyh Hamdullah’a aittir.272 Dürri Mehmet Efendi, Mehmed
Süreyya, Hoca Ali Rıza, İ. Hakkı Konyalı, Burhan Felek ve Mehmet Nermi Haskan;
Karacahmet Mezarlığı’nda medfun olan ünlülerden sadece bir kaçıdır.
Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre Üsküdar’ın nüfusu 287.012 erkek,
295.654 kadın olmak üzere toplam 582.666 kişidir.273
5.2.2. Kadıköy
İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan Kadıköy, doğuda Ataşehir,
güneydoğuda Maltepe, güneyde Marmara Denizi, batıda Marmara Denizi ve İstanbul
Boğazı ve kuzeyde Üsküdar ile çevrilidir (Harita 8 ).
Marmara Bölgesi’nde tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik köy yaşantısı ilk
olarak M.Ö. 5500 yıllarında Kadıköy yakınlarındaki “Fikirtepe Kültürü” ile
başlamaktadır. Tarih öncesi insanlarının akarsuların geri kısımlarında yerleşmeyi tercih
ettiklerini Fikirtepe buluntusu da desteklemektedir. Bu bölgede daha eski dönemlerden
beri var olan avcı-balıkçı toplulukların, Orta Anadolu’daki çiftçi kültürlerin etkisi ile
Marmara Bölgesi’ne özgü av ve balıkçılık geleneğini, tarım ve hayvancılıkla birleştiren
yeni bir kültür geliştirdikleri anlaşılmaktadır. Oldukça uzun süren Fikirtepe kültürünün
önemi, besin üretimine dayalı yaşamın, tarım, hayvancılık ve çanak çömlek yapımı gibi
öğelerin kıtalar arası aktarımını belgelemesinden kaynaklanmaktadır. Bir başka tarih
271 Ayşe Hür, “Doğancılar Meydanı”, Dünden Bugüne.., C.3, s.80. 272 H. Necdet İşli, “Karacaahmet Mezarlığı”, Dünden Bugüne.., C.4, s.444-447. 273http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=belediye.RDF&p_il1=34&p_ilce1=426&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv 03.08.2008.
126
öncesi yerleşim yeri de Anadolu yakasında Pendik’te demiryolu kenarında bir yerde
bulunmuştur.274
Harita 10 Kadıköy'ün Konumu. http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C.
M.Ö. 1000 yıllarına gelindiğinde Fenikeliler tarafından Fikirtepe’de Harhadon
isimli bir ticaret kolonisi kurulduğu görülmektedir. M.Ö. 680 yılında Trakya’dan gelen
kolonizatörlerin oluşturduğu yeni yerleşim alanı Halkedon, Fikirtepe’nin tam karşısında
yer almaktadır. Yeni bir yurt aramak üzere Yunanistan Megara’dan ayrılan göçmenlerin
Sarayburnu’na yerleşmeleriyle Halkedon önemini yitirmeye başlamaktadır. Delphoi
kahinleri, Megaralılara yeni yurtlarını ‘körlerin karşısında’ kurmalarını tavsiye
ettiklerinden bu göçmenler kendilerinden kısa sürece önce kurulan Halkedon halkını
körlükle itham etmişlerdir. Zira Byzantion’un yerinin üstünlüklerini görememişlerdir.275
M.Ö. 74 yılında Roma hakimiyetine geçen Halkedon, Bizantion kadar ilgi
görmemektedir. Sürekli değer kaybeden bir yerleşim konumundadır. 17 Eylül 324’te ise
Üsküdar ile Kadıköy arasında yapılan kara ve deniz savaşlarından zaferle ayrılan
Constantinus’un başkenti Bizantion’a taşımasıyla Halkedon çöküş devresine
girmektedir. 608 yılında Sasaniler tarafından başlayan saldırıların farklı etnik gruplar
tarafından 14. yüzyıla kadar devam ettiği görülmektedir. 1352-1353 yıllarına
gelindiğinde Halkedon artık Osmanlı hakimiyetindedir. İstanbul’un fethinden sonra
274 Semavi Eyice, a.g.e., s.19. 275 Semavi Eyice, a.g.e., s.21; M.Rıfat Akbulut, “Kadıköy”, Dünden Bugüne…, C.4, s.329-330.
127
Sultan II. Mehmet’in Halkedon’u ilk İstanbul kadısı Hızır Bey’e vermesiyle isminin de
değişerek ‘Kadıköy’ olduğu bir rivayet olarak zikredilmektedir.276
Evliya Çelebi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra İstanbul
tekfurunun Kadıköy’de bulunan kalesini yıktırarak şehri darüssaade ağalarına
bağışladığını belirtmektedir. Bu dönemde Kadıköy’de yedi Rum ve bir Müslüman
mahallesi, 800 hane ve 600 bağ bulunmaktadır. Çarşıda ise Darüssaade Ağası Osman
Ağa’ya ait bir cami, bir hamam ve 100 adet dükkân yer almaktadır.277
Kadıköy, Roma ve Bizans dönemlerinde olduğu gibi Osmanlı döneminde de
hem önemli bir tarımsal üretim alanı hem de üst düzey yöneticilerin ilgi gösterdiği
gözde bir yazlık ve mesire yeridir. Özellikle Lale devri boyunca Kadıköy ve çevresinin
mesire yeri olarak öneminin arttığı görülmektedir.
18. yüzyıla kadar Türklerin ve Rumların yaşadığı bir semt olan Kadıköy, artık
Ermeniler için de bir yerleşim alanıdır. Fakat bölgede düzenli ve kararlı bir gelişme
ancak 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Bu dönemi Kadıköy için önemli kılan
olaylardan biri 250 kadar yapıyı kül eden yangındır. 1856 veya 1860 yıllarında olduğu
ile ilgili farklı tarihler verilen bu yangın sonrası modern bir kent kurma girişimleri
dikkat çekmektedir. 1857’de başlayan vapur seferleri ile 1873’te hizmete giren
Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattı gibi ulaşım alanındaki yenilikler ise bölgenin
gelişmesinin diğer ayağını oluşturmaktadır. 19. yüzyılın ortalarında 4 olan mahalle
sayısı, 1860’da 7’dir. 1911/1329 yılında Kadıköy’de 12 mahalle, 7822 hane ve 1838
dükkân bulunmaktadır. 18557’si erkek, 17084’ü kadın olmak üzere toplam 35641 kişi
yaşamaktadır.278 Bugünkü mahalle sayısı ise 28’dir.
Cumhuriyet öncesinde yaşanan gelişmelerle İstanbul’un önemli semtlerinden
biri haline gelen Kadıköy, 23 Mart 1930’da ilçe oldu. 1928 yılında Üsküdar-Kısıklı
arasında başlayan tramvay seferleri, zamanla açılan Üsküdar-Haydarpaşa, Haydarpaşa-
Altıyol-Kadıköy gibi hatlarla 1967 yılına kadar genişleyerek devam etmiştir. 1947’den
itibaren tramvaylar, daha etkin ulaşım hizmeti sunulması amacıyla otobüslerle
desteklenmektedir. 1950 yılında Kadıköy’de bir yandan var olan yeni yollar
genişletilirken bir yandan da yeni yollar açılmaktadır.
276 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.4, s.330. 277 Evliya Çelebi, a.g.e., s.470. 278 Celal Esat Arseven, Kadıköy Hakkında Tahkikat-ı Belediye, Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul 1911, s.35.
128
Yakına kadar önemli üretim merkezlerinden biri olan Kadıköy, bugün daha
ziyade ticaret ve hizmet sektörleriyle öne çıkmaktadır. Ulaşım, turizm, finans ve
avukatlık, mimarlık, mühendislik gibi kişisel hizmetler alanında yoğunluk
görülmektedir. Denizden uzaklaşıldıkça farklılık göze çarpsa da genelde Kadıköy’de
orta ve üst gelir gruplarının ikamet ettiği görülmektedir.279
Bugün kırsal nüfusu olmayan Kadıköy’de adrese dayalı nüfus kayıt sistemine
göre 351.342’si erkek, 393.328’i kadın olmak üzere toplam 744.670 kişi
yaşamaktadır.280
279 M.Rıfat Akbulut, a.g.m., C.4, s.332-38. 280http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=turkiye_ilce_koy_sehir.RDF&p_il1=34&p_ilce1=416&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv 03.08.2008.
129
6. SONUÇ Üsküdar Harem Semti, her ne kadar Bizans döneminde saray yapılarak
kullanılsa da asıl hareketliliğini Kanuni Sultan Süleyman’ın 1551 yılında Üsküdar
Sarayı’nı yaptırmasıyla kazanır. Konumuzu oluşturan bölgenin “Harem” olarak
isimlendirilmesi de bu saraylardan kaynaklanmaktadır.
Tarihi kaynaklar ile yerli ve yabancı seyyahların eserlerinde nadiren yer alan
bölge; Haydarpaşa ve Salacak arasında gizemli bir kutu gibi kalmıştır. Son dönemlerde
yapılan çalışmalar ise bölgedeki eserleri ansiklopedik bir tarzda incelemektedir.
Üsküdar Sarayı’nın yapılmasından zamanla terk edilip yıkılmasına kadar geçen
yaklaşık 250 yıllık bir dönemden günümüze kalan eserler sayılacak kadar azdır.
19.yüzyıldan önce saray çevresinde yapılan dört adet Mescidten sonuncusu 1959 yılında
yıktırılmıştır. Bu dönemden günümüze iki cami, bir namazgâh, bir türbe ve biri
namazgâh çeşmesi olmak üzere toplam üç adet çeşme ancak gelebilmiştir.
Sultan III. Osman (1754-57) döneminde Hatice Sultan Sarayı yıktırılarak yerine
kurulan mahalle İhsaniye adını almıştır. İhsaniye Mahallesi bölgedeki geniş çaplı ilk
şehirleşme hamlesi olarak dikkat çekmektedir. Mahalle ile birlikte yapılan bir cami ve
bir Mescid, geçirdikleri tamiratlarla günümüze ulaşmayı başarmışlardır.
Kanuni Sultan Selim ile başlayıp iki asırdan uzun bir süre devam eden saray ve
kasır gibi yapıların yerini, 19. yüzyılda kışla merkezli ve çeşitli bir yapılaşma almıştır.
Yüzyıl başlarında yapılan Selimiye Kışlası ve Selimiye Camii; sadece harem bölgesinin
değil Üsküdar, İstanbul hatta Türkiye’nin önemli yapıları arasında yer almaktadır.
Askerlerin ihtiyaçlarını giderebilmesi için cami ile birlikte yapılan hamam, aynı
dönemde yapılan eserlere kıyasla çok kötü bir durumdadır. 19.yüzyılda yapılan on dört
adet çeşmeden üçü hariç tamamı günümüzde varlıklarını sürdürmektedirler.
Gerekli izinlerin alınmasıyla 1727’de kurulan matbaa, uzun yıllar yer sıkıntısı
çektiğinden farklı yerlerde hizmet vermiştir. Hizmet verdiği yerlerden biri de Harem
bölgesidir. Sultan III. Selim döneminde matbaanın Selimiye Kışlası’nın hemen yanına
getirilmesi yenileşme hareketi içerisinde bölgeye verilen önemi göstermektedir. Fakat
burada da çeşitli sebeplerden dolayı istenileni veremeyen matbaa, tekrar Avrupa
yakasına taşınmıştır.
130
Sultan III. Selim başlattığı bölgedeki yapılaşmaya bakıldığında klasik manada
külliye anlayışının değiştiği de görülmektedir. Önceleri külliyenin merkezini bir cami
oluştururken Selimiye’de kışla merkezdedir. Yeni bir mahallenin kurulması
planlandığından caminin kışla sınırları dışına yapılması dikkat çekmektedir. Caminin
hem kışla mensuplarına hem de mahalle sakinlerine hizmet vermesi düşünülmüştür.
Saray bahçesi sınırları içerisinde kalan bu geniş alanda yerleşimin olmadığı tek
yer Haydarpaşa’dır. Bugün de eğitim, sağlık ve ulaşım kompleksi gibidir. Mekteb-i
Tıbbiye-i Şahane, Haydarpaşa Askeri Hastanesi, Haydarpaşa Numune Hastanesi,
Haydarpaşa Garı ve Limanı bölgedeki önemli eğitim, sağlık ve ulaşım yapılarıdır.
Has bahçe içerisinde başta Üsküdar Sarayı olmak üzere pek çok kasır, köşk ve
konak yapıldığı bilinmektedir. Ahşap malzeme kullanılarak yapıldıkları için günümüze
kadar gelememişlerdir. Evler için de aynı şey söz konusudur.
İhsaniye ve Selimiye mahalleleri kurulurken halkın ihtiyaçlarına cevap
verebilecek dükkânların da yapıldığı dikkat çekmektedir. Selimiye’de kumaş tezgâhları
gibi üretim yapan dükkânlar da bulunmaktadır.
Bölgede yapılan Mescid ve camilerin bir kısmının sur içindeki camilere bağlı
olduklarını görmekteyiz. Kavak Sarayı Mescidi Sultan Ahmet Camii’ne, İhsaniye ve
Küçük İhsaniye camileri Nuruosmaniye Camii’ne ve Harap Mescid Ayasofya Camii’ne
bağlıdır. Görevliler ve görevli maaşları bağlı oldukları cami ve cami vakıflarından
karşılanmıştır.
Üsküdar-Harem arasına yol yapılarak ulaşımın sağlanması, otogar ve iskelenin
denizin doldurulmasıyla yapılması, Ankara Asfaltı’nın yapımı topografyadaki önemli
değişiklikler arasındadır.
Çeşme ve namazgâhların son yıllarda Üsküdar Belediyesi tarafından tamir
ediliyor olması sevindirici bir gelişmedir. Fakat sakıncaları dikkate alınarak çeşmelerin
susuz bırakılması, çeşme ayna taşlarının kendini bilmezler tarafından yazı tahtası gibi
kullanılması da bir o kadar üzücüdür.
131
7.EKLER
7.1. KİTABELER
Kitabe 1: Harap Mescid Kitabesi
Sâhibu’l-hayr mu’alla rütbe İbrahim Ağa
Hars-ı Darü’saâde ol keremkâr-ı güzîn
Bu ibadetgâhı bünyad eyledi Allah içün
Es-salâ vaktinde gelsünler salâvate ehl-i dîn
Hâtif-i kudsî didi Cevrî anın tarihini
Mescid-i vâlâ zihi darü’s-sevab-ı abidîn
1049 (1639-40)
Kitabe 2: İhsaniye Camii Kitabesi
Hazreti Sultan deryadil rüsûm-ı Osmaniyân
Kıldı çün teşrif baht-ı taht-ı Osmaniyye’yi
Kıbleye itdi teveccüh arz-ı Kudse ibtida
Eyledi izhar bu esrar-ı insaniyyeyi
Yapdı bir nev belde-i ma’mur ihsan eyleyüb
Kalbi oldu reşha-paş asâr-ı Rabbaniyye’yi
Bir eserdir ta kıyamet hayr-ı cari bunda kim
Hiç kapatmaz defter-i amâl-i Rahmaniyye’yi
Oldu cem’iyyet dekakin ile gûnagûn renk
Kıldı cümle gıbta kâr-esvâk mercaniyyeyi
Hakk-teâlâ zâhir ve bâtında ma’mur eylesin
Ağdırır bu hayrı heb şahan-ı Osmaniyye’yi
Resm-i Osmanî ile tarih yazdı kilk-i dil
132
Hak için Sultan Osman yapdı İhsaniyye’yi
1169 (1755)
Kitabe 3: İhsaniye Camii Cümle Kapısı Üzerindeki Kitabe
“Kılub Sultan Osman Han-ı salis ibtida inşa
Bu cami oldu bir hayli zaman yahu ibadetgâh
Tamamiyle olub on yıl mukaddem muhterik nâgâh
Cema’ati gezerdi arayub her su ibadetgâh
Bu kerre akçeler sarŞyle evkâf-ı Hümâyundan
Mücedded kârgir inşâ olundu şu ibadetgâh
Senih ihyasına tekbir ile tarih ider inşâd
Metin oldu yine âlâ yapıldı bu ibadetgâh”
1287
Kitabe 4: Küçük İhsaniye Camii Kitabesi
“Sâhibu’l-hayrat Osman Han’ın âsârı olub
Yapdı İhsaniye namıyla mahallat-ı cedid
Mescid ile cami’ye bi’r-i mahsus yapdılar
Fî-sebîlillâh câri mai lezzat birr-yer
Çün mürûr-ı zaman ile tamire muhtaç olmağın
Bildi Sultan Mustafa Han itdi ihya-i cedid
Bu mahalde sâhibu’l-hayre du’a tarihidir
Cami’in tamiri oldu cümleye ihsan-ı Mescid”
1179
Kitabe 5: Tazıcılar Ocağı Sultan Abdülmecit Han (1839-61) Dönemi Tamir
Kitabesi
Semenderân-ı himmet-i nusret olsun ömr-i sermedle
Cihânın şâhı Han Abdülmecîd ma’delet-pîrâ
133
Suriydi esb-i tazı-i sahasın hâtime elbet
Olub ahurına sâyis iderdi çuldan istignâ
Na’l-ber dizgin itdirüb bu esb-i tünd-gerdûne
Hârûnlukdan anide kurtarub râm eyledi hâlâ
Bu nev-ahûrı inşâ itdi fermân-ı Hümâyûnı
Süvârî-i hassa-i şâhânesi esbanına vâlâ
Mahallinde yapıldı hem becaya hem dil-fezâ oldu
Bu müstahkem bina bu şekl-i dilkeş tarz-ı müstesnâ
Bu târîhi Lebibâ askeriye eyledim müjde
Bu ıstabl-i metîni yapdı Şah Abdülmecîd ala
1259
Kitabe 6: Tazıcılar Ocağı’nda Sultan II. Abdülhamit’in 1891-92/1309’da
Yaptırdığı Tamir Kitabesi
Bu ıstablı zemân-ı şevketinde eyledi te’sîs
Harâb olmuşdu tecdid itdi Hakan-ı kerem mu’tad
Anane-tab-feza-yı feyz-i rahmet-hane-i Cennet
Mukaddes valid Sultan Hamid Padişah-ı ecdâd
Temâşâ eyleyüb tarihini yazdı kulu Muhtar
Bu ıstablı Hamid Han eyledi i’mar ü esb-âbâd
1309
Kitabe 7: Musahip Ali Ağa Çeşmesi inşa Kitabesi:
“Barekallah ol Âli Ağa müsahib-i haznedar
Bu makama etti hayrat ehl-i atşan zevkine
Selsebilin aynıdır güya ki yapdırmış heman
Çeşme-i âb-ı zülali teşne diller şevkine
Kerbela cengin anub Hâtif dedi ançün tarih
134
Daima suyun içen içsun İmameyn aşkına”
1064
Kitabe 8: Musahip Ali Ağa Çeşmesi Tamir Kitabesi:
“Melek-siyret şehinşah-ı güzîn Abdülmecid Han
Hayat-ı Lutfu ile kıldı sirab-ı ka’inat
Harem-i saray-ı pâkinden bu aynı kıldı ta’mir
İbaret şem’-i Nur’un mâ-i Zemzem’den sıfat
Nazifâ tarihin gördükde Şat çekdi ayağın
Yed-i pakiyle buldı şem’-i Nur mâ-i hayatı”
1262 (1846)
Kitabe 9: Hafız İsa Ağa Çeşmeleri Kitabesi
Hâliyâ Darü’s-saâde Ağası
Namı Hafız İsa nef’-i cihân
Eyledi bu çeşmenin bünyadını
Hasbeten-lillah içsün râh-ı revân
Her gören der barekallah görmedik
Böyle zîba çeşme-i Kevser-nişan
1240
Kitabe 10: Selimiye Camii Kitabesi
Ziver-i tâc-ı hilâfet şâh-ı âlî-menkabet
Muktedâ-yi ehl-i sünnet sâye-i Rabb-ı rahîm
Camiü’l-hayrât şahenşah-ı kerrubi nihâd
Eyledi bu ma’bedi âbâd çün kasr-ı na’îm
Üsküdar’ı kıldı ihyâ çünki hüsn-ü himmeti
İki nev tarihle zeyn oldu bu beyt-i nâzım
Yapdı ‘âlâ tarh ile câmii imâmü’l-müttakîn
135
1219
Bir mücessem nûrdur bu ma’bed-i Sultan Selim
1219
Kitabe 11: Küçük Selimiye Camii Kitabesi
İdüb bu hankâhı ibtida Sultan Selim inşa
Binası muhtasar mebnası gayetle müfîd oldu
Ali Behcet Efendi şeyhi irşad oldular bunda
Mürid-i feyz olanlar hazretinden müstefid oldu
Cemâl-i Mevlevî mücellâ-yı sırrından olup zâhir
Kemâl-i Nakşibend icmâl halinden bedîd oldu
Göçüb anlar geçüb demler harab olmuşdu bu yerler
İmarından sanursun sakinânı nâ-ümîd aldu
Bu kerre kıldı ihya Hazreti Sultan Mahmûd Han
Yapıldı vüs’at üzere her yeri tarz-ı cedîd oldu
Zehi kutb-ı hilâfet şems-i kudret âsmân-rif’at
Serâpâ-yı cihâna sâye-i lûtf-ı medîd oldu
Zehi İskender mu’ciz eserdir durdu¤u yerden
Bir ednâ himmeti bin fitneye sedd-i sedîd oldu
Tuta âfâkı sayt ü şevketi tâ ki bu ma’bedde
Sadâ-yı zikr-i Hakk peyveste-i arş-ı mecîd oldu
Buyurdu hidmet-i inşâya Pertev bendesin me’mûr
Ne devlet böyle kemter öyle Sultana übeyd oldu
Biri bida ve biri itmâmına tarihdir el-hakk
İki mısra ki yazdım dil-güşa beytü’l-kasîd oldu
Bu dergâhı mücedded yapdı kutb-ı din Mahmud Han
1250
Bu zîba tekye-i Behcet-fezâ tarh-ı cedîd oldu
1251
Yesârîzâde Mustafa İzzet
Kitabe 12: Selimiye Kışlası Cümle Kapısı Kitabesi
Hakka mu’allem-i askere yapıldı bu nusret-meab
Etraf-ı dâr-ı Üsküdar oldu gülistân-ı na’îm
136
Böyle müretteb leşkerin baş üzre olsun yerleri
Ta’lîm-i vâcib herkese Vallah ü Billahi’l-azîm
Şah-ı cihân mansûr ola düşmanları makhur ola
Bu cünd-i pâke i’tibar itdi kılub lûtf-ı amîm
Aynî fitil mısra’ım dâ’im serîr-efşan olur
Ceyş-i mu’allem kışlası bünyad kıldı Şeh Selim
1215(1800)
Kitabe 13: Kışla Nizamiye Kapısı Kitabesi
Şâh-ı asker-perver-i şahenşeh-i âlem zehi
Cümle-i ecnadını ihsan ile kıldı abid
Silk-i şevketde o şehdir âlemin bir dânesi
Bak yegâne halk etmiş zâtını Rabb-ı Mecîd
Nûr-u ahdı rûşen etdikce cihânı gün gibi
Vakt-i iclâli sabahu’l-hayr-veş oldu bedîd
Kan-ı şevketde nazirin görmedi halk-ı cihân
Cevher-i zât-ı hümâyûnun Hudâ kılmış ferîd
Muhterik olmuşdu akdem yabdurup bu kışlayı
Eyledi bünyâdını manende-i Kasr-ı meşîd
Anda iskân eyledikçe asker-i şâhânesi
Malik-i hısn-ı zafer kılsun o Hakan-ı Mecîd
Cevherîn tarihle tezyin eyle Zîver bâbını
Yapdı bâlâ kışlayı Hakan-ı din Abdülmecîd
1269 (1852-53)
Kitabe 14: Kışlanın Marmara veya Talimhane Tarafındaki Kapı Kitabesi
Câygâh oldu Selimiyye yine nev askere
Eylemişdi Han Selîm evvelce me’va cündine
137
Irz u şân-ı devleti ikmâl kıldı Padişah
Anda inşa itdirüb nev kışla hâlâ cündine
Oldu evvelkinden iki kat metin ü hem vâsi’
Eyledi lûtfun o şahenşeh dü bâlâ cündine
Hazret-i Hak’dan ümmîd oldur ki şâh-ı âlemin
Seyf-i nusretle müsahhar ola dünya cündine
Asker-i şâhâne dinmek bunlara şâyestedir
Kendisi ta’lîm-i cenk itmekde zira cündine
Askerinden görmede a’lâ vü ednâ ihtiram
İtmede da’im du’a edna vü a’lâ cündine
Padişahan zerresi olmaz o mihr-i şevketin
Asker-i mansurunun bâbında a’dâ cündine
Ömrü olsun asker-i encüm şümârından füzûn
Cünd-i gaybîyle idüb imdâd Mevlâ cündine
Olmasun hiç lerze-i kahrınden a’dâsı masûn
Keh masif oldukca âlem gâh meşta cündine
Bendesi İzzet didi tarih-i cevher-dârını
Eyledi Mahmûd Han nev kışla ihyâ cündine
1243
Kitabe 15: Harem İskelesi Tarafındaki Kapı Kitabesi
Şehriyâr-ı maşrık u mağrib şehinşâh-ı zemîn
Zıll-i Mevlâ âfitâb-ı dâd Han Abdülmecîd
Sâha-i ikbâlinin çağırub keşidir bir hama
Dergeh-i ihsânına cûd ü kerem kemter abîd
Adline in’âmına irfânına ol dâverin
Kul olurdu sağ olmuş olsa Harunu’r-Reşîd
138
Asker-i hâss-ı hümâyûnun bu vâlâ kışlasın
Kıldı pek â’lâdan âlâ resm-i dilcûsun mezîd
Eskiden bâlâ idi amma dü bâlâ eyledi
İşbu cây-ı dilkeş ü ra’nâyı i’mar-ı cedîd
Semt-i feth-i nusrete açıldı elhak bir kapu
Padişah ilham ile kıldı bu nev bâbı bedîd
Da’imâ sıhhatle ömr-ü sermed ü iclâl ile
Sâye-i şâhânesi tâ haşre dek olsun medîd
Yazdı bu târîh-i cevher-dârını kilk-i Lebîb
Kışla-i dilcûyu ra’na kıldı Han Abdülmecîd
1258 (1842)
Kitabe 16: Kışlanın Kavak İskelesi Caddesi’ne Açılan Kapı Kitabesi
Dört satır halinde yazılan onaltı mısralı kitâbe şudur:
Şâh-ı âlem Hazret-i Abdülmecid Han’ın Hudâ
Ömrünü, ikbâlini iclâlini itsün ziyâd
Kâ’inata sâyesidir saha-i dâru’l-emân
Dergeh-i lûtf ü atâyı âleme bâb-ı murâd
Bendegân âsûde dünya rahat âlem şâdumân
Günü Cennet gibi buldu ahd-i adlinde ibâd
Ziver-i engüşt ü tedbir-i mekin-i dâd-ı Hakk
Ol Süleyman-ı zamâne âlem eyler inkıyâd
Tarz-ı nev-i dilkeşle ta’mir eyleyüb bu kışlayı
Cünd-i hassın eyledi tekrar mesrûru’l-fuâd
Bâ husus açdı bu bâb-ı feyz-i semt-i nusrete
Ayet-i “innâ fetehnâ”dan idince ictihâd
Der lisan-ı hali “Tıbtum fedhulûhâ hâlidîn”
139
Her küşad oldukca işbu bâb-ı vâlâ midâd
Dür-feşan oldum Lebîbâ bende bu tarih ile
Müjde bâb-ı fevz ü nusret kışlada oldu küşâd
1258 (1842)
Kitabe 17: Haydarpaşa Askeri Hastanesi Kitabesi
Eğer Abdülmecid Han’ın göreydi re’y-i şâfîsin
Hum-i şirme binüb elbet kaçardı akl-ı Eşâtûn
O şâha lâ-ilâc asker olurdu sağ olub görse
Rıza Paşa’nın dârâtını Dârâ vü Ferîdûn
Gubâr-ı hâkipâ-yı kimyâ-yi mülk ü milletdir
ibekrat devacunun değildir bildiği ma’cûn
O kerrâr gaza yapardı hastahane-i Haydar’da
Olurdu resm ü nakşın görse Mani-i hüner meftûn
Binası dilküşâ gâyet zemîn-i rûh-bahşâdır
Havası sıhhati celb eyler emrâzı idüb bîrûn
Murâdı hatır-ı ehl-i cihâdı itmedir tatyîb
ide feth ü zaferle Rabb-ı Nazır ömrünü efzûn
Biri sâde biri cevherle tertîb eyleyüb Safvet
iki tarihe derc itdim şifâyı sadr olur mazmûn
Bu fâhir hastahane oldu seyr it serteser sağlam
Cüyûşin kıldı Han Abdülmecid iclâl ile memnûn
1261 (1845)
Kitabe 18: Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi Kitabesi
“Hazret-i Valide Sultan-ı himem-meşreb kim
Cûşiş re’fetidir menba’-ı ayn-ı ihsân
Yani ol Valide-i Hazret-i Sultan Selîm
140
Teşne-gân-ı himeme itmededir lutfı revân
İşte ez-cümle bu ser-çeşme-i eltâfiyle
Sû be-sû itdi ata cû-yi cihânı reyyân
Hibetullah’ına kıldı hibe hem ecrini kim
Hayr-ı cârîsi ile tâ ola rûhı şâdân
Çün o dûşîze-i pâkîzesi bu âlemden
Tış iken olmuşdı gonca-i gülzâr-ı cinân
Gül gibi itmeğe şâdâb-ı revân pâkin
Kevser şefkatini eyledi böyle cûyân
Ravza-i rahmet anın kendüsi hem Han Selim
Duralar devlet ü ikbâl ile durdukça cihân
Vehbiyâ ben de ana söyledim iki târîh
Lîk bir tamiye var mısra’-ı sânide ıyân
Çeşme-i Valide Sultan’da ki cûşiş-i cûd
1206
Oldu şâd-âb-ırûh-ı Hibetullah Sultan”
1206
Kitabe 19: III. Selim Çeşmesi Kitabesi
Şehr-yâr-ı Cem-hidem Sultan İskender-haşem
Tac-dâr-ı yemm-himem Hâkan-ı Gazi Şeh Selîm
Yapdı himmetle bu dilcû çeşmesâr-ı hurremi
Âlemi cûdiyle sîr-âb itdi ol şâh-ı kerîm
Eyleyüb şûyide âb-ı şöhreti bu çeşmenin
Levh-i âlemden ider âb-ı hayat ismin adîm
Yazdı İhya böyle bir beyt-i dilâra içre tam
İki târîh-i inşad efzayı tab’-ı müstakîm
141
Padişah’a kıl du’a bu çeşmeden âb iç revân
1217
Cûy-bar-ı himmet icrâ eyledi Sultan Selîm
1217
Kitabe 20: Hafız İsa Ağa Çeşmesi Kitabesi
Hazret-i Sultan Mahmud-i Adli dâdin kemteri
Ya’ni İsa Ağa ki ol zât-ı pâk-i eshıyâ
Hâliyâ Darü’s-saâde Ağası âlicenâb
Hazin-i Rabb-ı kerîm ma’den-i cûd-u atâ
Nef’-i çün bu çeşmeyi yapdı umûma bî-garez
Hâl ü şânı merhametdir cümle nâsa da’imâ
Kemâl-i sarf-ı himmet eyleyüb tekmil-i hayr itdi
Ola şâyân-ı dergâh-i kabûl Hazret-i Mevlâ
Gazanfer Ağa içün idüb bu çeşmeyi inşa
Vire lûtf-ı âmiminden ana ecr-i lâ-yuhsâ
Bi-hamdillah vücûdı masdar-ı âsâr-ı hayr oldu
Kime tevŞk olur böyle eser bu çeşme-i zîba
İlâhî devlet ü ikbal ü ömrün ber-devâm eyle
Yazılsun defter-i hayrı müdâm oldukça bu dünyâ
Dall zamle hâtif-i gayb söyledi târîhini
Çeşme-i aynü’l-hayâtdan iç suyu eyle du’a
1238 Ra. 10
Kitabe 21: Abdülmecid Han Meydan Çeşmesi Kitabesi
Çeşme-i mâü’l-hayât-ı saltanat-ı şâh-ı cihân
Hazret-i Abdülmecid Han âbrûy-ı kâ’inât
Saye-i adlinde ol yenbu’-ı feyz-i şevketin
142
MüsteŞz olmakda her dem mü’minîn ve mü’minat
Asker-i şâhânesiyle hem bu semtin halkının
İtdi ihyasın murad ol Şah gerr ü bi-sıfat
Yapdırub bu çeşmeyi kışla civarında o Şeh
Eyledi bu câyı elhak ravza-i Cennet simât
Cûybâr-ı lutfını ol rütbe icrâ kıldı kim
Oldu bu aynı-ı inâyet bâis-i reşk-i Fırat
Asker-i şâhânesi ile ahâlî hakkına
Şüphesiz bu çeşmedir bir gûne feyz-i iltifât
Hakk ide cari yedi iklime hükmün ol şehin
Bu du’âdan Zemzem’e saldıkca dehre şeş cihât
Buldu suyun cevher-i târih-i Ziver hâmeden
İtdi cârî Padişah bu suda nev aynü’l-hayat
1257(1841)
Kitabe 22: Abdülmecid Han Çeşmesi Kitabesi
Çeşme-sar-ı ma’delet Abdülmecid Han’ın Hudâ
Feyz-i zâtın kıldı bâdî-i hayât-ı kâinât
Hân Selim-i sâlisin Darü’s-saâde ağası
Halid Ağa nâm deryâ-mekremet bir pâk zât
Yapdırub bu çeşmeyi sonra harâb olmuş idi
Görüb ol şâh-ı cihân ihyâya kıldı iltifât
Cûybâr-ı şevket u iclâlin ol şâhen-şehin
Haşre dek kılsun Hüdâ reşk-âver-i şatt u Fırat
Cevher-i tarih-i Ziver suyunı bulsa sezâ
Kıldı Han Abdülmecid icrâ güzel ayn-ı hayat
1255(1839-40)
143
Kitabe 23: Hasip Paşa Çeşmesi Kitabesi
Gâl-Allahu teâlâ: “Ve segâhum Rabbühüm şerâben tahûrâ” Sadagallâhü’l-
azîm
Hasbetenlillah idüb necl-i Hasib Paşa bugün
Ceyş-i mansûr-ı şeh-i devrâne bu âb-ı revân
Bir tarafdan celb idüb hayr-ı duâ ibkâ-yı nâm
Bir tarafdan eyledi ruh-ı Hasibi şâdumân
Geldi bir ta’mir içün tarih-i hayratü’l-Hasib
Eylesün Hakk ol Zeki Beğ’i cihanda kâmurân
15 Rebîülâhir 1323 (19 Haziran 1905)
144
7.2. RESİM LİSTESİ
Resim 1 1900’lerde Haydarpaşa Çayırı. (Gökhan Akçura Koleksiyonu, Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.27).
Resim 2 1955’lerde Selimiye ve Haydarpaşa. (M.Rıfat Akbulut Koleksiyonu, Dünden
Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.331).
Resim 3 Harem Sahili, Kavak Bayırı ve Selimiye Kışlası. (Yadigar-ı İstanbul 90813).
Resim 4-5 Denizden ve Karadan Selimiye Kışlası ve Harem Sahili. (Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).
Resim 6 İhsaniye Sahili. (Yadigar-ı İstanbul 90631).
Resim 7 Kavak Sarayı Gravürü. (Hilair, 1822, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar
Suları, s.104).
Resim 8 Üsküdar Suyolu Haritası. (İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, s.104).
Resim 9-10 Mekteb-i Tıbbiye ve Kavak İskelesi Mescidi. (H.Necdet İşli Arşivi, Bir Ulu
Rüyayı Görenler Şehri, s.81).
Resim 11 İhsaniye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 12 İhsaniye Camii'nin dıştan görünüşü. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 23 İhsaniye Camii'nin içten görünüşü. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 1 Küçük İhsaniye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 2 Küçük İhsaniye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 16 Salih Efendi Türbesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 17 Şeyh Bedrettin Efendi ve Remzi Kökler. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 18 Ayşe Veliyye Hanım Namazgahı ön yüzü ve arkada III. Selim Çeşmesi.
(Kadir Öztürk, 2008).
Resim 19 Namazgahın diğer yüzü. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 20 Müsahip Ali Ağa Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3,s.1125).
Resim 21 İnşa Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 32 Tamir Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 23 Tunusbağı Menzil Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 24 Hatice Sultan Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3,s.1080).
Resim 25 Üsküdar Sarayı Gravürü 1680. (Selçuk Mülayim, 19. Yüzyılda Üsküdar,
s.142).
Resim 26 Kavak Sarayı. (Hilair, 1822, İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları,
s.104).
Resim 27 Üsküdar Suyolu Haritası. (İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları,
s.104).
Resim 28 Selimiye Camii Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 29 Selimiye Camii. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.1, s.323).
Resim 30 Selimiye Camii giriş ve yan galeriler. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 31 Caminin Doğu Cephesi. (H.Necdet İşli Arşivi, Bir Ulu Rüyayı Görenler
Şehri, s.224).
Resim 32 Kürsü. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 33 Mihrap. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 34 Minber. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 35 Selimiye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 46 Küçük Selimiye Cami Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 57 Küçük Selimiye Camii. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 38 1860’larda Harem ve Defterdar M. Tahir Efendi Camii. (Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).
Resim 39 Defterdar Harem Camii. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.202).
Resim 40 Defterdar Tahir Efendi Harem Camii. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.1,
s.251).
Resim 41 Nevnihal Hatun Namazgahı. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 42 Kıble Taşı. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 43 Mustafa Ağa Namazgahı. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 44 Selimiye Kışlası. (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.4, s.566).
146
Resim 45 Selimiye Kışlası ve Camii. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.83).
Resim 46 Harem Sahili ve Selimiye Kışlası. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3, s.1261).
Resim 47 Harem Dolmadan Önce Denizden Selimiye Kışlası. (Bir Ulu Rüyayı Görenler
Şehri, s.88).
Resim 48 Üsküdar Matbaası. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.200).
Resim 49 Üsküdar Matbaası. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.200).
Resim 50 Pertevpaşa Kütüphanesi. (A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, s.212).
Resim 51 Haydarpaşa Askeri Hastanesi.
(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp) 08.06.2007.
Resim 52 Haydarpaşa Hastanesi’nde bir operasyon.
(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/komutan/album_icerik.htm)
08.06.2007.
Resim 53 Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin Havadan Görünümü.
(http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp) 08.06.2007.
Resim 54 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane. (Yadigar-ı İstanbul 90558)
Resim 55 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Kitabesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.2,
s.916).
Resim 56 Tıbbiye Caddesi Girişi. (Kadir Öztürk, 2007).
Resim 57 Haydarpaşa Numune Hastanesi. (Kadir Öztürk, 2007).
Resim 58 Baytar Mektebi. (Kadir Öztürk, 2007).
Resim 59 Haydarpaşa Numune, Mektebi Tıbbiye ve Selimiye Kışlası. (Yüzyıllar
Boyunca Üsküdar, C.3, s.1260).
Resim 60 Selimiye Sıbyan Mektebi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 61 Selimiye Hamamı. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 62 Hamam Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2007).
Resim 63 2007 Yılında Hamamın İçi. (Kadir Öztürk, 2007).
Resim 64 Çeşmenin 1964’teki Görünümü. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.243).
Resim 65 2008 Yılında Çeşme. (Kadir Öztürk, 2008).
147
Resim 66 Çeşmeye ait Kitabe. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 67 Selimiye Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 68 III. Selim Çeşmesi Kitabesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 69 III. Selim Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 70 Daya Kadın Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 71 Hafız İsa Ağa Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 72 Kitabe. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 73 İhsaniye Çeşmesi. (Kadir Öztürk, 2008).
Resim 74 Hasip Paşa Çeşmesi. (Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, C.3, s.1078).
Resim 75 İnşaat Halinde Gar Binası.
(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.
Resim 76 Gar Binasının 1925’teki Kulesiz Görünümü.
(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.
Resim 77 Gar Binası Önünde Kara Tren (2002).
(http://e40003.me.metu.edu.tr/Haydarpasa/Bina.html) 06.07.2008.
Resim 77 Denizin Doldurulması. (Yadigar-ı İstanbul 90533).
Resim 79 Haydarpaşa Limanı. (Yadigar-ı İstanbul 90533).
Resim 80 Haydarpaşa İskelesi. (http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=6542)
15.08.2008.
Resim 81 Kavak Fırınları Ahırının Resmi. (Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri, s.92-93).
148
7.3. HARİTA LİSTESİ
Harita 1 Kavak Deresi Köprüsü. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).
Harita 2 İhsaniye ve Harem İskeleleri. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).
Harita 3 Kavak ve Haydarpaşa İskeleleri. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).
Harita 4 Salhane. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).
Harita 5 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Dini Yapılar. (Kadir Öztürk, 2008).
Harita 6 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Kamu Yapıları. (Kadir Öztürk, 2008).
Harita 7 Üsküdar-Harem Bölgesindeki Çeşmeler. (Kadir Öztürk, 2008).
Harita 8 Mekteb-i Kemalat. (Alman Mavileri Feuille No: D4-D8/3).
Harita 9 Üsküdar'ın Konumu.
http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C, 03.08.2008.
Harita 10 Kadıköy'ün Konumu.
http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C, 03.08.2008.
149
7.4. TABLO LİSTESİ
Tablo 3.1 16. Yüzyıl ve Sonrası Eserleri.
Tablo 4.1 19. Yüzyıl Dini Yapıları.
Tablo 4.2 19. Yüzyıl Kamu Yapıları.
Tablo 4.3 19. Yüzyıl Su Yapıları
150
8. ..........................................................................................................................KAYNAKÇA
AĞIR Aygül, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selim III Çeşmesi”,
(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
AHMED CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet, (Sad.: Tevfik Temelkuran), Üçdal
Neşriyat, İstanbul 1966.
AHMED EFENDİ, Ruzname, (Haz.: V. Sema Arıkan), Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 1993.
AKBULUT M. Rıfat, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa”,
(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, s.27-29.
--------- Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Kadıköy”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.),
Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
ALTUN Ara, Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Orta Asya Türk
Sanatı ile Anadolu’da Selçuklu ve Beylikler Mimarisi”, (Ed.: Sadi Bayram),
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.
ARSEVEN Celal Esat, Sanat Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983,
C.2, s.688.
BARIŞTA H. Örcün, İstanbul Çeşmeleri Bereketzade Çeşmesi, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1989.
---------Kadıköy Hakkında Tahkikat-ı Belediye, Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul
1911.
ARTAN Tülay -Christoph K. Neumann, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
“Kavak Sarayı”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul
1993.
ASLANAPA Oktay, Osmanlı Mimarisi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1986.
ATASOY Nurhan, Yıldız Sarayı Fotoğraf Albümlerinden Yadigar-ı İstanbul,
Akkök Yayınları, İstanbul 2007.
AYVANSARAYÎ Hafız Hüseyin b. İsmail Hüseyin, Hadîkatü’l-Cevâmi’, (Haz.: Ali
Satı), Matbaa-i Amire, 7 Zilhicce 1281.
AYVERDİ Ekrem Hakkı, Fatih Devri Mimarisi, İstanbul Fetih Derneği, İstanbul
1953.
AYVERDİ Semiha, Boğaziçinde Tarih, İstanbul Fetih Cemiyeti İstanbul Enstitüsü,
İstanbul 1966.
---------Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi”,
(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
rtak Yayını, İstanbul
BATU
ekeli, vd.), Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın Ortak Yayını, İstanbul
BEYD
oğancılar İmamı Hafız Mehmed Emin Efendi”, (Ed.:
--------
dar Belediye Başkanlığı
CEZAR
DAĞD Mavileri: 1913-1914 I. Dünya Savaşı
kşehir
DOĞA
ERTUĞ ar Sempozyumu IV, “Üsküdar Kentsel Dönüşümünde
limiye”, (Ed.:
EVLİY
-------- Sempozyumu I, (Ed.: Zekeriya Kurşun,
l 2004.
---------Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa İskelesi”, (Haz.: İlhan
Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
BATUR Afife, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selimiye Kışlası”, (Haz.:
İlhan Tekeli, vd.), Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın O
1994.
R Selçuk, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Selimiye Camii”, (Haz.:
İlhan T
1994, C.6, s.512-5213.
İLLİ Kemal, Üsküdar Sempozyumu IV, “Nizâm-ı Cedid Şehri Üsküdar’da
Matbaacı Bir İmam: D
Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, İstanbul 2007.
Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar Matbaası ve Burada Basılan Eserler Listesi
(1802-1824)”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üskü
Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.58-62.
Mustafa, Osmanlı Başkenti İstanbul, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor
ve Sağlık Vakfı Yayınları, İstanbul 2002.
ÇEÇEN Kazım; İstanbul'un Vakıf Sularından Üsküdar Suları, İstanbul 1991.
ELEN İrfan (Yayına Hazırlayan), Alman
Öncesi İstanbul Haritaları, (Proje Yöneticisi: Ali Mazak), İstanbul Büyü
Belediye Başkanlığı Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü, İstanbul 2006, C.1,
Feuille No: D4-D8/3.
N Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.
RUL Alidost, Üsküd
Batılı Etkilerle Oluşan Üç Semt Kuzguncuk, Bağlarbaşı, Se
Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, 2007.
A ÇELEBİ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (Haz.: Ahmed Cevdet), Dersaadet
İkdam Matbaası, İstanbul 1314/1896.
EYİCE Semavi, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul 2006.
-“Fetihten Önce Üsküdar”, Üsküdar
vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar Araştırma Merkezi, İstanbu
GERÇEK Selim Nüzhet, Türk matbaacılığı: Müteferrika Matbaası, Maarif Vekaleti,
Ankara 1939.
153
GİAMBATİSTA Toderini, İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk Matbaacılığı,
(Haz.: Şevket Rado; Trc.: Rikkat Kunt), Yayın-Matbaacılık Ticaret Limited
GİZ Ad
GÖKÇ Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Lisesi”,
93.
), Üsküdar
HASK
n Süleyman Nevzat Özdemir), Üsküdar Belediyesi,
---------
arı, İstanbul 1996.
elediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi,
HÜR
eli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993, C.3, s.80.
ığı, İstanbul 1993, C.4, s.444-
KARA
İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
Şirketi, İstanbul 1990.
nan, Bir Zamanlar Kadıköy, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.
EN Turgay, Dünden
(Haz.:İlhan Tekeli, vd.),Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 19
GÜLER Mustafa, KARADAĞ Gülay, Üsküdar Sempozyumu IV, “Dârüssâde Ağası
Hacı Beşir Ağa’nın Üsküdar’daki Hayrâtı”, (Ed.: Coşkun Yılmaz
Belediyesi, 2007, s.231.
AN Mehmet Nermi, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar I-II-III, (Proje koordinatörü
Veli Saylam, Redaksiyo
İstanbul 2001.
İstanbul Hamamları, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları, İstanbul
1995.
HAUHANNESYAN Sarkis Sarraf, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi, Tarih Vakfı Yurt
Yayınl
HUT Davut, Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar’da Yer Adları”, (Ed.: Zekeriya
Kurşun vd.), Üsküdar B
İstanbul 2005.
Ayşe, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Doğancılar Meydanı”,
(Haz.:İlhan Tek
İNALCIK Halil, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “İaşe”, (Haz.:İlhan Tekeli,
vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
İŞLİ H.Necdet, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Karacaahmet Mezarlığı”,
(Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanl
447.
KAYA Enis, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Mehmet Tahir Efendi
Camii”, (Haz.:
KAYRA Cahit, II. Mahmud’un İstanbul’u, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı,
İstanbul 1992.
KAZICI Ziya, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, İstanbul
2001.
154
KILIÇ Dündar Ali, Üsküdar Sempozyumu I, “Osmanlı Saray Törenlerinin Üsküdar’a
Yansıması”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı
Üsküdar Araştırma Merkezi, İstanbul 2004.
KIYMET Giray, Thema Larousse-Tematik Ansiklopedi, “XIX. Yüzyıl Mimarî
Arayışlar”, Milliyet Yayınları, İstanbul 1993-4.
KOÇU Reşat Ekrem, İstanbul Ansiklopedisi, “Dürrizâdeler Konağı”, İstanbul
Ansikolopedisi ve Neşriyat, İstanbul 1968, C.9, s.4831.
---------İstanbul Ansiklopedisi, “Çiçekçi Kahvehanesi”, İstanbul Ansiklopedisi ve
Neşriyat, İstanbul 1968, C.7, s.3960.
KONYALI İ. Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, Türkiye Yeşilay
Cemiyeti, İstanbul 1976.
KÖMÜRCİYAN Eremya Çelebi, İstanbul Tarihi XVII. Asırda İstanbul, (Çev.: H.D.
Andreasyan, Haz.: Kevork Pamukciyan), Eren Yayıncılık, İstanbul 1988.
KUBAN Doğan, Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, Yem Yayın, İstanbul
1998.
KURAN Aptullah, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri”, “Tezkerelere
Göre Mimar Sinan’ın Eserleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Ankara 1988, C.1, s.164.
---------Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Tezkerelerde Adı Geçen
Sinan Eserlerinin Yapı Türlerine Göre Alfabetik Listesi”, (Ed.: Sadi Bayram),
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.
KUT Turgut, Yazmadan Basmaya: Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar, Yapı
Kredi Bankası, İstanbul 1996.
MANTRAN Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, (Çev.: Mehmet Ali
Kılıçbay, Enver Özcan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1990.
MAZAK Mehmet, Üsküdar Sempozyumu II “1802 Tarihli Üsküdar İskeleleri ve
Üsküdar Kayıkçılarının Demografik Yapısı”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.),
Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,
C.1, s.66.
MAZLUM Deniz, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Üsküdar”, (Haz.:İlhan
Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
MEHMED RAİF, Mirat-ı İstanbul, Alem Matbaası Ahmed İhsan ve Şürekası, İstanbul
1900/1314.
155
MEHMED SÜREYYA, Sicill-i Osmanî yahut Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye,
(Haz.: Aktan Ali, Yuvalı Abdülkadir, Hülagü Metin), Sebil Yayınevi, İstanbul
1996.
MİRAL Rauf, “İstanbul’da Haydarpaşa Semtinin ve Limanın Tarihçesi”, Tedrisat
Mecmuası, Nisan- Mayıs, sayı 51-52, c.6, s.226, İstanbul 1957.
MÜLAYİM Selçuk, Ters Lale Osmanlı Mimarisinde Sinan Çağı ve Süleymaniye,
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2001.
--------“19.Yüzyılda Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu II, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.),
Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,
C.2, s.138-150.
--------“XIX. Yüzyıl Osmanlı İstanbul’u”, İstanbul: Şehir ve Medeniyet, Klasik
Yayınları, İstanbul 2004.
NİRVEN Saadi Nazım, İstanbul Suları, Halk Basımevi, İstanbul 1946.
ORMAN İsmail, Üsküdar Sempozyumu II, “Osmanlı Çeşme Mimarisinde
Namazgâhlı Çeşmeler ve Üsküdar’daki Örnekler”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.),
Üsküdar Belediye Başkanlığı Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005,
C.2, s.396.
ORTAYLI İlber, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları (5. Baskı), İstanbul
2006.
ÖNGE M. Yılmaz, Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Türk
Hamamlarının Planlanması ve Koca Sinan’ın Hamamlarında Görülen Mimârî
Kompozisyon Özellikleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Ankara 1988.
--------Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Geleneksel Türk
Hamamları İle Koca Sinan’ın Hamamlarında Su Tesisatı ve Aydınlatma ile İlgili
Detaylar, Geleneksel Türk Hamamları İle Koca Sinan’ın Hamamlarında Görülen
Bazı Tezyinat Özellikleri”, (Ed.: Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Ankara 1988.
------- Mimar Başı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, “Anadolu Türk Hamamları
Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan’ın İnşa Ettiği Hamamlar”, (Ed.:
Sadi Bayram), Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara 1988.
ÖNKAL Ahmet, BOZKURT Nebi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
“Cami”, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1993.
156
ÖZCAN Azmi, Üsküdar Sempozyumu I, “Kırım Savaşında Üsküdar ve İngiliz
Askerleri”, (Ed.: Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar
Araştırma Merkezi, İstanbul 2004, C.1, s.106-111.
ÖZDAMAR Mustafa, Üsküdar Sempozyumu I, “Üsküdar Namazgâhları”, (Ed.:
Zekeriya Kurşun, vd.), Üsküdar Belediyesi Başkanlığı Üsküdar Araştırma
Merkezi, İstanbul 2004, C.1, s.103-104.
ÖZSAYINER Zübeyde Cihan, Üsküdar Sempozyumu IV, “Üsküdar’dan Çalınan
Vakıf Eserler”, (Ed.: Coşkun Yılmaz), Üsküdar Belediyesi, 2007, s.443.
P.Ğ İNCİCYAN, İstanbul Tarihi, (Terc.: Hrand Andreasyon), İstanbul Fetih Cemiyeti
Baha Matbaası, 1976.
PİLEHVARİAN Nuran Kara, vd., Osmanlı Başkenti İstanbul’da Çeşmeler, Yem-
Yayın, İstanbul 2000.
RAMAZANOĞLU M. Gözde, Osmanlı Yenileşme Hareketleri İçerisinde Selimiye
Kışlası ve Yerleşim Alanı, (Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2003).
---------Üsküdar Sempozyumu II, “Üsküdar’da Halıcılık: Selimiye Sandalcı (İpekli
Dokuma) Hanları”, (Ed.: Zekeriya Kurşun vd.), Üsküdar Belediye Başkanlığı
Üsküdar Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2005, C.1, s.74-77.
SALMAN Yıldız, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Garı”, (Haz.:
İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul 1993.
SAYDAM Abdullah, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Derya Kitabevi (2. Basım), Trabzon
1999.
ŞEHSUVAROĞLU Haluk Y., İstanbul Sarayları, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul
1954.
ŞERİFOĞLU Ömer Faruk, Hoca Ali Rıza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005.
TANIŞIK İbrahim Hilmi, İstanbul Çeşmeleri: Beyoğlu ve Üsküdar Cihetleri, Maarif
Vekaleti, Ankara 1945.
TAŞÇIOĞLU Tülay, Türk Hamamı, (Haz.: Ali Pasiner), Duran Ofset, İstanbul 1998.
TOPUZLU Cemil, 80 Yıllık Hatıralarım, Güven Yayınevi, İstanbul 1951.
TURGUT Naciye, Üsküdar Sempozyumu IV, “Bir Zamanlar Üsküdar’dan Tarihe
Düşen Notlar: Çiçekçi Kahvehanesi”, (Ed.: Coşkun Yılmaz), Üsküdar
Belediyesi, İstanbul 2007.
UTKAN Ahmet Nadir, Elveda Üsküdar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008.
157
ÜNAL Ertan, “Cephane Nasıl Havaya Uçtu?”, Popüler Tarih, Dünya Yayınları,
İstanbul Eylül-2002.
ÜNVER A. Süheyl, A.Süheyl Ünver’in İstanbul’u, (Haz.: İsmail Kara, vd.) İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 1996.
YILDIRIM Nuran, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, “Haydarpaşa Askeri
Hastanesi”, (Haz.:İlhan Tekeli, vd.), Tarih Vakfı Kültür Bakanlığı, İstanbul
1993.
YÜKSEL İ. Aydın, Osmanlı Mimarisinde Kanuni Devri, İstanbul Fetih Cemiyeti,
İstanbul 2004, C.II, s.495.
WOLFGANG Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, (Çev.: Erol
Özbek; Haz.: Ayşe Berktay), Tarih Vakfı Yurt yayınları, İstanbul 1998.
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde Yazarı Bulunmayan Maddeler
“Harem”, C.3, s.552.
“Haydarpaşa Limanı”, C.4, s.31-32.
“İhsaniye Camii”, C.8, s.215.
“Kavak İskelesi Mescidi”, C.8, s.249.
“Kavak Sarayı Camii”, C.8, s.249.
“Müsahip Ali Ağa Çeşmesi”, C.8, s.319.
“Salacak”, C.6, s.421-22.
İnternet Adresleri:
http://www.hpasa.gata.edu.tr/js/menu_js/tarihce_index.asp. 08.06.2007.
http://tip.marmara.edu.tr/genel.php?id=2. 08.06.2007.
http://www.haydarpasanumune.gov.tr/tarihce.html. 08.06.2007.
http://www.tcdd.gov.tr/genel/haydarpasa.htm. 17.02.2008.
http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789.
09.11.2007.
http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=811,
09.11.2007.
http://www.uskudar.bel.tr/portal/rehber/t1.jsp?PageName=rehberAyrinti&ID=789.
03.09.2007.
http://www.hatem.k12.tr/index.asp. 21.11.2007.
http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C. 25.08.2008.
158
http://sehirrehberi.ibb.gov.tr/MapForm.aspx?&rw=1F0&cl=37C. 25.08.2008.
http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=belediye.RDF&p_il1=34&
p_ilce1=426&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv 03.08.2008.
http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnks=&report=turkiye_ilce_koy_sehir.R
DF&p_il1=34&p_ilce1=416&p_kod=2&desformat=html&ENVID=adnksEnv
03.08.2008.
159